Karadeniz, 2004 yılında kadar Türkiye’nin batı tarafından kuşatılamadığı tek jeopolitik alandı. Artık değil. Unutulmamalıdır ki Birinci Dünya Savaşı sonrasında işgale uğrayan Anadolu’nun, Türk tarihinin ilk ve son anavatan savunmasında en önemli rolü oynayan alan Karadeniz idi.
KARADENİZ VATAN KURTARDI
Karadeniz, Rusya üzerinden idame edilen ve Kurtuluş Savaşının lojistiğini temin eden nakliyatın arteri oldu. Eğer Atatürk Lenin işbirliği ve Karadeniz, bu nakliyata zemin teşkil etmese; harp malzemesi zamanında Karadeniz limanlarına eriştirilemeseydi; Kurtuluş Savaşı kazanılamazdı. Karadeniz, savaş süresince İnebolu çıkışlı İstiklal Yolunun arka bahçesini oluşturdu. Denizler lehte kullanıldığı sürece güvenlik ve emniyetti. Karadeniz bunu Anadolu’ya ispat etmişti. Karadeniz, İkinci Dünya Savaşında da Türkiye’nin aktif tarafsızlık politikasının asli sınav alanı oldu. Hem mihver hem müttefik cephe Boğazların kendi savaş gemilerine açılması için Ankara’ya baskı yaptı. Ancak Türkiye geri adım atmadı. Sadece Almanlar 6 denizaltıyı Tuna’dan demonte getirip, Köstence’de monte ederek Sovyet limanlarına ve ticaret filosuna zarar verdi. Herşeye rağmen Karadeniz Montrö Sözleşmesi sayesinde Türkiye’nin savaş dışında kalması sonucu İkinci Dünya Savaşının en sakin cephelerinden birisi oldu. Karadeniz, İkinci Dünya Savaşından 2004 yani ABD kışkırtması ile Ukrayna’da 2004 yılında başlayan Turuncu devrime kadar bir barış ve istikrar deniziydi. Soğuk Savaşın nükleer dehşet dengesi ile oluşan istikrar ortamı ve Türkiye’nin de uyguladığı dengeli ve ciddi dış politika sayesinde Karadeniz, Soğuk Savaş döneminde iki süper gücü karşı karşıya getirecek ciddi bir krize sahne olmadı. Aksine Türkiye, KEİ, BLACKSEAFOR ve BLACKSEA HARMONY gibi girişimlerle dünyaya örnek barış ve istikrar ortamı yarattı.
KARADENİZ’DE BÜYÜK KIŞKIRTMA
Bugün, Karadeniz son 70 yılın en büyük kışkırtması ile karşı karşıyadır. ABD’nin ısrarla dayatttığı NATO genişlemesi yüzünden 2022’de başlayan Ukrayna- Rusya Savaşında iki yıl aradan sonra yenilen NATO ve batı, yeni kizi alanları yaratarak Rusya’nn enerjisinin azaltılması ve Çin ile yaşanacak büyük çatışmaya güçsüz girmesi için her yolu denemektedir. Bu kapsamda Romanya’da 2,5 milyar Euro’ya mal olacak Avrupa’nın en büyük NATO üssünün inşasına başlandı. Ülkemizdeki Amerikan ve İngiliz mandacıları bu gelişmeden pek mutlu. Bazıları da İncirlik ve Kürecik üslerinin ağır basan Amerikan karakterine rağmen ‘’neden biz bu fırsatı kaçırdık, keşke Romanya yerine biz bu üssü kursaydık’’ diyecek boyutta üzgün. Hava Üssü olarak da bilinen Bükreş yakınlarında ‘Mihail Kogalniceanu’ üssünün genişleme projesi şüphesiz Amerikan jeopolitiği için bir başarıdır. Romanya’daki üssün sadece Rusya’yı çevrelemek için kullanılacağını düşünmek saflıktır. Bu üs, ABD çıkarları aleyhinde Rusya ile yakınlaştığında veya Irak’ta, Libya’da Suriye’de veya başka yerlerde ABD ile çıkar çatışmasına girildiği süreçlerde Türkiye’ye baskı yapmak için etkinlikle kullanılacaktır. Medyada yer alan haberlere göre Almanya’daki Amerikan Ramstein Hava Üssünden dahi büyük olacak bu üssün gelecekteki varlığı İkinci Dünya Savaşında kuzeyinde milyonlarca insan ölürken bile tarafsız kalmayı başarabilen Türkiye için son derece riskli ve tehlikeli bir gelişmedir. Zira bu üs, NATO’nun Asya’yı çevreleme ve Rusya ile yeni çatışma alanlarını yaratma yeteneğine güç katacaktır. NATO Genel Sekreter Yardımcısı Mircea Geoana‘nın bir Romen olduğu ve yeni NATO Genel Sekreterlik seçiminde Romen Cumhurbaşkanı Kalus Iohannis’in aday olacağının açıklandığı bir konjonktürde artık Romanya’nın yeni Polonya olduğunu söyleyebiliriz. ABD, vassalları sever, ama gönüllü vassalları tüm gücüyle sömürür. Önümüzdeki 20 yıl içinde tamamlanması beklenen bu üssün Ege Denizindeki Dedeağaç Amerikan üssü ile doğrudan kara bağlantısının olması Montrö kısıtlamalarına maruz kalmadan büyük yığınaklar yapmasına izin verecektir. Artık Kuzey Ege ve Karadeniz ekspres hattı açılmıştır.
GÜRCİSTAN, ERMENİSTAN VE AZERBAYCAN’IN DURUMU
Geçen hafta içinde NATO Genel Sekreteri Amerikalıların tabiri le Geniş Karadeniz Bölgesi içinde bulunan, üç güney Kafkasya devletini kapsayan bir ziyaret gerçekleştirdi. Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’ı içeren bu ziyarette üç devleti de Avrupa Atlantik güvenlik mimarisine bağlama sözlerinin verildiği basında yerini aldı. Rusya’dan her geçen gün uzaklaşan Ermenistan’ın sınır bölgesinde gözlemci olarak AB güçlerinin yer alacağını da bu gelişme ile birlikte okursak artık Ermenistan’ın Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütünden (KGAÖ) çıkma isteğini hızlandıracağını söyleyebiliriz. Bu arada Ermenistan’ın NATO ile Özelleştirilmiş Ortaklık Programına başlaması için onay süreci devam ediyor. Bu ülkenin Amerikan ve Avrupa etkisine girmesi Türkiye’nin dolaylı olarak baskılara maruz kalması ve doğudan da kuşatılma sürecini hızlandıracaktır. Bu durum 100 yıl önceki Kafkas Seddine benzetilebilir. Zira Rus etki alanından çıkarak ABD/AB etki alanına girecek Ermenistan’ın Türkiye ile ilişkileri Amerikan çıkarlarına göre şekillenecek ve bizim açımızdan durum daha da kötüleşecektir. Ermenistan ile Türkiye normalleşmesi ancak bu ülkenin soykırım iddialarından, devlet armasında Ağrı Dağının sembolleştirilmesinden ve anayasasında Türkiye’den toprak talep eden maddelerden vaz geçmesi koşullarında söz konusu olabilir. Bu adımlar atılmadan uygulanacak Ermenistan yakınlaşması ancak mağlubun tavizi olarak adlandırılabilir. Unutmamak gerekir ki Sevr’de Türkiye’nin yarısına yakını Ermenilere ve Kürtlere bırakılmıştı. Bunu bırakan irade Amerikan, İngiliz ve Fransız iradesi idi. Bugün de değişen bir şey yoktur.
ABD BAŞKANLIK SEÇİMLERİ VE SAVAŞ
NATO’nun Ukrayna’da savaş devam ederken ve NATO ciddi gerileme içindeyken Genel Sekreterini Kafkasya’ya göndermesi gerçekte Amerikan Başkanlık seçimlerine kadar Rusya ile bir yumuşama ve barış görüşmelerini başlatmayı değil, tam aksine savaşın dozunu ve çapını artırmaya yöneliktir. ABD Başkanı Biden, 5 Kasım seçimlerine Rusya’ya yenilmiş olarak giremez. Savaşın devamı ve Rusya karşısında zafer için her yolu deneyecektir. Ukrayna’ya F16 uçaklarının verilmesi tartışmalarının hızlandığı; Fransa’nın Rusya ile savaşmak üzere bizzat Macron tarafından Ukrayna’ya muharip birlik gönderileceği niyetlerinin açıklandığı (ve hatta bazı kaynaklara göre Kiev’e intikal ettirildiği); Dedeağaç üzerinden Romanya’ya Amerikan, İngiliz ve Fransız askeri malzeme ve personel naklinin gerçekleştiği bir dönemde, Rusya Başkanlık seçimlerinde gerek katılım oranı (%77) gerekse oy oranı (%86) ile açık ara tarihsel rekor kıran Putin, Ukrayna’da artık Özel Askeri Harekât tanımını değil doğrudan savaş tanımını kullanmaya geçmiştir. Moskova’da 22 Mart gecesi bir konser salonunda yaşanan, 60 ‘dan fazla insanın öldürüldüğü terör olayı da şüphesiz bu sürecin ayrılmaz parçasıdır. Saldırının IŞID tarafından üstlenilmesi; Biden’ın yakın neocon ekibinden Victoria Nuland’ın birkaç gün önce Rusya sürprizlere hazır olsun ikazında bulunması; ABD Moskova Büyükelçiliğinin geçen günlerde Amerikan vatandaşlarına kalabalık yerlerden uzak durmaları çağrısını yapılmış olması gibi faktörler göz önüne alınırsa, asimetrik stratejilerin hüküm sürdüğü mevcut durumun hızlı bir tırmanma sürecine girdiği söylenebilir. Ancak bu süreçler Rusya’yı topyekûn seferberlik ve savaşa devam azmi açısından, ABD’nin beklentileri dışında tetikleyecektir. ABD’de neoconlar ve askeri endüstri temsilcilerinin beklentisi savaşın devamı yönündedir. Bu kesimler için savaş nerede olursa olsun Amerikan savunma bütçesinin artışı ve dış askeri satışlar için muazzam bir fırsat olarak görülmektedir. Ancak Gazze’de yaşanan soykırım ve ABD’nin halen İsrail’e askeri desteği devam ederken ABD liderliğinde yeni cephelerin açılması kolay değildir. Bu cepheler açılsa dahi arkasının gelmesi zordur. Ukrayna Savaşı kolayca başlatıldı ancak Rusya bu süreçten bazı alanlarda zarar görse de jeopolitik alanda daha güçlü çıktı. Diğer yandan Ukrayna’da bugüne kadar kaybedilen 700 bin gencin yerine yeni ucuz kan kaynakları bulmak pek kolay değil. Bu aşamadan sonra ABD, Biden ve seçimler için savaşı uzattığı takdirde Rusya, topraklarına kattığı 4 bölgeyle yetinmeyip, Ukrayna’nın denizle bağını koparmak için Odesa’ya yönelme hamlesinde bulunabilir. Bu durumda Romanya ve Moldova’nın da içine çekileceği Transdinyester soğuk statüden sıcak çatışma sürecine girer. Denklem değişir. Polonya yerine Romanya; Ukrayna yerine Moldova; Donbas yerine Transdinyester, Amerikan neoconları için yeni senaryonun aktörleri olabilir.
TRANSDİNYESTER VE MOLDOVA: SAATLİ BOMBA
Moldova’da güneyde Türklerin hâkim olduğu Gagavuz Özerk Bölgesi; Dinyester doğusunda da 200 bin Rus azınlığın yaşadığı Transdinyester (Prinistrovya Cumhuriyeti) mevcut. Transdinyester bölgesinin, 1500 askere sahip Rus Birliği koruması altında, Rusya dışında başka bir devlet tarafından tanınmayan bağımsız bir devlet olduğunu hatırlatalım. Öte yandan 28 Şubat 2024’te Transdinyester Kongresi, Moldova’nın baskılarına karşı koruma talebi ile Rusya’ya resmen başvurma kararı almıştı. Geçen hafta içinde Ukrayna ve NATO yanında sarsılmaz bir irade ile duran Moldova Başbakan Yardımcısı Mihai Popşoi’nin Brüksel’de NATO Genel Sekreter Yardımcısı Romen Mircea Geoana ile görüşmesi ve görüşmede Geoana tarafından NATO müttefiklerinin Moldova’nın AB üyeliği için her türlü desteği verdiğini açıklaması; aynı hafta içinde Moldova’da özerk statüde olan Gagavuz Bölgesi Başkanı Yevgenia Gutsul’un Rusya’ya giderek Ukrayna Savaşında Rusya’ya desteğini açıklaması zaten Transdinyester sorunu ile gergin olan Rusya – Moldova ilişkilerini daha da gerdi. Moldova, hem NATO’nun gözüne girmek hem de AB üyesi olmak için büyük gayret sarf ediyor. Romanya’nın Moldova ile ortak latin kökenli etnik bağlarının varlığı ve geçmişte siyasal bütünlük dönemlerinin (1918 sonrası Romanya ile birleşme kararı gibi) mevcudiyeti göz önüne alınırsa Karadeniz’deki baş Amerikan Vassalı Romanya’nın, efendisinin gözüne girmek için yanına yakın akrabası Moldova’yı alarak Transdinyester bölgesinde Rusya’yı kışkırtmak için yeni bir süreci başlatması çok da sürpriz olmaz. Eğer Biden hatırına Ukrayna Savaşı uzar, Rusya’nın kaçınılmaz şekilde Odesa’ya müdahalesi teşvik edilirse, bu durumda Ukrayna üzerinden Transdinyester’e bir Rus koridoru açılabilir. Bu da Rusya Moldova ve dolayısı ile Romanya krizini tetikler. Rusya ile Moldova’nın silahlı çatışma sürecine girmesi ABD’li neoconların ve askeri endüstrinin en büyük beklentisidir. Eğer Romanya Polonya rolüne girişir ve Moldova Ukraynalaşırsa, Türkiye’ye Rusya karşıtlığı için baskılar ve kışkırtmalar artar. Moldova baskılarına karşı Moskova yanlısı Gagavuz Türklerinin korunması Türkiye için önemli bir sınav olacaktır. Bu arada Ukrayna’nın Rus Karadeniz Donanması karşısında elde ettiği ciddi asimetrik başarılar sonucunda Mavi Akım ve Türk Akımı sualtı doğal gaz boru hatlarının korunması sorumluluğu Türkiye tarafından çok ciddiye alınmalıdır. Amerikan baş vassalı Almanya’nın Kuzey Akım Boru Hatlarının ABD, İngiltere ve Norveç iş birliği ile havaya uçurulduğu göz ardı edilmemelidir. Almanya halkının vergileri ile ödenen milyar dolarlık bu proje için Berlin soruşturma bile açmadı. Ne zavallı bir durum.
ROMANYA’DAKİ ABM FÜZELERİ
Romanya’da Devesul Deniz Üssünde ABD’ye ait Aegis Balistik Füze Savunma (ABM) Sisteminin SM 3 bataryaları mevcut. 2019’da bu üssü korumak için stratejik Amerikan THAAD Hava Savunma Füze Sistemi geçici olarak konuşlandırılmıştı. Bu durum Devesul üssünü ister konvansiyonel isterse nükleer bir savaşta vurulacak ilk hedef konumuna sokuyor. Bu üssün Türkiye’deki Kürecik X Bant Radar üssü ile uyum içinde çalışması gerektiğini hatırlatalım. Dolayısı ile Kürecik radarı da vurulacak ilk hedefler arasındadır. Her zaman vurguladığımız üzere gerek Kürecik Hava Radarı gerekse İncirlik’te bulunan B 61 taktik nükleer bombaların kullanımı üzerinde hiçbir yetkimiz yoktur. Ancak bu iki askeri varlık üzerinden üstlendiğimiz nükleer saldırıya uğrama riski tarif edilemez büyüklüktedir. Rusya ile bir yandan ülkemizdeki ilk nükleer enerji santralını inşa ediyoruz. Diğer yandan bu üssün 230 km kuzey batısında Rusya’ya karşı kullanmak üzere Amerikan B 61 nükleer bombalarını tutuyoruz. Tam oksimoron bir durumla karşı karşıyayız.
TAVİZLERE AÇIK TÜRKİYE’NİN NATO AŞKI
Maalesef ciddi ekonomik kriz ve sıcak para açlığı içindeki Türkiye, yerel seçimlere giderken ABD, İngiltere ve AB’nin her türlü şantajına ve tehditlerine boyun eğer duruma gelmiştir. Diğer bir deyişle iktidar partisi 2002’deki kuruluş ayarlarına geri dönmüştür. Bu durumda Türkiye NATO üyesi olduğu sürece Amerikan jeopolitiği için hizmet etmeye zorlanacaktır. Öyle ki bırakalım Türk Silahlı Kuvvetlerinin son zamanlarda NATO görevlerine büyük bir iştahla adeta derste sürekli el kaldıran bir ilkokul çocuğu heves ve enerjisiyle sevk edildiğini görüyoruz. NATO Genel Sekreterinin geçen hafta açıkladığı NATO üyelerinin silahlanma politika ve stratejilerine biz karar vermeliyiz deklarasyonuna uyum bile sağlandığını söyleyebiliriz. Nitekim Savunma Sanayi Başkanlığında NATO Dairesinin kurulduğunu medyadan öğrendik. Ne acıklı bir durum. Artık NATO, Türkiye’nin en gizli ve özel kalması gereken savunma sanayi ve silahlanmasında kurumsal düzeyde yerini alıyor. Bu, ABD Askeri Endüstriyel Kompleksi (MIC) için büyük başarıdır. Daha geçen hafta Dışişleri ve Savunma Bakanlığı F16 uçaklarımızı Romen hava sahasını koruma görevine tahsis etti. Bu kadar karmaşık ve tehlikeli bir konjonktürde bu karar nasıl ve neden alınmış? Bilmiyoruz. Ukrayna Rusya savaşında tarafsız kalan Ankara şimdi bu savaşta Amerikan vassalı Romanya’nın hava sahasını koruyor. Tam da Transdinyester sorunu yavaş yavaş alevlenirken. Romenlerle Karadeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge ve Kıta Sahanlığı sınırlandırmasında denizden komşu olduğumuzu da unutamayalım. Her iki devletin de Batı Karadeniz’de doğal gaz kaynaklarını çıkardığını ve bu sahaların mücavir olduğunu hatırlatalım. Yani ABD gibi bir mega kumpas kurucu için Romanya ile Türkiye arasında kriz yaratmak ve bunu baskı aracı olarak kullanmak için menüde seçenekler çok. Ne ilginçtir ki, Türkiye Suriye ve Irak’ta PKK, YPG ve PYD ile mücadelede yeni bir stratejik modele geçerken bir anda Romanya’da genişletilmiş NATO üssü kararı alınıyor. Batısında Yunanistan’daki Amerikan üsleri; Güneyinde Güney Kıbrıs’taki İngiliz/Fransız üsleri ile çevrelenen Türkiye, artık Kuzeyinde Ramstein kadar büyük bir Amerikan üssü ile çevrelenecektir. Bu çevrelemelerin baskısı ile güçsüz hükümetler zorlamalara teslim olacaktır. Diğer yandan Montrö rejimi sadece Türk Boğazlarından geçiş rejimini düzenlemez aynı zamanda Karadeniz’de denge ve istikrarı koruyan bir güvenlik rejimidir. Bu rejimin sahibi ve uygulayıcısı biziz. Şimdi Romanya, Slav ve Türkler arasındaki bir Latin devleti olarak Amerikan vekilliğinde sınır tanımaksızın Karadeniz’e saatli bomba yerleştiriyor. Bu üs gelecekte Karadeniz’de her zaman tarafsız kalması gereken ülkemizi NATO üyeliği üzerinden pek çok kışkırtmaya açık hale getiriyor. Karadeniz’de Amerikan seçimleri öncesi her türlü kışkırtmaya hazır olalım. Bu kışkırtmalar içinde Romanya liderliğinde Montrö Sözleşmesinin feshedilmesi veya değiştirilmesine (2026) yönelik bir sürecin de başlatılma olasılığının yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye Karadeniz’de jeopolitik fırtınaya büyük bir zafiyet içinde yakalanmıştır. Durum İkinci Dünya Savaşı konjonktüründen daha vahimdir. Zira nükleer silah çağında yaşıyoruz ve Batı dünyası savaş çıkartma ve savaşı devam ettirme azim ve kararlılığında sınır tanımıyor.