Eğitim Deneyimleri Bölüm 5

KÜLTÜR PAYLAŞIMI

Yine eski konumuz Çin Halk Cumhuriyeti ile Türkiye arasındaki trafiği anlatmaya devam edeceğim. Bu konunun üzerinde çok durmamın nedeni, iki okul öğrencilerinin arasında oluşan kültür paylaşımının ne kadar önemli olduğunu gün geçtikçe daha iyi kavramam.

Önceki yazılarımdan anlayacağınız gibi, iki okul öğrencilerinin bir şekilde yanyana gelmesi ve etkinliklerin içinde birbirlerini tanıma olanağı bulması, kendiliğinden gelişen dostluklar, o dostluklar içinde örülen aktiviteler ortaya yepyeni bir dinamik ortaya çıkardı. Bu dinamik öylesine güçlüydü ki, bütün okulu etkiliyor, herkes olumlu davranışlara eğilim gösteriyordu. Öğrenciler öğretmenlerini seviyor, onları en yakın dostları ve büyükleri olarak görüyor, onların etrafında fır dönüyor, yeni konular öğrenmek için birbirleriyle adeta yarışıyorlardı. Hele öğrencilerin birbirleriyle ve gittikleri ülkede edindikleri dostlarıyla gönül bağları harikaydı. Hepsi birbirini yakından tanımaya başlıyor, birbirlerinden öğreniyor ve kendi kültürleri olmayan kültürü de anlamaya ve benimsemeye çalışıyorlardı. Bu öyle kolay kolay yaratılabilecek bir ortam kesinlikle değildi. Beni en çok mutlu eden de bu sonuçtu. Olumlu gelişmelerin sürekliliği de benim bu okulda yıllarca çalışmama sebep oldu. Bu proje 2007 yılından 2013 yılına kadar 6 yıl karşılıklı devam etti, hatta son yıl o okulda çalışmadığım halde geziler ve ilişkileri devam ettirme konusunda liderliğimi bırakmadım, aynı şekilde güzel ilişkilerimizi devam ettirdim.

Her çaba olumlu sonuçlar doğuruyor mu, tabii ki hayır. .. İlk yurtdışı deneyimim ABD’de bir devlet okulunda çalışmak oldu. Türkiye’de bu iş için açılan sınavı benim gibi kazanan 5 kişi ile birlikte Washington DC’ye geldik ve farklı okullarda çalışmaya başladık. Okulum başkent Washington DC’de başşehrin en güzel ve “başarılı” devlet okullarından biriydi… Okulu dışardan ilk gördüğümde inanamadım, yemyeşil parkın ortasında şato gibi dikilmiş, büyük, nefis bir yapı… Film dekoru gibi. Gelgelelim okulun içi hiç de dışarıdan görüldüğü gibi değildi, çok bakımsızdı. Her ırktan ve renkten öğrencinin olduğu okulda ilk bakışta pek öyle arkadaşça bir hava göremiyordunuz. Her gün okula gidip geldikçe hayal ettiğim ortamdan çok daha farklı bir ortamda olduğumu anlamaya başladım. Bu işe başlamadan önce çeşitli olumsuzluklarla karşılaşacağımız danışmanımız tarafından defalarca söylenmişti ancak bu olumsuzlukların neler olabileceği konusunda pek fikrim yoktu doğrusu. Daha ilk gün sınıfım olarak gösterilen yer malzeme kitap deposuydu ve çok pisti. Okul içinde kime gidip sorsam, herkes birbirine topu atıyor, o malzemelerin nereye tıkılacağını kimse bilmiyordu. Sonunda alt kata yığılacağını öğrendim, ona rica buna rica bir haftada sınıfım boşaltıldı, odaya sandalye, sıra ve eski hiçbiri çalışır halde olmayan bilgisayarlar taşındı. Okulun açılmasına 3 gün kala sınıfı nasıl düzene koyup çalışır hale geleceğimi kara kara düşünmeye başladım. Okulun temizlikçisi yoktu, dışarıdan tutulan bir şirket her akşam 5’te gelip sadece sınıflardaki ve koridorlardaki çöpleri alıyor, yere atılan kağıt vs. yi toplayıp gidiyordu. Bizdeki gibi okulun kendi temizlikçileri yoktu. O hafta Türk Amerikan Kültür Derneğine gidip gençlerden yardım istedim, hafta sonu 5-6 kişi geldiler, temizlik malzemeleri aldık, toz kir içindeki sınıfı, yerleri, dolapları, sıraları temizledik, bilgisayardan anlayan gençler aletlerin kurulumunu yaptı, hiç işe yaramayanları dışarı çıkardık, sıraları yerleştirdik, sınıfı sınıf haline getirdik. Gerekli matematik malzemeleri için Matematik Bölüm Başkanı hanıma gittim, ‘beni ilgilendirmez’ diye bir yanıt aldım. Demek ki bunları da belki cebimden alacaktım. Neyse ki, yandaki sınıftaki matematik öğretmeni çaresizliğimi görüp acıdı ve kendi sınıfında az kullandığı yada fazla malzemeleri bana verdi, sorularımı sabırla yanıtladı. İyi insanların da var olduğunu görünce biraz olsun rahatladım.

Her sabah okula girerken okulun parayla tuttuğu, coplu güvenlik ekibi tarafından inanilmaz bir arama taramadan geçen öğrenciler, sınıflarına girmeden tiyatro salonunda başlarında güvenlik muhafızlarıyla arama tarama bitene kadar tutuluyorlardı. Daha sonra öğretmenlerin yanyana oluşturdukları koridordan geçerek dolaplarına eşyalarını yerleştirip tek sıra halinde sınıflara giriyorlardı. Sınıflarda dörder kamera ve öğretmen için bir alarm odası olmasına ragmen, yine de sınıfa giriş çıkış sırasında her seferinde saldırılar, kavgalar oluyordu. Öğretmenlerin güç kullanarak kavga ayırması yasaktı. Güvenlik yetişene kadar sadece kavga edenlere sözle müdahale edebilirdi, çocuklar coplu iki metre boyunda iriyarı siyahi güvenlikçilerden çekiniyordu. Bazan ders sırasında bile kapıyı açık tutuyordum ve güvenlikçilerden biri sınıfın kapısında bekliyordu. Matematik başta olmak üzere bütün derslerden nefret etmek öğrenciler arasında modaydı. Çalışmayı sevmek ayıp sayılıyordu. Güçlerinin yettiği her öğretmene kim olursa olsun ister beyaz ister siyah hakaret etmek, onu küçük düşürmek, düşman ilan etmek kahramanlıktı. … Düşünsenize öğretmen olanın vay haline. Bu modaları yaratanlar da eski çeteci çocuklardı çoğunlukla. Bush iktidarı zamanında devlet sokak çocuklarıyla ilgili kararlar almıştı. Sokaklarda başıboş çocukların suçları artıp islahevleri dolunca, dahası ıslahevleri de çocukların birbirlerinden suç öğrenme merkezleri haline gelince, buna bir çare aranmaya başlanmıştı. Çare şuydu, ıslahevlerini dolduracaklarına bu çocukları okullara yönetltelim diye düşünmüşler ve eğitim kurumlarında ıslah olmalarını ummuşlar. .. İlk görünüşte oldukça mantıklı bir çözüm gibi görünüyor. Islah olmuşlar mı onu bilemiyoruz. Bu çeteci yada başıboş sokak çocukları yaşlarına göre, gördükleri eğitim hiç hesaba katılmadan yaş seviyelerine göre okullara ve sınıflara bölüştürülmüş. Okullardan ceza alarak atılma, uzaklaştırma yada benzeri disiplin cezaları tamamen kaldırılmış, tabii mecburen sınıfta kalma gibi kurallar da. Yasanın adı da “No Child Left Behind” olarak konulmuş. İşte ben de ilk yurtdışı deneyimimde bu ortamın içine düşmüşüm. Yakından böyle bir eğitim yaklaşımı nasıl oluyor buna tanık oldum. Aynı projeyle ABD’ye geldiğimiz ve başka okullarda görev alan diğer 5 arkadaşımdan da dinlediğim gibi, bütün okullar bu çeteci çocukların tehdit alanlarına dönüşmüştü, tehdit altında olan diğer öğrenciler büyük bir psikolojik baskı ve korku altında kalıyordu. Çalışan çocuk çalıştığını belli etmemeye, düzgün aile çocukları hergün gördükleri psikolojik baskılarla ya onlar gibi olmaya yada okuldan soğumaya başlıyorlardı. Bazıları da onlara boyun eğip rol yapmaya, onların işbirlikçileri olmaya başlıyorlardı. Okulda birbirleriyle asla anlaşamayan küçük dedikodu grupları çoğalmıştı. Sokak elebaşıları gibi onlar da içine kapalı, yada onlar gibi olmayanlarla alay ederek, dışlayarak, korkutarak eğlenmeye başladılar. Yalan söylemek son derece normaldi. Biz bunları Amerikan filmlerinde bolca izliyoruz ama bu kadar yaygın olabileceği, her okulda benzeri bir tablo olabileceği benim hiç aklıma gelmemişti. Oradayken gazetelerden birinde gördüğüm haber de ilginçti, ABD’de göreve başlayan öğretmenlerin dörtte biri çok kısa zamanda işi bırakıyor diye. Doğrudur, hiç şaşmadım. Benim Amerikalı arkadaşlarımdan biri de böyle bir ortama tahammül edemeyerek yıllar sonra öğretmenliği bırakıp düşük ücretle bir kargo şirketinde basit bir görevde çalışmaya başladı.

Bu zor koşullarda bir de eğitim nasıl yapılıyor, ona bakalım…Sınıflardaki öğrencilerin eğitim seviyeleri arasında büyük bir uçurum vardı. Sürekli idareciler toplantı yaparak derslerde seviyelerine göre öğrencileri ayırmamızı, o şekilde eğitim yapmamızı öneriyorlardı, doğrusu da oydu. O dönemde ihtiyaç üzerine hemen ‘Differentiation Strategies in Class’ kursuna yazıldım, faydalandım ama uçurum öyle büyüktü ki 7, 8 ve 9’uncu sınıflarımda okuma yazma bilmeyen, 2 ile 3’ü çarpamayan, çarpım tablosundan habersiz öğrencilerim çok vardı. Sınıfı seviyelere böl demek kolay, hem çok sorunlu hem de hiç eğitim görmemiş ile yaşının ortalama bir eğitimini görmüş çocuklarla aynı ortamda ne kadar grup çalışmaları uygulayabilirsiniz. Yapmaya çok çalıştım, ama her ders için inanılmaz yoruldum, gece yarılarına kadar her sınıfta yapabileceğim farklı ders planlarını oluşturup hazırlıklı olarak öyle okula gittim ama pek iyi sonuç aldığım söylenemez. Karşınızda öğrenmeyi reddeden, yardımlaşma bilmeyen, okula kitapsız, deftersiz, kalemsiz gelen, her an isyan çıkarmaya hazır öğrenciler vardı. Bir tanesine yazması için kalem verdim, kalemi ortadan kırıp çöpe attı. Ögrencilerin hepsi aynı değildi ama diğerleri de onların yanında çok çekingen davranıyordu. Buna üstlük bir de her sınıfta uyumsuz ve öğrenme zorluğu olan öğrenciler bulunuyordu, arada bir Özel Eğitim görmeleri için başka bir sınıfa yolluyorduk yada istek üzerine özel eğitim öğretmeni gelip çocukla birlikte dersi izliyor, yardım ediyordu. Okuldaki öğretmenlere baktığımda, benim gibi çırpınan idealist olan bir iki kişi vardı, ama çoğu bu durumda yapabildikleri kadar konuları işliyorlar, oyunlar oynatmaya çalışıyorlar, yada kolay vakit geçirebilecekleri birşeyler derste yaratmaya çalışıyorlardı. Amaç birşeyler öğretmek değil, o günün dersini sorunsuz, kazasız belasız atlatmaktı. Sözün kısası eğitim amacı değişmiş, okulda öğrenciye öğretmekten çok, çocuğu okul sınırları içinde sorun yaratamayacakları bir şekilde meşgul etmeye dönüşmüştü. Zaten öğretmenlerin dersteki sorunları çözme, kavgaları, hakaretleri önleme konusunda kanunlar gereği elleri kolları bağlıydı. Hiçbir öğrenci dersten atılamıyor, disipline verilemiyor, verilse bile okuldan uzaklaştırma cezası alamıyordu. En çok kullanılan ceza “detention” dedikleri ders dışında öğrencinin öğretmen tarafından sınıfta kısa bir süre alıkonarak, özür dilemesi sağlanmaya çalışılıyor yada bir sayfa bunu neden yaptığını, bir daha yapmayacağını yazması isteniyordu. Peki yazıyorlar mı, hayır… Öğretmen ısrarcı olursa, öğretmen yanlış iş yapmış oluyor, idare tarafından ikaz ediliyor. Eğer öğretmen gördüğü hakaretlere öfkelenir de sesini filan haza yükseltirse yandı, öğrencinin dava bile açma hakkı oluyor, tabii yalancı şahit ve yalan suçlamaları da sıklıkla kullandıklarını eklemek lazım. Öğretmen o çocukla birlikte sınıfta kalarak zamanının gitmesine mi yanmalı, sonuç alamamasına mı yanmalı, sonuç almaya çalışırsa başına geleceklere mi yanmalı… Öğrenciler bu “detention” gibi hafif cezalardan bir fayda elde etmedikleri gibi, bu cezanın hiçbir caydırıcılığının da olmamasından dolayı istedikleri gibi okullarda at oynatıyorlardı. Öğretmenler de suya sabuna dokunmadan günü kurtarmaya bakıyorlar, hiçbir olaya bulaşmadan okul saatleri biter bitmez kurşun geçirmez arabalarına atlayarak vınlıyorlardı. Öğretmenin bütün hakları, itibarı, etkisi bu ortamda tamamen azalmış durumdaydı. Bir olay olduğunda herkes dönüp öğretmene bakıyor, sonuç olay ne olursa olsun, öğrenci ve veli haklıdır’a dönüşüyor ve her zaman öğretmen zan altında kalıyor. Gerçi öğretmenlerin bir sendikası vardı ama ne işe yaradığını bulunduğum süre içinde pek göremedim, sadece bedava mesleki geliştirme kurslarına gitme hakkını kullanabildim. Işte gördüğünüz gibi öğretmenlik mesleği itibarını kaybedince ve bu meslek öğretmenler için son derece büyük zorluklar içermeye başlayınca, insanlar kendilerine başka işler bulmaya yönelmişler. Bu yüzden artık bu ülkede okullarda öğretmenlik yapacak insan da zor buluyorlar anladığım kadarıyla, bizim gibi üçüncü dünya ülkelerinden, Filipinler’den, Hindistan’dan öğretmen ithal ediyorlar. Kuzey Amerika çok büyük bir kıta, bu gözlemlerimi genelleştirmem doğru olmayabilir ancak bulunduğum bölgede anlattıklarımın hepsi gerçek. Mutlaka bu ülkede iyi okullar ve harika öğretmenler de vardır ama bireyselliğin ön planda olduğu, büyük çıkmazları olan bir sistemde ne kadar etkili olabiliyorlar acaba.

Okullardaki yabancılaşma o kadar ileri safhada ki, öğretmenler birbirleriyle okul içinde yardımlaşmadıkları gibi, okul dışında bile görüşmekten çekiniyorlar. Nezaketen merhabaların dışında hiçbir dostlukları olmayan insanlar bir arada çalışıyor… Okul toplantılarına bile gitmek istemiyorlar. Gitsinler diye devlet her toplantı için saat başına para ödüyor. Neden habire her toplantıda “team work” demelerinin nedeni bu. Türkiye’de her çalıştığım okulda, zaten kendiliğinden herkes birbiriyle bilgi alışverişi ve yardımlaşma yapıyor, birlikte etkinlikler düzenliyordu, bu bakımdan gayet iyiydik.

Söyleyin şimdi, böyle bir ortamda bilgiye, dostluğa, sevgiye gençler ve yetişkinler nasıl ulaşır… Bizim birçok ailelerimiz çocuklarını ABD’deki bu liselere yollayabilmek için can atıyor, farkında olmadan çocuklarını bu terör çemberinin içine atmaya çalışıyorlar! Diyeceksiniz, okullar bu haldeyken nasıl oluyor da Amerika bizden daha ileride olabiliyor. Beyin göçü diye bir olgu var. Ayrıca iyi üniversitelere bursla dünyanın her yerinden çok başarılı öğrencileri toplayarak ve onların yetişmesine önem vererek kendi açıklarını kapatıyorlar. Bu konu ayrı bir yazı konusu, en iyi bilim adamlarımızı, en başarılı öğrencilerimizi başka ülkelere nasıl kaptırıyoruz, neden kaptırıyoruz, her ülke kaptırıyor mu, giden gelmeyen bilim adamlarımız gittikleri gelişmiş ülkeleri nasıl kalkındırıyorlar, bunları araştırmamız lazım.

Konumuza dönelim. Şimdi bir de dönüp Asya’ya bakalım. Asya ülkeleri, öğretmenler ve öğrenciler için bir cennet. Ögretmenlerin hiçbiri düşman olarak görülmediği gibi sonsuz bir sevgi ve saygı görüyorlar. Hatta toplumda öğretmenler çok saygın, aile büyükleri bile onlardan fikir alıyor. Öğrencilerin birbirleriyle ilişkileri son derece olumlu, okul içinde ve dışında birbirlerine asla kötü davranmıyorlar. Aralarında biri üzüldüğü zaman hepsi etrafına toplanıp yardım etmeye çalışıyor, bir kişi bir derste zayıf ise derhal ders aralarında arkadaşlarını çalıştırıyorlar. Biri sınıfta kötü duruma düştüğü zaman asla gülüp alay etmiyorlar, onlar da arkadaşları gibi utanıyor ve üzülüyor. Öğrenciler her zaman bir sorumluluk duygusu ile hareket ediyor, öğretmenlerinin ve ailelerinin zorlamasını beklemeden ödevlerini zamanında mükemmel olarak yapıyor, yapamadıkları zaman üzülüyorlar. Sınavlarına çalışırken planlı ve programlı bir şekilde çalışıyor, zamanı en verimli bir şekilde kullanıyor, ne olursa olsun çalışma planlarını bozmuyorlar. Spora ve eğlenceye de zaman ayırabiliyorlar. Bu arada ev işlerine de katılıyor, kendi çamaşırlarını mutlaka elde kendileri yıkıyor, edindikleri güzel alışkanlıklarla ailelerine yük olmuyorlar. İşte başarı artık Asya’da… sevgi, dostluk, paylaşma Asya’da.

Kendimize bakmayı da ihmal etmeyelim. Ülkemizdeki okul alışkanlıklarıyla da bazı gözlemlerimi karşılaştıracağım. Bizim okullarımızdaki teneffüs saatleri aklıma geliyor, ders zili çalınca koridorlardan çılgınca koşturarak merdivenlerden üçer dörder atlayan, ona buna çarparak koşturan, gürültüyle bağırıp çağıran, oyun oynayan çocuklar… derste öğretmenin sorusuna yanıt veremeyen yada yanıt verdiğinde hemen espri ve şaka adı altında alay yağmuruna tutulan öğrenciler, çalışana ve derste bildiklerini belli edene, çalışmayı sevene ‘inek’, dürüst ve sessiz olana ‘süt’ gibi ad takarak küçümseyen öğrenciler… Öğretmenin girdiği sınıfta bir türlü sessiz olamayan, kendi başına çalışma alışkanlığı olmayan, öğrenmeyi bilmeyen, zamanını kullanma ve çalışma konusunda bir plan yapamayan, kendini haklı çıkarmak için olayları hep ailesine çarpıtarak anlatan çocuklar… Mutlaka çok seyredilen filmler, diziler öğrencilerimizin bu kötü huyları geliştirmesine neden oluyor. İyi özelliklerimiz de yok değil, çocukların pratik bir zekaya sahip olmaları, istediklerinde konuları çabuk kavramaları, yardımlaşma yapabilmeleri, paylaşmayı bilmeleri, öğretmenlerini (bazan korkuyla karışık da olsa) sevmeleri ve saygı göstermeleri bunların hepsi güzel ama inancımız iyileri örnek alıp daha da iyi olmak, kötü alışkanlıkları farkedip bunlardan sıyrılmak. Bizim okullarımızdaki yaşantıya karşılık , Çin’de yatılı öğrencilerin okul çıkışında mutlaka duş almaları ve gün içinde kullandıkları bütün çamaşırları elde yıkamadan yemek için dışarı çıkmamaları çok ilginçti. Her sabah kalktıklarında odalarını topluyorlar, yataklarını yapıyorlar, tertemiz giyiniyorlar, saçlarını örüyorlar, en düzgün şekilde derslere geliyorlardı. Derslerde hiçbir öğretmenin ikaz etmesine gerek kalmadan sessizce ders dinleniyor, gerektiğinde birbirleriyle fısıltı halinde konuşuyorlar, etkinliklerde yardımlaşıyorlardı. Ders aralarında bile koridorlarda çığlıklar, itiş kakış olmuyordu. Herkes sakin sakin tuvalete gidiyor, bahçeye iniyor, kolkola dolaşıyor, sohbet ediyordu. Yemek saatleri ya okulun kantininde düzgün sağlıklı yemeklerini yiyorlar, yada dışarıdaki sağlıklı yiyeceklere yöneliyorlardı. Bu konuda da titizdiler. Kimse elindeki parasıyla çikolata, cola, biskuvi yada fast food peşinde koşmuyordu.

Örnekler anlatmakla bitmez, ancak kültür alışverişinde iyi olanı görelim, kendini ve halkını geliştiren toplumları yakından izleyelim. Emperyalizmin dayattığı kültüre çocuklarımızı esir etmeyelim.

Bugün her yıl karşımıza yeniliklerle gelen teknolojik gelişmelerin tuzağına çocuklarımız düşmemeli. Bunda bizlerin de bilinçli olması gerekli. Okullarda en iyi eğitimi yapmak için mutlaka ipad, bilgisayar, smart tahtalar, gelişmiş hesap makineleri, mobil telefonlar, internet, AI gibi sonuçlara kolay erişim kaynakları gerekli değil. Okul seçerken bu tür özellikler gözlerimizi boyamamalı. Çocuklarımızı konusunun ne olduğunu bile bilmediğimiz bilgisayar oyunlarından uzak tutmalı, mobil telefonlarıyla bütün iyi zamanlarını sarfetmelerini önlemeli, sosyal medya hastalığından uzaklaştırmalı, onları daha çok spor yapmaya, okumaya, arkadaşlıklarını iyi etkinliklerle ve oyunlarla geliştirmeye yönlendirmeliyiz.

Bence çocuklarımıza gerekli olan ‘öğrenmeyi öğrenmek’, ‘kendi başına çalışabilmek’tir. Bunun için de okuma, anlama ve kendilerini ifade edebilme yeteneklerini geliştirmeli, düşünmeyi öğrenerek bilgiye ulaşabilmeli, yeni teknolojiyi nerede nasıl kullanacaklarını anlayabilmeli, yaşayarak ve deneyerek öğrenmeli ve farklı kültürleri tanımalıdırlar.

Bir eğitimci olarak sizlerle Çin-Türkiye-Amerika eğitim gözlemlerimi paylaşmaya çalıştım. Daha sonraki yazılarımda başka ülkelerdeki gözlemlerime de yer vereceğim.

Çinli Fudan Lisesi ortakokul öğrencileri Türkiye gezisi sırasında İzmir Ege İlkokulunda Türk öğrenci kardeşlerine Çin kaligrafisi öğretirken.

İstanbul Sabancı Müzesinde İslam Kültürü sergisinde İslam Medeniyeti hakkında bilgi edindiler.

Sabancı Müzesi gezisi

Fudan International School öğrencileri tarih derslerinde öğrendikleri bilgileri tarihi olayların geçtiği gerçek yerlerinde incelediler ve Çin’e geri döndüklerinde bu incelemelerinin sunumlarını arkadaşlarına yaptılar.

Türk, Çinli ve Amerikalı öğretmenlerin gezi dolayısıyla bir araya gelmeleri sayesinde sohbetler eğitim sistemlerindeki metotlar ve kültürel farklılıklar üzerinde yoğunlaştı.

Fudan International School öğrencilerinin Şirince Matematik Köyü’nde Prof Ali Nesin ile yaptıkları etkinlikler sonunda kendisine Çin okulunun hediyesini sunduk


Gaziemir Nasa Uzay Kampı’nı ziyaret eden öğrenciler yaptıkları simulasyonlarla uzay, yerçekimi ve uzay araçları hakkında çok bilgi edindiler.

Fudan International School ve İzmir Ege Lisesi öğrencilerinin dostlukları adına öğrenciler tarafından verilen müzik konseri.

Fudan International School öğrencileri İzmir Ege Koleji’nde Türk kültürü ve folklörü öğrenirlerken.

Bunları da sevebilirsiniz