Dış Politikada Güç Dengesi ve Küresel Saflaşma

Türkiye’de son dönemde dış politikaya ilişkin tartışma ve saflaşmalarda, emperyalizme ilişkin tavır da öne çıkıyor. Kimileri, ABD emperyalizminin gücünü koruduğunu, kimileri de gerilemekte olduğunu savunuyorlar. Bu tartışma şüphesiz ideolojik bir cepheleşmeyi de yansıtıyor.

Tartışmayı daha sağlıklı zeminde yürütmek için, takım çantamızda siyasal iktisat var, tarih var, jeopolitik var. Tartışalım o halde…

Tarihsel olarak bakıldığında, dünyada güç dengesi, 100 – 150 yılda bir değişir. Bu gelgit, bu sarkaç, bu tahterevalli, batı ile doğu arasında gidip gelir. Coğrafi olarak bakıldığında, bu gelgitlerde öne çıkan üç kıta; Asya, Avrupa ve Amerika’dır. Daha ayrıntılı bakıldığında, ülkeler bazında incelendiğinde, öne çıkan devlet sayısı da fazla değildir. Batıda İngiltere, Fransa, ABD; doğuda Çin ve Rusya öne çıkarlar.

Buna karşılık, dünyanın 5 büyük ekonomisinden biri olan, sanayi toplumu, sanayi kültürü, sanayi disiplini denince hemen akla gelen, teknolojik altyapısıyla dikkat çeken Almanya yoktur, bu listedeki başat devletler içinde. Her iki dünya savaşına da katılan, her ikisini de kaybeden, buna karşın her iki yenilgi sonrasında da hızla toparlanan, kalkınan Almanya, geçmişte, hem birliğini geç tamamladığı hem sömürge kapma yarışında geciktiği hem de etkili bir deniz gücü olamadığı için, küresel ölçekte İngiltere veya Fransa gibi öne çıkamamıştır. Günümüzde de askeri bir güç olmaması, nükleer silahının bulunmaması nedeniyle, ekonomik, teknolojik, bilimsel, endüstriyel gücüne koşut bir politik, diplomatik güç değildir. Olmak için çabalamakta, bu yönde adımlar atmakta, Avrupa Birliği’ni bu amaçla kullanmaktadır. Fakat amacına ulaşamamıştır. Üstelik Ukrayna’daki savaşla birlikte, bu yöndeki düşüncelerinde de duraklama, gerileme görülmüştür. Keza bu savaş, ABD’nin hegemonya kabiliyetinin zayıfladığını da açıkça göstermiştir.

Geçmişte denizlerde hayli başarılı olmuş, ticarette öne çıkmış, sömürge kapma yarışında dikkat çekmiş Hollanda, İspanya, Portekiz gibi ülkeler de, günümüzdeki keskin rekabette açık ara geride kalmışlardır. Örneğin, imparatorluk deneyimi, uygarlık birikimi, devlet kurma kabiliyeti yüksek olan Türkiye ve İran da günümüzde, doğunun lider güçleri arasında sayılmazlar. Her ne kadar Latin Amerika’da Brezilya, Asya’da Hindistan gibi devletler dikkat çekseler de, küresel ölçekte iddia sahibi olmaları, bugün için olanaksızdır. Doğuda Hindistan, nüfusuyla (Çin’i geçerek ilk sıraya yerleşti), büyüme hızıyla, teknolojik atılımıyla, ordusuyla, nükleer kapasitesiyle, ABD, İngiltere ve Rusya’yla yakın ilişkileriyle iddialı bir ülkedir. Destek verdiği tarafın lehine, küresel dengeleri değiştirebilecek bir aktördür. Bu bağlamda ayrı bir başlık altında incelenmesi gerekir.

Özetle, dış politikada kısa sürede bölgesel aktör, küresel güç olmak olanaksızdır. Zamanı, zemini, şartları vardır. Dahası, bu şartları iyi değerlendirecek tarihsel tecrübe ve liderlik kapasitesi çok önemlidir. Akılcılık, gerçekçilik zorunludur. Dengeli olmak, konjonktürü gözetmek, istikrarlı, öngörülebilir, güvenilir bir siyaset takip etmek zorunludur. Caydırıcı olmak şarttır. Gerektiğinde ittifaklar kurabilmek, ittifaklara öncülük edebilmek de saygınlıkla doğrudan ilgilidir.

Bunları da sevebilirsiniz