Masum, Masumdu… Katledildi ve Beraat Etti

Sessizlik kimi zaman cinayettir

Hepimizin malumu, teröristler bir iddianame yazdı. Bu iddianame kabul edildi. Teröristlerle iş tutanlarca insanlar linç edildi, toplumun hafızası bozuldu, akıl tutuldu. Teröristlerin fiilleri sonucu bir Korgeneralin ve daha nicelerinin rütbeleri söküldü. Haklarında akıl almaz iddialar sarf edilen bir subay öldü, göz göre göre ölüme terk edildi. Devletin nazarında er olarak gömüldü. Silah arkadaşlarının, dostlarının ve mücadele arkadaşlarının nazarında en yüksek rütbeyle, şehitlik mertebesiyle toprağa verildi. Ruhu şad olsun!

Vural Avar’dan bahsediyorum. Unvanı eksik kalsın, unvan onların olsun. Onların unvanlarını sökenler, darbenin hasını yapmış adamı Devlet Mezarlığına gömdüler. Bu da bize dert olsun.

Vural Avar’ın ölümünü ayrıksı kılan bir yan var. Ceza Hukukunda yargılanmak, ceza tabi tutulmak için kişinin iradesinin varlığı hayati önem taşımaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun 32. Maddesinde ”akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.” denmekte; yine aynı maddenin ikinci fıkrasında: ”Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir. Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.” belirtilmektedir.

Vural Avar demanstan muzdaripti, Alzheimer Hastalığı tetiklendi. Davranışlarını yönlendirme yetisi zarar görmüştü, temel insani ihtiyaçlarını gideremiyordu. Buna karşın, kamu görevlisi olan ve kamu görevi ifa eden hekimlerce Vural Avar’ın durumuna dair, ”cezasının infaz edilmesini engelleyici fiziksel bir durumu olmadığı”ndan bahisle bir rapor hazırlanıp imzalandı. Bu rapordan ötürü, kamuoyunda ilgili hekimlerce malpraktis davası açılması gerektiği söylendi.

Hekimin hatalı tıbbi uygulaması/müdahalesi malpraktis (hatalı uygulama) davası konusu olabilir. Vural Avar için yazılan rapor, bir tıbbi müdahale değildir. Dolayısıyla, hekimlerinin fiilinin cezalandırılmasının veya hekimlerin sorumluluğunun malpraktis davasının kapsamına alınması mümkün değildir. Ne var ki, bu olayla birlikte hekimlerin bu tür olaylardaki sorumluluğu üzerine kamuoyunu bilgilendirme gereği hasıl olmuştur.

İlgili hekimlerin raporunu ayrıntılı inceleme fırsatı bulamadım. Bu raporun özgün haline internetteki açık kaynaklardan ulaşamadım. Bu nedenle, değerlendirmem eksik olabilir. Fakat kamuoyuna ulaşan bilgilerden hareketle ilgili hekimlere karşı Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesine dayanılarak dava açılabileceği kanaatindeyim. Gelin bu maddenin konuyla doğrudan ilgili birinci fıkrasına bakalım: ”Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Bu suçu işleyebilecek kişi kamu görevlisidir. Söz konusu hekimler bu bakımdan bu suçu işleyebilecek niteliktedir. Yaptıkları görev kamu görevidir. Bu görevi ifa ederlerken kanunda ayrıca suç olarak tanımlanmasa bile (gerçi bu olayda Vural Avar’ın yakınları olası kastla ölüme sebebiyet verme suçundan bahisle şikayette bulunmuşlardır) hekimler görevlerinin gereğine aykırı hareket etmişlerdir. Zira hekimler, iradesi sakatlanmış, akıl hastalığı addedilebilecek bir nörolojik rahatsızlıktan muzdarip hükümlünün cezasını Ceza İnfaz Kurumu’nda çekmesinde ”fiziken bir engel olmadığı” yönlü bir rapor hazırlayıp bu raporu imzalamışlardır. Görevlerini yerine getirmemeleri nedeniyle hükümlü Vural Avar’ın ve yakınlarının mağduriyetlerine, gerçekleşen olay nedeniyle kamunun zararına yol açmışlardır. Dolayısıyla, yaptıkları fiilin ceza kanununundaki başkaca suç kategorilerine girmemesi durumunda bile TCK’nın 257. maddesinde düzenlenen ”Görevi Kötüye Kullanma” suçundan hareketle hekimlerin sorumluluklarına gidilebilecektir. Burada hekimlerin hem cezai hem de hukuki sorumlulukları doğacaktır. Esasında böyle bir sorumluluğa gidilmesinde diğer hekimlerin yararına da bir durum söz konusudur. Bundan sonra, talimat gereği diye, kamuoyu baskısından veya bir cemaatin, bir siyasal erkin korkusundan hareketle böyle bir suça kalkışmak istemediklerinden bahisle, hekimler kanun dışı talimatlara karşı koyabilecektir.

Her şey bir yana yaşanan bu elim olaya dair Türk Tabipler Birliği’nden, internet sitelerinde görebildiğim kadarıyla, herhangi bir ses çıkmamıştır. İnsanı yaşatma görevini üstlenmiş hekimlerin meslek birliğinin böylesi bir skandala dair sesinin çıkmaması üzücüdür. Vural Avar’ın başına gelenler tekil değildir.

Ceza İnfaz Kurumlarında ve genel olarak tıbbi sağlık durumu raporlarında ”fiziken” ve ”ruhen” sağlıklı sıfatları çağımızın bilgileri ışığında yeniden gözden geçirilmelidir. Sözümona ”ruhsal” hastalıkların ”fiziken” de hastalık olduğu konusunda günümüz biliminin bir kuşkusu olduğunu sanmıyorum. Zira artık beyin araştırmalarından azade bir klinik psikoloji ve psikiyatrinin boşa konuşmaktan öteye gitmeyeceğinin anlaşıldığını umuyorum.

Vural Avar’ın manen ve maddeten tutukluluğuna tıbben onay verilmesinin hukuki olmadığı açıktır.

İçinde bulunduğumuz durum o kadar hazin ki Vural Avar’ın hakkında düzenlenen rapor üzerinden cezayı konuşuyoruz. Oysa daha en baştan mahkumiyeti tartışıyor olmalıydık. Sahi bu mahkumiyet kararının ardında başka mesleklerin sorumluluğuna ne demeli! O da ayrı bir yazının konusu.

Bunları da sevebilirsiniz