Emperyalizme Karşı Büyük Zafer Yılı 1922, 100 Yaşında

 

Düşmanla Savaşı Bir Kez Kazanmak Olmuyor, Her Zaman Kazanmak, Düşmanı Hep Yenmek Gerekiyor!

Uzun yıllar emperyalizm,

Avrupa’ya hakim oldu. Ancak

emperyalizm ölüme mahkumdur.”

MUSTAFA KEMAL1

20. yüzyıl emperyalizm yüzyılı. Batı tarafından fethedilmiş dünya yeniden fethedilmeye çalışılıyor. “Fatihler”in, Avrupalıların, Batı’nın sömürüsünün sömürgecilik, kölecilik, köle ticareti gibi yükleri vardı. Sürdürülemezlikleri ile birlikte açık rezilliklerdi. Böyle çirken, kötü ve köleliği de barındıran bir sistemle değil, bu olumsuzluktan kurtulmuş, daha “uygarlaşmış”, daha “insanileşmiş” ve incelmiş, ama daha gelişmiş, daha kökleşmiş ve daha iyi yapılanmış bir sistemle sömürünün yürütülmesi ve devam ettirilmesi gerekiyordu. “Fatihler”, sömürgeciliği geride bırakmalı, ayakbağından uzaklaşmalı ve “modernleşme”ydi. Böylece işler, yeni ve “modern” bir çehreye bürünerek, sürdürülebilirliği de olan bir sisteme dayanmalıydı.

Fakat, o da ne? 19. yüzyıl kültürel ve siyasal bakımdan öyle bir zenginleşmiş ve hazırlanmıştı ki, sömürü sistemine seçenek olacak bambaşka bir sistemin olabileceği düşünülmüş, tohumları atılmış, teorisi yapılmış, ayrıntıları bile ele alınmıştı. Sanayi devrimiyle birlikte bunları sağlayacak ve ilgili gelişmelere önderlik edecek yeni ve canlı bir sınıf da oluşmuştu.

Bu gelişmenin devamı olarak emperyalizm yüzyılı olan 20. yüzyıl, bu yeni sistemin de, emperyalist sistemin de sürdürülemezliğini keşfetmiş, belirlemiş, ortaya koymuş, kanıtlamış, sömürücülerin bütün sürdürülebilirlik heveslerini ve umutlarını tuzbuz etmişti. Çünkü yeni sömürü sistemi, en son sömürü sisteminin, kapitalizmin sonuydu, son aşamasıydı, sömürü için sonrası da yoktu. Ayrıca kendisi de ölüme “mahkum”du! Çünkü ezenler ve ezilenler olarak, sömürenler ve sömürülenler olarak ikiye ayrılmış olan dünya, o zamana kadar akla gelmeyen yepyeni şeyler vaat ediyordu. Sömürülenler olarak ortaya çıkan dünya belirleyen olmuştu. Üstelik artık ileri olan, Batı dünyası, kapitalist dünya değil, Doğu dünyasıydı. Sömürge olarak çaresiz ve güçsüz olan ezilen ve sömürgeleşmiş dünya, artık güçlü olduğu gibi 20. yüzyılda her türlü gelişmenin de merkeziydi. Avrupa’nın ve sonradan dahil olanlarla birlikte Batı’nın siyasal devrimleri, artık Batı’da değil, Doğu’da olacaktı, oluyordu. Bu, devrimlerin ve her türlü gelişmenin pratiğinin de Doğu’ya geçmiş olduğunu, bundan böyle önem taşıyan ve anlamlı olan her şeyin Doğu’dan geleceğini, Doğu’da cereyan edeceğini göstermekteydi.

Nitekim, 20. yüzyıl, Doğu devrimleriyle başlamıştı. Rus Devrimi, Türk Devrimi, İran Devrimi, Çin Devrimi vb. devrimler, insanlığı ileriye taşıma yerinin Doğu ile dünyanın “Batı-dışı” bölgeleri olduğunu hem göstermiş, hem de kanıtlamıştı. İlk dönüştürücü ve yeni toplum modelleri olan devrimler de Asya coğrafyasındaydı; 1917 Sovyet Devrimini, Türkiye’nin 1920 Cumhuriyet Devrimi izledi.

Türk Devriminin önderi Mustafa Kemal, Rusya Sovyet Cumhuriyeti’nin “Mazlum Doğu âleminin uyanmasına ve kurtuluşuna yol açan” bir rol oynadığını belirtmişti.2 Elbette Türk Devrimi için cesaretlendiriciydi ve dayanaktı.

Bu iki büyük Devrim, birbirini tamamladı, birbirini takip etti, dayanışma içindeydi ve emperyalizme karşı ortak bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesini birlikte yürüttüğünden yan yanaydı. Sovyet Rusya’sında Çarlık generallerini örgütleyen, silahlandıran, kışkırtan, besleyen ve savaştıran İngiltere Devrimin ordusuyla, Kızıl Ordu’yla başa çıkamadı. Aynı şekilde, İngiliz ve Fransızlarca İzmir’e çıkartılan Yunan ordusu da bağımsızlık için mücadele eden Türkiye halkı ve Cumhuriyet silahlı kuvvetleri tarafından püskürtüldü. Beyaz Ordular dağılırken, Çarın gerici generalleri (Denikin, Yudeniç, Kolçak ve Vrangel) Rusya dışına, Avrupa ülkelerine kapağı atarken, Yunan ordusu ustaca planlanan ve başarıyla yürütülen Büyük Taarruz sonucunda Türkler tarafından bozguna uğratılıyor ve kaçıyordu.

TARİHİN AKIŞINI DEĞİŞTİREN BÜYÜK ZAFER

Büyük Taarruz Yunan işgalinin başlatıldığı yerde sona erdi. Bunun anlamı, emperyalizmin planları tamamen çökmüş olduğu gibi, telafisi mümkün olmayan, giderilmesi şansı bulunmayan bir durumun da ortaya çıkmış olmasıydı. İtilaf devletlerinin Çanakkale Deniz Savaşıyla başlayan yenilgisi (15 Mart 1915), Çanakkale Kara Savaşları hezimeti (6 Ocak 1916), İngiltere’nin Irak cephesindeki Kut’ül Amare felaketi (Nisan 1916) vb. ile bir başarısızlıklar zinciri meydana getirmişti. 1922 yılı ağustosunda yenilen, Yunanistan gibi görünmekle birlikte, gene İngiltere’ydi. İngiltere, savaşın yenilgilerle dolu galibiydi, ama İngiltere imparatorluğu çöküyordu. İngiltere’nin yenilmezlik efsanesi dağılmış, çekilmeler, hüsranlar ve kâbuslar süreci başlamıştı. Emperyalist olarak önde olan durumunu yitirmişti. 30 Ağustos’tan ve 9 Eylülde İzmir’in kurtuluşundan sonra ise İngiltere’de hükümet krizi vardı.

İngiltere’nin Anadolu’ya sürdüğü Yunanistan, Büyük Taarruz ve sonrasında “büyük felaket”ini yaşadı. Yunan işgalinde olan bütün kentler, kasabalar ve bölgeler birer birer geri alındı, kurtarıldı. On binlerce asker ve subay esir edildi. Yunan ordusunun kalanlarının kaçışına İngiliz savaş gemileri İzmir körfezinde yardımda bulundu, onları ülkelerine taşıdı.

Yunanistan ise altüst oldu. İzmir’e çıkılmasını isteyen, savunan ve Türkiye’yi işgale önderlik edenler suç işlemiş olarak vatana ihanetten yargılandılar, dokuz kişi idam kararı aldı, altısı hemen kurşuna dizildi (dönemin başbakanları, dışişleri ve içişleri bakanları ve generaller). İdam edilemeyen üç kişi yurt dışına kaçabilenlerdi.3

Bunlara karşılık, Türkiye tarafı, beklenmeyen büyük zaferiyle askeri savaşı diplomatik savaşa çevirme başarısını göstermiş ve sonrasında bu diplomatik ve siyasal savaşın da kazanılmasını sağlamıştı. Bir yıla yakın bir zaman geçtikten sonra Türkiye, dünya savaşının galipleri ama Türkiye’yle savaşın mağlupları ile Lozan Barış Antlaşması’nı imzaladı. Türkiye, dünya tarafından bu büyük zaferiyle öğrenildi, alkışlandı ve tanındı.

Türklerin kaderi değişmişti. Türkiye’nin bağımsızlık yolu açılmış, ülkenin geleceğini devrimci Türkiye Cumhuriyeti’nin belirleyeceği ortaya çıkmıştı. Türkiye artık gelişen, ilerleyen, özenilen bir çağdaş devlet, Türkler aşağılanmaktan ve kulluktan kurtulmuş yeni ve kendine güvenen bir toplum olmuştu.

Ancak zaferin dünya çapında da sonuçları vardı. Ezilen dünyadan bir millet, bir ülke emperyalizme karşı mücadele etmiş, savaşmış ve kazanmıştı. Bu bakımdan Türkler emperyalizme karşı zafer kazanan bir millet olarak tarihe geçti. Türklerin zaferi, evrensel devrimler arasında yerini aldı. Türkiye mazlumlar dünyasına örnek oldu. Emperyalizmi yenilgiye uğratan bir ülke olarak da hem imrenildi, hem de desteklendi.

Mustafa Kemal Paşa, milli bağımsızlık için savaşırken bunu ezilenler ve bütün dünya halkları için de yaptığımızın bilincindeydi.4 Emperyalizm Batı kaynaklı olduğu ve bir bütün olarak Batı, Doğu dünyasını olumlu ve kendine eşit görmediği bir yana, düşman ve hedef yapmıştı. Bu yüzden emperyalizme karşı savaş Doğu dünyası ve uygarlığı için de verilmekteydi. Bunu açık bir şekilde ifade etmek için Mustafa Kemal emperyalizmin saldırı ve hücumlarının “genel hedefinin bütün Doğu” olduğunu belirtmişti.5

Ayrıca Mustafa Kemal yalnız kendimiz için savaşmadığımızı birçok kez tekrarlamış, öyle olsaydı savaşımızın daha kolay olacağını bile söylemişti.6

O zamanlar herkes Türkiye’ye bakıyordu. Batı dünyası Türklerin kazanmamasını istiyor, bekliyor ve umuyordu. Çünkü Türkiye kazanırsa bunun kendilerine çok büyük zarar veren bir örnek olacağını, ezilen dünyanınsa Türkiye’ye özeneceğini, Türkler gibi yapmak isteyeceğinin, bütün ezilenlerin bağımsızlık peşine düşeceğinin farkındaydı. Doğu dünyası ve mazlum milletler gerçekten de Türkiye’nin mücadelesinin başarısı için dua etmiş, Türkiye’ye yardım yapmış, destek vermiş, Türklerin yanında olduğunu belirtmiş ve göstermişti.

EMPERYALİZME HER ZAMAN DİRENMEK, EMPERYALİZME KARŞI HER SAVAŞI KAZANMAK…

Buraya kadar anlatılanlar, tarihtir. Ve tarih yol göstermektedir. Bunun ihmal edilmemesi ve buna dikkat gösterilmesi gerekir. Tarihin bugüne gösterdiği yol, 20. yüzyılın bağımsızlık mücadelelerinin aynı şekilde bu günlerde de yürütülmesinin, ve gene aynı şekilde bütün kurtuluş savaşlarının zaferlerle sonuçlandırılmasının gerekli olduğudur.

Türkiye’nin tarihte mazlumlar dünyasına gösterdiği yol olan emperyalizme direnmek, halen de geçerlidir, bugün de başarıya açıktır. Bağımsızlık mücadelesi veren her toplum, her millet, her devlet Türkiye’yi ve Atatürk’ü hatırlamakta, bağımsızlığa sarılmakta, Türklerin mücadelesinin yol göstericiliğini değerlendirmekte, bu yolun tek doğru olduğunu ve başarıya, zafere götüreceğini bilmektedir.

Ve elbette bu yol göstericilik, her yerden önce Türkiye için, bizim için önemlidir. Türkiye tarihinin bugün Türkiye’ye, bize, kendimize gösterdiği yol, gene bağımsızlığa sarılmak, gene bir kurtuluş savaşı vermektir. Türkiye tarihinden kopmamalıdır. Emperyalizmden kurtuluş tarihini bugün de yaşamalıdır. Geçmişte bir bağımsızlık savaşı vermek ve onu kazanmış olmak, elbette çok değerlidir, ama bu sadece bir anı olarak kalmamalıdır.

Devrimler ve zaferler eğer “geçmiş” olursa, bugün de yaşamayıp geçmişte kalırsa, tarih avuntuya dönüşür, yol gösterici olmaktan da çıkar.

Bir savaş kazanılıp onun üstüne yatılmaz. Nasıl devrimler devamlılık, süreklilik gerektiriyorsa, mücadeleler ve zaferler de devamlılık, süreklilik ister. Nasıl devrimler korunmaya muhtaçsa, mücadele ruhu ve zaferler de korunmaya muhtaçtır.

Emperyalizme karşı taviz vermek ve teslimiyet yok, emperyalizme karşı mücadelede tereddüt etmek yok, emperyalizme karşı savaş kaybetmek de yok. Her zaman, emperyalizmin her saldırısına karşı direnir olmak, emperyalizme karşı her savaşı kazanmak zorundayız.

Bugün Türkiye ABD emperyalizmi tarafından hem kuşatılmış durumdadır, hem de sürekli olarak, her gün yeni bir yolla sıkıştırılmaktadır. Parçalanmaya çalışılmakta, emperyalizmin kendisi için bir tehdit ve “kötü örnek” olarak görülmekte, gösterilmektedir. Tehdidin ve baskının nedeni budur.

Saldırı açıktır. Emperyalizmin amanı zamanı yoktur. Bulduğu her zayıf noktaya, her zaafa yüklenecektir.

Ukrayna savaşının esas savaşanları içinde, bu savaşın büyük taraflarının arasında (ABD ve Rusya arasında) dengeler kurmaya çalışmak, sonunda, en büyük olasılıkla iki tarafa da yaranamamayı doğuracağından sıfır kârlılığı kesindir, ama bundan çok daha kötüsü de vardır, bizi de zarara uğratması. Ve bu tehlikeyle karşı karşıyayız.

Peki, ne için dengeciliğe başvurulmaktadır? Dengecilik, milli çıkarların gerektirdiği siyasetleri açıkca savunamamaktan kaynaklanmaktadır. Dengecilik, içerdiği yumuşak ve örtülü teslimiyeti bir strateji gibi düşünmekte, bu yüzden de uygulamaktadır. Böylece kararlılık olmayan bir olumsuzluğun gizlenmesine ve meşrulaştırılmasına yarıyor.

Eğer hedefsen, saldıranla ve saldıracak olanla seni koruyacak olanı aynı şekilde göremezsin. Biri düşmansa diğeri dosttur. Bunları eşitlemek veya birbirine karıştırmak ise gaflettir.

Her iki tarafa da eşite yakın uzaklıklarda duruyor gibi olmak, öyle gözükmek istemek, bunlar düşmanı gizlemek, düşmana yakınlaşmak anlamına gelmez mi? Düşmanı görememek, anlayamamak, farketmemek sanılmaz mı? Türkiye’ye yaptırım uygulamaya kalkan ABD’yle dost gibi olmaya çalışmak, en azından dost mu, düşman mı belli değilmiş gibi davranmak, ona karşı verilen kararlı görüntüyü zayıflatmaz mı?

Cumhuriyet korunacaksa, tarihsel miras sürdürülecekse, denge cambazlıklarına başvurarak değil, düşmanı doğru belirleyip yerini doğru saptamayla yürütülecektir. Düşmanlık yapana karşı mücadelelerden kaçınılmamalı, Amerikan emperyalizmine karşı kararlı olunmalıdır.

Ayrıca denge arayışı Doğu-Batı ekseninde de kendini göstermektedir. AB’ye kabul edilmek umudunu muhafaza eder görünmek, AB’ye “girme isteği” söyleminde ısrar etmek, “biz aynı zamanda Batı’yız, Batılıyız” diye konuşmak, uygarlıklar zemininde hala bir seçim yapılmamış gibi, tarihsel aidiyet kültürü belirsizmiş gibi izlenim uyandıracak şekilde ifadeler kullanmak, bunlar aslında işin özüdür.7

Çünkü Türkiye hiç bir zaman Batılı olmadığı gibi, Batı’yı kabul de etmedi, dahası, yüzyıllardır Türkü düşman görüp Türkle savaşan Batı’yla savaştık ve onu yendik de. Batı, Türkü hep tehdit saydı, tehdit olmaktan çıktığını belirlediği zaman da aşağı gördü, sömürge yapmak, Anadolu’dan da sürmek, hatta yok etmek istedi.

Ve artık Batı bir uygarlık olmaktan da çıktı. Batı, çöküş ve tükenişi yaşamaktadır. Bunun göstergesi ırkçılıktır. Ve ırkçılığı “Batı uygarlığı” yaratmıştır ve ırkçılığın her şekli Batı’dadır.

Batı, Avrupa ve ABD, Türkiye’ye boyun eğdirmek istiyor. Atlantik’in silahlı örgütü NATO, Türkiye düşmanıdır, ve Türkiye artık bunun gereğini yapmalıdır. NATO’dan çıkılmalıdır.

Atlantikçilikten ve Batı’dan tam kopamamak, her gün yeni bir felakete yol açmaktadır.

Avrupa, ABD’nin güdümündedir ve sürüklenmektedir. Ancak bu böyle süremeyecektedir. Avrupa’nın çıkarları ABD boyunduruğundan kurtulmasını gerektirmektedir. Ve bu da olmaktadır. Avrupalılar başlarına ABD’nin sorun getirdiğini, ABD ile yan yana ve birlikte olmanın yol açtığı zararları görmeye başlamışlardır.

Biz Türkler büyük uygarlıktan ve tarihten geliyoruz. Ezikliğimiz yok, aksine Batılı olmamak gibi bir üstünlüğümüz var.

Türkiye büyük lokmadır. Türkler hiç bir zaman boyun eğmeyi düşünmediler. Bugün de boyun eğmeyeceklerdir.

1922 yılı, yüzyılın zaferinin yılıdır. Zaferlerin zaferi 1922, bugüne gene yol gösteriyor.

NOTLAR

1The Saturday Evening Post Yazarı Isaac F. Marcosson’la Mülakat”, 13 Temmuz 1923, Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 16 (1923), Kaynak Yayınları, İstanbul 2005, s. 38.

2 “Rusya Şuralar Cumhuriyeti Temsilcisi Aralof Yoldaş’ın İkinci İnönü Zaferinin Yıldönümünü Tebriğine Cevap”, 31 Mart 1922, Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 12 (1921-1922), Kaynak Yayınları, İstanbul 2003, s. 355.

3 Bu konuda ayrıntılı bilgi için, “Emperyalizmin Kullandığı Yunanistan / İmparatorluklardan Sonra Yunanistan’da Bağımsız Bir Devlet Olmadı! – 2” (Teori, sayı 383, Aralık 2021, s. 60-78) ve “Yunanistan Nereden, Yunanistan Nereye?” (Dağarcık Türkiye, Haziran 2021 / http://dagarcikturkiye.com/2021/06/01/yunanistan-nereden-yunanistan-nereye/) başlıklı yazılarımıza bakınız.

4 Aşağıda göreceğiniz alıntılar bu düşünce ve bilinci kanıtlamaktadır:

Biz, Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı muhafaza etmekle yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerinin kuvvetleri ve malum olan her vasıtalarıyla Türk milletini emperyalizme vasıta yapmak istemelerine de mani oluyoruz. Bu suretle, bütün insanlığa hizmet ettiğimize kaniyiz.” (“Rusya Dışişleri Bakanı’na” 20 Haziran 1920, Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 8 [1920], Kaynak Yayınları, İstanbul 2002, s. 345).

Anadolu bu [bağımsızlık savaşı] müdafaasıyla yalnız kendi hayatına ait vazifeyi yapmıyor, belki bütün Doğu’ya yönelik hücumlara bir set çekiyor.” (”Azerbaycan Elçisi Abilov’un Söylevine Cevap”, 18 Ekim 1921, Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 12 [1921-1922], s. 51)

[Rusya ile] Ortaklaşa amacımız, emperyalizmle savaşmak, Doğu halklarını sömürgecilerin boyunduruğundan kurtarmaktır.” (“Rus Sefiri Aralof’un Nutkuna Cevabi Nutuk”, 30 Ocak 1922, Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 12 [1921-1922], s. 250)

5 ”Azerbaycan Elçisi Abilov’un Söylevine Cevap”, aynı yerde.

6 Örneğin:

Türkiya’nın bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi.

Türkiya azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği dava, bütün mazlum milletlerin, bütün Doğu’nun davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiya, kendisiyle beraber olan Doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.” (“Rus Sefiri Aralof’un İran Sefiri Müntazüddevle İsmail Hanı Şerefine Verdiği Ziyafette Konuşma”, 7 Temmuz 1922, Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 13 [1922], Kaynak Yayınları, İstanbul 2004, s. 136)

7 Bağımsızlık savaşımızın aslında Batı’nın Doğu’ya, Avrupa’nın Asya’ya saldırısı olduğunu bilen Mustafa Kemal daha Kurtuluş Savaşı yıllarında şöyle diyordu:

Biz Türkiyalılar Asyai bir milletiz, Asyai bir devletiz.” (“Afgan Sefiri Ahmet Han’ın Nutkuna Cevap”, 2 Mart 1922, Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 12 [1921-1922], s. 297)

Asyalı olmak, Avrupalı olmamak anlamındaydı, Doğulu olmak da, Batılı olmamak demekti, bu ifadeler açıktır ki, coğrafyadan uzak, coğrafya olmayan kültürel, tarihsel aidiyetin bilincinde olunduğunu göstermek içindi.

Bunları da sevebilirsiniz