“Zehirli Elma” ya da Bilinen Adıyla Yapısal Reformlar!

Neoliberal Küreselleşmeci Dünya Düzeni’nin, ulus devletleri deforme ederek işlevsiz kılmak üzere tasarlanmış en etkili silahı Yapısal Reformlar, siyaset ve basın dünyasından bazı yılmaz batı muhipleri eliyle yine gündeme taşındı.

1970’lerin ilk yarısında başlayıp, son 48 yılda dünyayı altüst eden, hem ülkeler içinde hem de ülkeler arasındaki gelir adaletsizliklerini daha önce hiç olmadığı kadar artıran, fikir babalığını, Friedrich Hayek ve Turgut Özal ve bizim TÜSİAD tayfasının, fikri önderi Milton Friedman’ın yaptığı neoliberal küreselleşmeci dünya düzeni projesinin gerçekleştirilmesi konusunda en temel enstrüman olan “yapısal reformlardan” bahsediyoruz.

Neoliberal küreselleşmeci dünya düzenini, ulusal hükümetlere kabul ettirmek/ettirebilmek için -gerekirse, bizde de olduğu gibi darbeler yoluyla hükümetler değiştirilerek- Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve ABD Hazine Bakanlığı işbirliğinde geliştirilen Washington Uzlaşısının sonucu olarak Dünya Bankası tarafından, “structural reform” adı altında, tüm dünyaya kurtuluş reçetesi olarak sunulan politikalar bütünü.

1973 yılında, ABD destekli kanlı bir darbeyle yönetim yapısı değiştirilen Şili’den başlayarak, öncelikle Güney Amerika’nın diğer büyük ülkelerine ve ülkemize, Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında Doğu Avrupa’ya, Arap Baharları ile Ortadoğu’ya ihraç edilen/edilmeye çalışılan söz konusu “reformların” temel özelliği, ulus devletlerin, ülkelerinde uygulanacak ekonomi politikaları konusundaki belirleyici etkisini azaltmayı, zaman içerisinde ortadan kaldırmayı hedefliyor olması. (¹), (²)

Serbest piyasa ekonomisi” adı altında tüm dünyaya servis edilen, ülkemizdeki başlangıcı, Süleyman Demirel liderliğindeki, 2. Milliyetçi Cephe Hükümeti tarafından alınan, TÜSİAD ve borç veren ülkeler destekli 24 Ocak 1980 kararlarına dayanan, 12 Eylül darbesinin sağladığı baskı ortamı sayesinde kök salması sağlanılan ve o günden sonra istisnasız tüm hükümetler -SHP, CHP, DSP’nin içerisinde olduğu koalisyon hükümetleri dahil- tarafından kesintisiz şekilde uygulanan ekonomik bağımlılık politikalarının “teknik adı” Yapısal Reformlar.

En basit şekilde anlattığımızda “yapısal reformların” iki temel amacının olduğunu söylemek mümkün..

Birinci amaç, ekonominin işleyişi üzerindeki ulusal düzenleme alanını -gümrük tarifeleri, faiz, emisyon, sermaye kontrolleri, vb- daraltmak, devletin “piyasanın” işleyişine yani ekonominin temel dinamiklerine, parametrelerine müdahalesini sınırlandırmak.

İkinci amaç, birinci amacın gerçekleştirilmesinin de doğal sonucu olarak, ekonomiyi, küresel sistemin parçası haline getirmek. Bunun ekonomik bağımsızlıktan dolayısıyla da siyasal bağımsızlıktan vazgeçmek anlamına geldiğini de ilave edelim. .

Esas enteresan olan şey ise, “yapısal reform” adı altında uygulamaya konulan söz konusu bağımlılık politikalarının yerleşmesi konusunda en yüksek performansın gösterildiği dönemlerin, içerisinde kendisini “solcu”, “sosyal demokrat”, “demokratik sol”, kendisini Atatürk çizgisinin devamı olarak niteleyen partilerin, koalisyon üyesi olarak hükümet içerisinde yer aldıkları dönemler olması. Bunun nedeni ise, bu sayede siyasi bağımsızlığın olmazsa olmazı ekonomik bağımsızlığın yok edilmesini amaçlayan söz konusu yapısal reformların, kendini Atatürkçü kabul eden kitlelere daha kolay kabul ettirilebilmesi.

Küresel mali sermaye ve arkasındaki küresel siyasi güçlerin, “solu da”, “sağı da”, Atatürkçüyü de, tarikat üyesini de aynı masada bir araya getiren çözümleri destekliyor olması tesadüf değil anlayacağınız. Özal’ın dört eğilimi bir araya getirdiğini söylemesi, Demirel’in, SHP ile ortaklık kurarak, 24 Ocak kararlarının, Özal sonrasında devamını sağlamayı garanti etmesi, 2002 yılında AKP’nin yetmez ama evetçi “solcuların”, kendilerini liberal olarak niteleyenlerin desteğiyle iktidar olması ve Cumhuriyet devrimlerini ve kurumlarını doğrudan hedef alma cesareti bulabilmesi boşa değil anlayacağınız. Kırk küsur yıllık ideolojisizleşme, “devrimleri”, yapılmış, sonlanmış bir süreç olarak görme yanlışının sonucunda gelinen nokta.

Sonuç olarak, Mahfi Eğilmez ve benzer görüşte olanlar tarafından, ısrarla farklı bir şeymiş gibi gösterilmeye, hatta Atatürk ve arkadaşları tarafından, Cumhuriyetin ilanı sonrasında gerçekleştirilen devrimlere benzetilerek,özellikle Cumhuriyet değerleri konusunda hassas kesimlere kabul edilebilir kılınmaya çalışılsa da, “yapısal reformlar” konusunda gerçek bu kadar açık. (³)

Bu şekilde bakıldığında ve hali hazırda içinde bulunduğumuz koşullar -yabancının borç parasına, malına muhtaç durumda olmamız-, dikkate alındığında, ulusal kurtuluş savaşıyla başlayıp, Cumhuriyetin ilanı ile devam eden süreçte uygulamaya konulan devrimlerin devamını getirme, sonucunu alma noktasında özellikle 40’lı yılların sonundan itibaren başlayan vazgeçiş sürecinin söz konusu olduğunu söylemek mümkün.

Bu tespit yaşanan bu karabasandan çıkışın yolunu da gösteriyor. Yarım kalan, 1940’ların ikinci yarısından itibaren yarım kalması için tüm çabaların gösterildiği ulusal bağımsızlık mücadelesinin, 70 küsur yıllık geri gidiş sürecinde özellikle ulusal eğitim, kültür ve ekonomi noktasında kaybedilenlerden başlayarak yeniden kazanılması. Ya da, Emre Kongar’ın 30’lu yılların politikası diyerek çağının geçtiğini ilan ettiği Devrimleri, nerede kalmıştık diyerek yeniden başlatmak. (⁴)

Ahmet Müfit

Kaynakça:

  1. https://repositorio.cepal.org/bitstream/handle/11362/10272/37065078I_en.pdf?sequence=1&isAllowed=y

  2. https://drodrik.scholar.harvard.edu/files/dani-rodrik/files/structural-change-fundamentals-and-growth-an-overview_revised.pdf

  3. https://t24.com.tr/haber/mahfi-egilmez-yapisal-reformlarin-en-iyi-ornegi-ataturk-devrimleridir,712650

  4. https://www.odatv4.com/makale/bir-yandan-ataturkcu-olup-diger-yandan-neoliberal-olunur-mu-17121834-152324

Bunları da sevebilirsiniz