Yüzüncü Yılda Kurtuluşun Anlamı

Yaşadığım(ız) kent İzmir Milli Mücadele’de ilk ve son kurşunun atıldığı yer olması nedeniyle ayrıcalıklıdır.

Batılıların 4 yıl süren Birinci Dünya Savaşı’na “Büyük Savaş” dediklerini düşünürsek biz Türklerin bu savaşın öncesine ve sonrasına eklediği 4’er yılla toplamda 12 yıl savaştığını göz önüne aldığımızda başarımızın boyutu daha iyi kavranmış olacaktır.

Baba tarafından dedem Yusuf Balcı İstiklâl Savaşı gazisi. Madalyası ve belgesi bana emanettir.

Anneannemin dayısı Teğmen Ali Osman Şatıroğlu da bir diğer gazimiz. Onun bir başka özelliği İzmir’i kurtaran birliklerde görev yapmış olması.

Kurtuluşumuzun 100. Yılı kutlu olsun!

Her ikisinin aracılığıyla Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve tüm şehitlerimizin, gazilerimizin yüce anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” Mustafa Kemal Atatürk

İzmir’in kurtuluşunu Atatürk’ün fikir babası Ziya Gökalp’in iki şiiriyle kutlayarak başlamalı söze.

Her iki şiir Küçük Mecmua’nın II. Cildinden alıntılandı. (Küçük Mecmua, 3 Cilt, Şahin Filiz’in çevirisiyle Pankuş Yayınları’ndan okurla buluştu)

Milli Mücadele’nin her aşamasıyla ve elbette Büyük Taarruz’la başlayıp İzmir’de biten son evresiyle ne denli övünç duysak azdır. Eşi benzeri görülmemiş bir askeri başarılar dizisinin son halkasıdır her birisi.

Askersel başarıya odaklanışımızın tersine onu izleyen iktisadi başarıya ilgisiz kalmışızdır çoğu zaman.

Oysa, her birisi bütünün parçalarıdır. İktisadi başarı olmasa askersel başarı çoktan unutulmaya yüz tutardı. Cumhuriyet değil 100. yılını çeyrek yüzyılını bile göremezdi.

9 Eylül’ü 100. Yılında coşkuyla kutlarken askersel başarıyı taçlandıran ekonomik devrime değinelim.

Silahlar susar susmaz Lozan’da diplomasi savaşına girdi Türkiye. O savaşa girenlerin başında da silahını henüz susturmuş İsmet İnönü vardı.

Lozan’daki ilk bölüm görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardındaki en önemli neden kapitülasyonlardı. Birinci Dünya Savaşı’nı yengiyle tamamlamış, Kurtuluş Savaşı yenilgisini Yunan’a yıkmış emperyalist Batı, savaşı Türkler kazanmamış gibi üstünlüğünü kapitülasyonlar aracılığıyla sürdürme kararlılığındaydı.

Hükümet fabrika yapamazmış, milli sanayiyi desteklemeye ve gözetmeye çalışamazmış. Belediyeler ticaret yapamazmış. İktisadi girişimler yalnızca kişilerden ve şirketlerden beklenirmiş.” Ziya Gökalp (Küçük Mecmua, Cilt III, s. 11) Günümüzde bu ve benzeri sözleri söyleyenleri Milli Mücadele, Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti karşıtlığıyla etiketlememiş olmak önde gelen eksikliğimiz olmuştur.

Yukarıdaki sözleri son 40 yıl boyunca sayısız kez okumuşuzdur, işitmişizdir. Oysa, bu sözler 1922 yılının sonunda Ziya Gökalp’in Küçük Mecmua’da yayımlanan bir yazısından alındı. Gökalp yazısında, iktisadi başarıya giden yolda Tanzimatçı anlayıştan kurtulmanın gereğine vurgu yapıyor.

Tanzimatla ekonomik yıkımı ilişkilendirmek için anahtar sözcük Baltalimanı olabilir.

Milli Mücadele’yi utkuya eriştirenlerin Cumhuriyet’i kurmadan Lozan’da kapitülasyonlara odaklanan kararlılığı da bundandır.

Diğer yandan, aynı kadroların Cumhuriyet’i kurmazdan önce onun sağlam temelini iktisatla atmak istemeleri de bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Kaç tane damızlık boğanız var?”

Yukarıdaki soru Mustafa Kemal Paşa’dan gelmiştir. Ocak 1923’te İzmir İktisat Kongresi yolundayken Eskişehir’de bir araya geldiği yetkililere yöneltmiştir. Tarım ve hayvancılık yoksa bir hiçsin anlayışının yansımasıdır.

Saban kılcı yener.” özlü sözü de anımsanabilir yeri gelmişken.

Bir yandan sanayiyi kurarken diğer yandan yerle bir olmuş tarım ve hayvancılığı ayağa kaldırma isteğinin gereği olarak da sorulmuştur bu soru.

Tarım ve hayvancılık konusunda Türk milletini özendirmeye çalışan Mustafa Kemal Paşa sorularla ve sözlerle yetinmeyerek köylünün önüne Atatürk Orman Çiftliği’ni ve yurdun dört bir yanında Devlet Üretme Çiftlikleri kurarak düşmüş. Söylemini eylemle tamamlamak bu olsa gerek.

Bugün yaşanmakta olan ekonomik krizin önde gelen öğesi olarak besin darlığı ve pahalılığına geldiğimizde Tarım Kredi Kooperatifleri’nin sıkça gündeme getirildiğini görüyoruz. Atatürk adını hemen her yerden silmeye çalışanların dört elle bu Ata kurumuna sarılmış olmaları da ayrıca ibretlik bir olgu olarak tarihe geçmiştir.

Otuzlu yılların kurumunun otuzlu yıllardan nefret edenlerin tutunacak dalı olması da ilginçtir.

Bugünkü yönetenlerimizin bu ulu çınara dört elle sarılması elbette doğrudur, yerindedir. Ancak, onun da işlevli olabilmesi üretimle olasıdır.

Somali’de, Sudan’da ve hatta Venezüela’da tarım yapma tasarımlarına bel bağlandığı günümüzde üretimi başarmak için önümüzde epeyce yol olduğu acı gerçeğimiz olarak karşımızda durmaktadır.

En yoğun günde on bin aracın ancak geçtiği köprüden 45 bin geçiş güvencesi verecek denli yüce gönüllü ve (herhalde) kasası dolu devletimizin tarım ve hayvancılık başta olmak üzere her alandaki üretkenliği, verimliliği artırması bir yana öncelikle ayağa kaldırmasını beklemek doğal hakkımız olmalı!

Lord Curzon’ın, ilk tur Lozan görüşmeleri sırasında istediklerini vermekten kaçınan İsmet Paşa’dan yılıp, isteklerini listelediği kâğıdın bir daha onun cebinden çıkmasını istemeyenlerin utkusudur Cumhuriyet’in iktisadi bağımsızlık tutkusu.

İzmir’in Kurtuluşunun 100. Yılında ve elbette önümüzdeki yıl Cumhuriyet’in dalya yılında askersel başarıları göz ardı etmeden, o başarıları bizlere armağan edenleri hiç unutmadan iktisadi bağımsızlık üzerinde durulmalı.

Kurtuluşun 100. yılında dilimizden eksik olmayan “ekonomik kurtuluş savaşı” hiç olmazsa düşünmemizi sağlamalı.

100 yıl önce kazandığımız ekonomik bağımsızlığı yitirmiş olmalıyız ki yeniden elde etme çabası içindeyiz.

Cumhuriyet kadrolarının yönetim dışı kaldığı son 3 çeyrek yüzyılın palavraya denk düştüğü ortadadır.

Bunları da sevebilirsiniz