Geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada, “Altı lider Türkiye’ye huzuru getirecek” diyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sonrasında, “Biz, 6 lider bir araya gelerek Türkiye’nin kaderini değiştirmek istiyoruz.” diyerek, kendisi açısından 6+ Masasının anlamını ve amacını açıklamış oldu.
Siyasi çerçeve, “huzur” ve “kaderini değiştirmek” gibi soyut ve her yöne çekilebilecek kavramlarla tanımlanınca, olası bir iktidar değişikliğinde gerçekte neyin değişeceğini, neyle karşılaşacağınız anlamak, anlamlandırmak da zorlaşıyor.
Bu tür soyut kavramların kullanılma nedeninin bilinçli bir tercih olduğu, masayı oluşturan kişilerin kimliklerinden, siyaseten izlenen ve masanın devamını sağlamak amaçlı olduğu söylenerek geçiştirilen ilkesizlik -özellikle CHP açısından- ve söylenen hedeflerinin kafa karıştırıcı niteliğinden kaynaklı olarak toplumda oluşan şüpheleri gidermek amaçlı olduğuna şüphe yok.
Laiklik, üniter devlet, ulusal kalkınma, tam bağımsızlık gibi, Cumhuriyet devriminin esasını oluşturan değerler karşıtı eylemler, uygulamalar karşısındaki sessizliklerini, 1980 ANAP, 2002 AKP çizgisinin, günümüzdeki temsilcisi olmaya aday olduklarını ifade eden açıklamalarını görmezden gelmeniz, bu davranış biçiminin, “konjonktürel” bir tutum olduğuna kendimizi inandırmamızı sağlamaya çalışıyorlar.
Ne demek istediğimi, nasıl bir “huzur”, “kader değişimi” vaadiyle karşı karşıya olduğunuzu anlatan birkaç örnekle devam edeyim.
Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın, “Sizler sadece o ilin müftüsü, diyanet ve din hizmetlerinden sorumlu rehber değilsiniz o ilin bütün yöneticilerine de rehberlik yapmak zorundasınız. Milli Eğitim’deki yöneticilere rehberlik edeceksiniz, diğer kurumlardaki yöneticilere, Gençlik Müdürlüklerine hepsine rehberlik edeceksiniz çünkü siz Peygamber varisisiniz” şeklindeki, anayasayı, yasaları, kurucu ilkeleri yok sayan sözlerine dahi, sessiz kalan bir “kader değişikliğinden”, “CHP eski CHP değil” diyerek, Atatürk dönemi uygulamalarından rahatsız olan kesimlere, kurucu devrimlerden taraf duruşundan vazgeçtiği müjdesini veren bir “huzur” vaadinden bahsediyorum.
Ortak bildirilerinde, “özgürlükçü laiklik” diyerek, geçmişten bu yana laiklik ilkesini savunanları “laikçi” diyerek aşağıladığını zanneden foncu Ruşen Çakır’ların, Taraf ve Zaman taifesinin savunucusu/tarafı olduğu bir huzur vaadi.
Masanın “Mimarı” olarak anılan Kılıçdaroğlu’nun ağzından “merkez yerel dengesini yeniden oluşturacağız” denilerek ve “Türk” kimliğini, ulusu oluşturan etnik kimliklerden yalnızca biri olarak tanımlayarak, Atatürk’ün millet tanımını reddeden, HDP’den gelen Öcalan siyasi muhatap alınmalı şeklindeki açıklamalara sesiz kalarak, zımnen onay veren bir huzur vaadi.
Bunlar görmezden gelinerek, görmezden gelinmesi önerilerek ve sonuçta tıpış tıpış sandığa gidilerek desteklenmesi gereken bir “huzur” vaadi ya da mücadele etmeye cesaret edemediği için, bu “huzur vaadine” kuşkuyla yaklaşanları, AKP’yi desteklemekle suçlayan bir siyasi “manipülasyon”.
6+ Masasının “huzuru” nasıl gerçekleştireceğine ilişkin son açıklama, 6+ Masası adına “ altı partinin yetkililerinin içerisinde yer aldığı “Kurumsal Reformlar Komisyonu”, tarafından yapıldı. Neoliberalizmin küresel ölçekte devamını sağlama misyonerliği konusunda öncü rol üstlenen Daron Acemoğlu ve James Robinson tarafından yazılan kitaplarda “kurumsal yetkinlik” ve “iyi yönetişim” olarak adlandırılan ve siyasetin/ulus devletin/ulusal siyasetin ekonomi üzerindeki kontrolünü bütünüyle kaldırmayı amaçlayan “Yeni Kurumsalcılık” demokrasi diye pazarlandı. Açıklanan şeyin, Antropolog Balandier’in tanımlamasıyla, siyaseti devre dışı bırakmayı amaçlayan, teknoloji ve finans şirketlerinin güdümünde oluşan “teknokratik otoriterliğin” kurumsallaştırılması olduğu gerçeği, son 50 yıla yakın süreçte hep yaşandığı gibi, soyut içeriği tartışmalı kavramlarla gizlenilmeye çalışıldı.
Esas soru ise muhalefeti, CHP’nin öncülüğünde 2002 AKP’sine dönüştüren, CHP milletvekili Yunus Emre’nin “Kılıçdaroğlu Doktrini” diyerek, Kılıçdaroğlu’na ait bir düşünceymiş gibi göstermeye çalışarak ardındaki esas güçleri görünmez kılmaya çalıştığı bu girişimin, gerçek mimarının ya da ardındaki gerçek güçlerin kim/kimler olduğu?
Soruyu, lafı çok uzatmadan, 2002 AKP’sini dışarıda ve onların uzantısı olarak içeride destekleyenler, AKP liderini Medeniyetler ititfakı, Büyük Oratadoğu Projelerinin eş başkanı yapanlar kimlerse onlar diyerek ya da “6+ Masasını”, “Kılıçdaroğlu Doktrini” adı vererek savunanlar diyerek yanıtlamak mümkün. Ancak bizim bununla yetinmememiz, Tayyip Erdoğan’ı AKP’nin bütünlüğünden ayrı tutarak, 2002 AKP’sinin ana unsurlarını –A.Gül, A. Şener, A. Davutoğlu, A. Babacan, vb- muhalefet bloğunun içerisine alarak, AKP’yi “açılım, laiklik karşıtı eylemler/söylemler ve ulusal olan her şeyi “babalar gibi” satma eleştirilerinden ve olası soruşturmalardan korumak isteyenlerin, geçmişte AKP’yi destekleyenler olduğunu net bir şekilde hatırlayıp, ifade etmemiz gerekiyor.
Daha da ileri giderek, geçmişte Tayyip Erdoğan’ın şahsında AKP’yi destekleyen güçlerin, şimdilerde Erdoğan ve AKP karşıtı olma nedenlerinin gerçekten de Erdoğan’ın tek adamlığı olup olmadığını sorgulamak, 6+ Masasının asli ortaklarından Ali Babacan’ın, “2002 seçimleri öncesi ortamı seziyorum, güven oluşturamazsak yazık olur” şeklindeki sözlerini hatırlayıp, Babacan’ın kimin/kimlerin güvenini sağlamaktan bahsettiğini sorgulamamız, 2002’deki “güven ve desteğin” ekonomik ve siyasi bedelinin ne olduğunu hatırlamamız, açılım, özelleştirme, kumpas davalarıyla ve Avrupa Birliği patentli “uyum” ve Dünya Bankası patentli “Yapısal Reform” isimli Truva Atlarıyla nasıl çökertildiğini bıkmadan, usanmadan anlatmamız gerekiyor.
Sonuç olarak, 6+ Masası ve AKP arasında bir tercihe zorlanmaya isyan etmek, 6+ Masası tarafından vaat edilen huzurdan ve kader değişiminden, en az AKP’nin iktidara geldiği/getirildiği günlerde olduğu kadar kuşku duymak gerekiyor.