Usdışı ve Mantık: Başlangıç

Felsefenin tarihi boyunca mantık sözcüğünün bir anlamı da us sözcüğünün anlamıyla örtüşmektedir. Kimi zaman fiil haliyle uslamlama sözcüğünü kavrar. Tıpkı mantıksız düşüncelerden ve edimlerden bahsederken çelişkiye, tutarsızlığa ve olanaksızlığa gönderimde bulunduğumuz gibi usdışı kavramının gönderimde bulunduğu kavramlar konusunda kişinin zihni ve gerçeklik arasında kurduğu karşılığın gerçekleşmemesi bağlamında benzer gönderimlerde bulunuruz. İrrasyonel insan, yani usdışı insan, tutarsızlığa dayalı, gerçeklikten ya da en azından uzlaşımsal olan gerçeklikten uzak olan, çoğu zaman gerçekleşmesi olanaksız zihinsel görülere dayanan davranışlara sahip ve bu davranışları mantıksız bir şekilde gerekçelendiren kişi olarak tanımlanabilir.

Bu yazı dizisine başlarken, öncelikle us ve ilgili kavramı olağanca tarihsel bakış açışıyla tanımlamaya çalışacağım. Bu nedenle her ne kadar konu başlığı usdışı olanla ilgili olacak olsa da kavramın olumsal genişliğini daraltmak ilk başta özgün haliyle tanımlamaktan geçecektir.

Ussalcılık batı felsefenin kökeninde insanın tümdengelimsel çıkarımda bulunma yetisini, gözlem ve genelleme alışkanlığını kavramsal olarak açıklama kabiliyeti bulduğu bir zihinsel bir edimdir. Genel olarak entelektüel süreçlerin kökeni ama en yadsınamayacak haliyle tutarlılığın dışavurumu olarak ifade edilebilir.

İlk dönem felsefede, özellikle Elea okulunda, gerçek bilginin kaynağı olarak duyu deneyimleri yerine aklın ve uslamlamanın tercih edilmesi, ardılındaki felsefede özellikle kavramların mantık dizgesi bağlamında tanımlanmasında önemli bir görev yüklemiştir. Özellikle Plato ve Aristoteles’ten kökünü alan “insan özü gereği ussaldır” sloganı, ussalcılğı mantığın yanında insana daha yakıştıran bir yandır. Dahası, mantığın insanda cisimleşmiş hali, diğer bir deyişle de insanın mantık içinde özneleşmiş halidir.

İnsan erdemlerinin tanımında mantık yerine ussalcılığın bu denli sık kullanılmasının bir nedeni de budur. Aslında insan duyguları ile ruhun bütünlüğü arasında bir karşıtlık köprüsünü kurmaya çalışan Platon, mutlu ve dengeli, yani harmonik bir yaşam için hakikate gönderimde bulunma aracı olarak us kavramını kullanmıştır. Aristoteles daha da ileri giderek pratik aklın ve ahlaki erdemlerin birbirinden bağımsız olduğunu ancak yine de kişinin istencindeki bir zayıflığın, yani doğru davranışın ne olduğunun bilinmesine karşın davranışta tersinin eyleme geçirilmesinin, ilintili olması konusunda yanılmıyordu. Bu bakımdan ussacılık duygulardan hiçbir biçimde köken almayan, içtenlikten ve arzulardan tamamen bağımsız olacağı bir tanıma sürükleniyordu. Sonrasında gelecek olan rasyonalizm (adını bir anlamda ussal olandan almıştır) ve deneyimcilik bu nedenle her ne kadar zihin yetileri ile deney-gözlem arasındaki ayrımda baskın bir taraf tutmuş olmalarına karşın ölçüt olarak sadece us kavramını kullanmışlardır.

Modern felsefenin kökenini atfedebileceğimiz 17. yüzyıl felsefesinden itibaren bu ayrım daha da keskinleşmiştir. Hume’un salt tümdengelimsel ve matematiksel uslamlamayı geçerli ve sağlam kabul etmesi, dahası tümevarımın bilginin kaynağı olarak gerekçelendirilemeyeceğini reddetmesi, özellikle deneyimcilik alanında ussalcılığı farklı bir boyuta taşımıştır. Yine sonraki dönemde ardıllarını oldukça etkilecek olan ahlaki yargılarda pratik uslamlamanın oynadığı rolü reddederek günümüzde usdışının sınırlarının çerçevesini silik de olsa belirginleştirmeye çalıştı.

Meselenin diğer bir düzleminde ise özellikle özgür istenç bağlamında, ussallığın ölçütlerini pratik yargılar, eleştirel yargılar ve estetik yargılar üzerinden ifade etme çabası güden Kant’ın, ahlaki, siyasi ve toplumsal alanla birlikte diğer değer yargılarını kapsayacak şekilde çeşitlemelerini sunacak olan Hegel, Nietzsche, Schopenhauer, Marx gibi diğer filozofların terimi insancıl, dinden ve diğer erklerden bağımsız bir düzlemde ifade etmeleri yeter.

Genelleşmiş dizgeler sunan filozoflar yalnızca mantıksal olarak geçerli olanı anlatmak için değil, aynı zamanda ussal olanın gerekli doğasını anlatmak için bunu kullanmışlardır. Us, doğası gereği insanın salt gözlemleyen ve eyleyeci olmadığı, bir de tinsel bir düzlemde açıklanabilir olanla da ilgilenerek, belki de esas olarak bununla ilgilendiği için, bu bütünselliği düşüncelerin, akıl yürütmelerin, inançların, kavramaların ve insan zihnine atfedilen benzer diğer süreçlerin tanımlandığı tutarlı bir ölçüt olarak hakikate ve doğruluğa uygun düşen ve anlam kazandıran ölçütlerin tümünü ifade etmek için kullanılmıştır.

Bunları da sevebilirsiniz