3. Dünya Savaşını Kim Kazanacak?

Ünlü Alman Askeri Stratejist Carl von Clausewitz, 1832’de yayımlanan “Savaş Hakkında” (On War) isimli ünlü kitabında, “Savaş siyasetin başka araçlarla devamıdır” diyordu.

Bu söz bugün de geçerliğini koruyor.

Clausewitz’in ülkedaşı bir başka Alman, Sosyolog ve Siyaset bilimci Claudia von Werlhof da bu saptamayı güncelliyor: “Savaş yeni büyümenin koşuludur, yani sadece siyasetin değil, aynı zamanda ekonominin başka araçlarla da devamıdır.” 

Rusya’nın 24 Şubat 2022’de başlattığı kapsamlı Ukrayna Harekatı ile birlikte, artık hibrid 3. Dünya Savaşı içinde olduğumuzu daha net biçimde söyleyebiliriz.

1991’den beri farklı coğrafyalarda ve çeşitli yoğunluklarda zaten sürmekte olan 3. Dünya Savaşı, korkarım Ukrayna sınırlarına hapsolmayacak ve yine tüm etkileriyle, farklı biçimlerde küresel çapta kendisini gösterecektir.

Savaşın oluşum koşulları ya da ‘kimin haklı veya kimin haksız’ olduğu gibi uzun uzadıya tartışılabilecek konuları bir tarafa bırakır, asıl mesele olan, ‘kimin kaybedip, kimin kazanmakta’ olduğuna odaklanırsak daha iyi bir perspektife sahip olabiliriz.

Savaşın tarafları ve amaçlarını ortaya koymak sağlıklı bir değerlendirme için faydalı olacaktır.

ABD’nin liderliğindeki, Avrupa, Avustralya, Kanada, Japonya, İsrail bir tarafta.

Bunlara Batılı Kapitalistler diyebiliriz.

Bu ekip 2. Dünya Savaşı sonrası galip çıkan Amerika’nın liderliğindeki eski Avrupa Kolonyalizmi’nin devamıdır.

Bu cephede yer alan Almanya, Japonya ve İtalya, 2. Dünya Savaşı’nda yenilerek teslim olan ve vassallığı kabul ederek gelişmeden pay alan ülkelerdir.

Esasen, tüm Avrupa, 2. Dünya Savaşı sonrası önce NATO, ardından AB sistemi içinde farklı ölçeklerde ABD vassallığını benimsemiştir.

Güney Kore’yi de 2. Dünya Savaşı’nın Asya’da (Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşuna tepkisel biçimde) 1950’lerdeki devamında ABD’ye teslim olan bir ülke olarak tanımlayabiliriz.

Avustralya, Yeni Zelanda ve Kanada ise Büyük Britanya’nın yine 2. Dünya Savaşı sırasında küresel imparatorluk tacını ABD’ye sunmasıyla birlikte gelen ‘Commonwealth’ ülkeleridir.

ABD basitçe, ‘karşılıksız’ dolara dayalı (manifest destiny) küresel hegemonyasını sürdürmek istemektedir.

Diğer tarafta ise büyük Asya güçleri olan Çin, Rusya, İran, Pakistan ve Kuzey Kore vardır.

Güney Amerika’da ise Venezuela, Bolivya, Küba ve Nikaragua gibi ülkeler de bu cephededir.

Ancak bu tablo sizi yanıltmasın, Türkiye, Hindistan, Güney Afrika, Brezilya, Mısır ve daha pek çok büyük ölçekli Küresel Güney ülkesi de ağırlıklı olarak Asya cephesine yakındır.

Hatta geleneksel Amerikan uydusu olarak bilinen Körfez ülkeleri Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri dahi Asya’ya daha yakın bir konumdadır.

Asya cephesi ise küresel hegemondan bağımsızlığını kazanmak ve uluslararası hukuka dayalı bir sistem içinde eşit bir şekilde var olmak istemektedir.

Çünkü, 3. Dünya Savaşı özünde, sömürenlerle sömürülenler arasında tezahür etmektedir.

Yani kolonyalist ve emperyalist gelenekten gelen Atlantik ile gelişmekte olan ve dünyanın geleceğine damgasını vuracak olan Asya veya daha geniş bir tanımlamayla Afro-Avrasya arasındaki nihai savaştır bu.

ABD HİBRİD SAVAŞ YAPIYOR

Bu tabloda ABD gerileyen bir güçtür.

Dolar-Donanma ikilisiyle liderliğini sürdürse de, üretim ve inovasyon üstünlüğünü Asya’ya kaybetmektedir.

1950’lerde dünya üzerindeki üretimin yarısını ABD yaparken, en güçlü ülke konumundaydı.

2000’lerde ise sadece Çin, dünya perakende üretiminin yaklaşık yüzde 60’ını gerçekleştirmekteydi.

Rusya ise dünya ekonomisinin yüzde 2’lik bir kısmını kaplıyor görünse de, 17 buçuk milyon kilometrekarelik yüz ölçümü, doğal kaynakları ve rakipsiz füze teknolojisi ile küresel çapta bir güçtür.

3. Dünya Savaşı’ndaki asıl cepheleşme ise ABD ile Çin-Rusya arasındadır.

Nükleer silahlar bu savaşta en son ve çılgınca bir seçenektir.

Savaş modern çağdaki yeni tanımlamasıyla, hibrid savaştır.

Hibrid savaş, doğrudan karşılaşmamak fakat, konvansiyonel vekalet savaşları, ekonomik, mali ve ticari ablukalar, biyolojik ve kimyasal savaş yöntemleri, terörizm ve propaganda savaşları ile sürdürülüyor.

Bu konsept ağırlıklı olarak ABD’nin kullandığı bir sistemdir.

SSCB’nin çöküp, ABD’yi rakipsiz bıraktığı 1991 sonrası, Washington çeşitli şekillerde bu savaşları yürütmüştür.

Mesela eskiden müttefiki olan Irak’a iki kez saldırmış, eski Sovyet etki alanındaki Yugoslavya, Afganistan, Suriye, Libya ve Yemen’e karşı işgal, iç savaş ve vekalet savaşları sürdürmüştür.

Pek çok eski Demirperde ülkelerine karşı da renkli devrimler olarak adlandırılan hükümet darbeleri düzenlemiştir.

Amerika’nın yürüttüğü hibrid savaş, sinsi, sorumsuz ve acımasız bir mücadele yöntemidir.

Kabaca hesaplarsak, ABD’nin 1945 sonrası onlarca ülkeye yönelik bu tür müdaheleleri sonucu en az 20 milyon insan hayatını kaybetmiştir.

Bugün ise artık eskisi gibi başarı sağlayamamaktadır.

Irak’ta da istediğini tam olarak alamadı, ‘düşmanı’ İran’ın etkisi arttı.

Suriye’deki operasyonu başarısızlıkla sonuçlandı. Tek kazanımı Arap nüfusu Türkiye’ye gönderip, KuzeyDoğu’da oluşturduğu Kürt bölgeleri oldu.

Afganistan’dan 20 yıllık işgal sonrası iktidarı Taliban’a bırakıp, kaçarak uzaklaştı.

Libya’da Kaddafi’yi devirdi ama ülkeyi etkisi altına alamadı.

Türkiye’de 15 Temmuz 2016 FETÖ/NATO darbe girişimi de başarısızlıkla sonuçlandı ve ABD belki de uydu ülkeleri içinde en etkin casusluk örgütü olan FETÖ’yü tasfiye olmaktan kurtaramadı.

(Eğer FETÖ, hükümet ve devlet içinde hala etkili noktada olsaydı, tıpkı Suriye’deki gibi bizi bu kez Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı sürmeyi deneyecekti.)

Şimdi dünya daha farklı bir noktada.

3. Dünya Hibrid Savaşı, Ukrayna’da yerel çapta sürerken, yeni Soğuk Savaş adı altındaki topyekün ekonomik savaş küresel ölçekte başladı.

EKONOMİK SAVAŞ

Bu savaş Amerikan doları için bir ölüm kalım mücadelesi anlamına geliyor.

ABD, elindeki tüm balistik ve konvansiyonel ekonomik silahları savaş alanına sürüyor.

Buna ana akım ve sosyal medya üzerinden sansür ve manipulasyon yüklü propaganda savaşı da dahil.

Bu noktada ünlü Amerikalı Ekonomist Michael Hudson’a kulak vermek gerekir.

Hudson, 2008 ABD ekonomik krizi sonrası konuyu en objektif ve öz olarak tahlil edebilen önemli ekonomistlerden biri.

Hudson savaşın ters tepmeye başladığını şunları söylüyor:

Şimdi NATO’nun, SWIFT (uluslararası finansal dolaşım sistemi) sisteminden çıkarılması da dahil olmak üzere, ABD’nin Rusya’ya yaptırım çağrısının arkasında birleştiğini görüyoruz. Başkan Biden’ın dediği gibi cehennemden gelen yaptırımlarla vuruluyorlar ve işe yarıyor gibi görünmüyor. Ancak yaptırımlar ters etki yapıyor. Gıda, gübre, petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki hızlı artışla AB ve ABD’yi oldukça sert vuruyor.”

Michael Hudson, savaşın başka bir yönüne de dikkati çekiyor. Ona göre, savaş içinde başka savaşlar yaşanıyor:

Savaş Rusya veya Ukrayna’ya karşı değil. Savaş Avrupa ve özellikle de Almanya’ya karşıdır. Yaptırımların amacı, Avrupa ve diğer müttefiklerin Rusya ve Çin ile ticaret ve yatırımlarını artırmasını engellemektir, çünkü ABD, sanayisizleşme nedeniyle dünya büyümesinin merkezinin Amerika’da olmadığını gördü. 1980’lerden bu yana izlenen neoliberal politikalar, ABD ekonomisinin içini boşalttı. Ve eğer servet yaratma yeteneğini kaybederse, ABD nasıl olur da refahı sürdürebilir? Refahı evde yaratamıyorsanız, sürdürmenin tek yolu onu yurtdışından almaktır. Ve bir yıl önce Başkan Biden ve ABD’li neoconlar tarafından başlatılan girişim, Nord Stream 2’yi engellemek ve bunun için de Rusya ile tüm enerji ticaretini ve diğer ticareti engellemekti. Böylece ABD kendisini tekelleştirebilirdi. Son yüz yıldır ABD’nin dünya ekonomisi üzerindeki kontrolünün ana araçlarından biri petrol endüstrisi olmuştur. Enerji, tüm üretkenliğin, zenginliğin anahtarıdır. Enerji ticaretinin ABD kontrolünden çıkarak diğer ülkelere geçmesi düşüncesi, ABD’nin hegemonyasını tehdit etti.”

ABD, Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’in petrolünü avro ile satma kararına, İran’ın kendi içinde petrol borsası kurma girişimine, Venezuela lideri Chavez’in petrolü millileştirmesine, Libya Cumhurbaşkanı Muammer Kaddafi’nin enerjiye dayalı Afrika parası yaratma niyetine karşı kaba güç yoluyla cevap verdi.

Ancak bu kez karşısında savunmasız orta ölçekli ülkeler değil, nükleer güce sahip dev ülkeler var.

ABD’nin Rusya’ya karşı başlattığı ambargo ve dışlama operasyonu, belki Avrupa’da kısa vadeli bir başarı sağlamış gibi gözükse de küresel çapta yeni sarsıntılar yarattı.

Suudi Arabistan’ın Çin’e Yuan ile petrol satışı, Hindistan’ın Rusya’dan Rupi ile petrol ithalatı ve en önemlisi, Rusya’nın doğalgazını “hasım” olarak adlandırdığı Batılı ülkelere Ruble ile satma kararı Hibrid savaşta karşı saldırılar olarak yorumlandı.

Bakın bu noktada Michael Hudson neler söylüyor:

Mesela Suudilerin Çin ile yuan üzerinden petrol ticareti başladı. Diğer ülkeler de ticaretlerini dolar cinsinden yapmayacaklar çünkü ABD sahip olduğu dolar varlıklarını kolayca alabilir. Bir ülke bağımsız bir şey yaparsa, Şili’nin Allende döneminde bakır ticaretini kontrol altına almak istediği zamanki gibi, ABD basitçe onun parasını alabilir. Venezüela toprak reformu yapmayı düşündüğünde, ABD onun parasına ve Bank of England da Venezüela altınlarına el koydu. ABD, şimdi Rusya’nın dış rezervlerine el koymadan önce Afganistan’ın dış rezervlerine el koydu. Yani artık ülkeler, ABD bankalarını kullanmaktan, dolar tutmaktan veya ABD’nin kapabileceği herhangi bir şeye sahip olmaktan korkuyor, çünkü şu anki politikası bu. Diğer ülkeleri gerçekten uzaklaştıran şey budur. Amerika’nın müttefikleri bile korkmuş olmalı, çünkü Almanya altın arzının uçak yükleriyle New York Federal Rezerv Bankası’ndan kendisine geri gönderilmesini istiyor.”

YENİ BİR KÜRESEL DÜZEN DOĞUYOR

Bu aşamada, Çin ve Rusya arasında ABD’ye karşı kurulan stratejik ortaklık çok önemlidir.

3. Dünya Savaşı ile uluslararası küresel düzen değişmektedir.

Rezerv para olarak ABD Doları, IMF, Dünya Bankası, savaş sonrası BM sistemi ve BIS (Bank of International Settlments)’ten oluşan Washington Konsensüs, yani 1944 Bretton Woods sistemi artık hükmünü sürdüremiyor.

Küresel yeni kuruluşlar, oluşumlar ve sistemler yapılanıyor gözlerimizin önünde.

Mesela bu yazı yazıldığı sırada gelen bir haber, Rusya Merkez Bankası’nın altına dayalı ruble sistemine geçtiğini söylüyordu. Buna göre 1 gram altın 5000 Ruble’ye eşdeğer olacak. Rus enerjisi bir bakıma altın karşılığı satılacak artık. Bu, tıpkı 2. Dünya Savaşı sonrası 1971’e kadar süren altın karşılığı dolar sistemini hatırlatıyor bana.

Yeni bir Yalta ve Asya Konsensüsü çağına giriyoruz.

Hudson’a kulak verelim yine:

Kriz siyasidir. Bu savaş, uluslararası düzenin yeniden yapılandırılmasıyla ilgilidir. Ve bunun anlamı IMF’ye bir alternatiftir. Dünya Bankası’na alternatif bir dizi kurum. Yeni bir uluslararası hukuk sistemi. ABD kurallarına dayalı BM düzenine bir alternatif. Bu, ABD’nin katılmayacağı yeni bir uluslararası örgütler sisteminin olacağı anlamına geliyor, çünkü ABD veto yetkisi olmayan hiçbir örgüte katılmaz. Yani paralel yollara gitmek zorunda kalacaksınız. Avrupa ve Kuzey Amerika’da neoliberal, finansallaştırılmış, borçla finanse edilen bir yolunuz olacak. Çin’de ve Kuşak ve Yol Girişimi, Şanghay İşbirliği Örgütü Bloğu’nda kamuculuğa dönüşen bir endüstriyel kapitalizme sahip olacaksınız.”

Bunun bir diğer sonucu da, çılgın neoliberal küreselleşme çağının sona ermesi olacak.

Tabii Amerika’nın içindeki diğer Amerika, yani küresel kapitalistler, pandemi, ekonomik kriz ve savaş katalizörleriyle kendilerince bir Great Reset kurmayı hayal etseler de, bu artık çok zor.

Ülkeler, özellikle orta ve büyük ölçekli bizim gibi ülkeler, artık ihracat/ithalat ve borçlanma üzerine kurulu bir liberal ekonomi yerine, kendine yeterli, kamucu ve üretken yeni yollar arayacaklar.

Aramak zorundalar, bu bir tercih olmayacak.

Bakın, bunu ben değil, 10 trilyon dolarlık dünyanın en büyük varlık fonu olan Black Rock’un CEO’su Larry Fink söylüyor.

Fink, 2022 Mart ayı sonunda hissedarlara yayınladığı yıllık mektubunda şunları belirtti:

Küresel ekonomilerin onlarca yıllık birbirine bağımlılık süreci bitme noktasına geldi. Küreselleşmenin faydalarına ve küresel sermaye piyasalarının gücüne uzun vadeli bir inancım devam ediyor. Ancak Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, son otuz yılda yaşadığımız küreselleşmeye son verdi. Rusya’nın eylemlerinin etkileri, önümüzdeki on yıllar boyunca devam edecek ve dünya jeopolitik düzeninde, makroekonomik eğilimlerde ve sermaye piyasalarında bir dönüm noktası olacak”.

Hudson, bu sürecin nükleer savaş olmadan atlatılacağını düşünüyor, ama bazı yönlerden kötümser tahminleri de var:

Washington’daki Hristiyan köktendincilerle birlikte çılgın neoconlar, dünyayı havaya uçurursanız İsa’nın geleceğini düşünen Pompeo gibi insanlar göz önüne alındığında tehlike var. Yani, bu insanlar kelimenin tam anlamıyla deli. 50 yıl önce Hudson Enstitüsü’nde Ulusal Güvenlik görevlileriyle çalıştım ve dini nedenlerle dünyanın çoğunu havaya uçurmak isteyen bu insanları gördüm. Bunlar bir şekilde ABD’de politika yapıcı bir konuma yükselen insanlar ve sadece dünyanın geri kalanını değil, tabii ki ABD ekonomisini de tehdit ediyorlar.”

Rusya da farklı bir biçimde tehlikeli.

Yeni bir Sovyet jeopolitiği üzerinde oturan ve yeni bir Çar gibi davranmayı bilinçli olarak tercih eden Vladimir Putin, artık gemileri yaktı.

NATO’ya açıkça meydan okudu, rest çekti.

O da her herhangi yaşamsal bir tehdit karşısında, rakipsiz yeni nesil hipersonik füze üstünlüğünü de göz önüne alarak, nükleer silahlara başvurmaktan çekinmeyecektir.

Yani “Siz deliyseniz, ben daha da deliyim” diyecektir.

Yeni bir nükleer dehşet dengesi gölgesinde, doğal felaketler, siyasi kargaşalıklar, biyolojik savaş, kıtlık da dahil her tür musibetin yaşanacağı yeni şekil 3. Dünya Savaşı’na hoş geldiniz!

Ancak bu olmak zorundaydı ve emperyalizm belasından kurtulmak için herkesin sıkı durması gerekecek.

Umarız bu zorlu süreçten sağ salim çıkarız ülkece ve dünyaca.

KAYNAKLAR:

https://www.globalresearch.ca/nato-russia-proxy-war-revealing-signs-of-a-fading-america/5775462

Bunları da sevebilirsiniz