Sardunya Castelsardo-Alghero

Sabah kahvaltıdan sonra aracımızla, Sardunya’nın kuzeydoğusundan kuzeybatısına, Olbia’ya 140 km mesafedeki Alghero’ya doğru gidiyoruz. İlk durağımız 100 km mesafedeki Castelsardo olacak. Yola çıktıktan bir saat sonra mantar üretilen fabrika alanından geçiyoruz. Kabukları soyulmuş ağaçlar ve üst üste yığılmış kabuklar görüyoruz. Quercus suber adlı meşe türü ağacın gövdesinden şişe mantarı elde ediyorlar ve çanta, anahtarlık, servis tabağı gibi hediyelikler yapıyorlar. Sardunya, şişe mantarı üretiminde Avrupa’da üçüncü sırada geliyor. Gallura bölgesinin merkezindeki dağlık alanda, tapınak anlamına gelen Tempio adlı bir yerleşimden geçiyoruz, Romalıların Castor ve pollux adlı tanrılarına adanmış tapınakları bulunur. Granit işçiliği, mantarı, şarabı ve karnavalı ile ünlüdür.

Castelsardo’ya yaklaştığımızda, Sardunya Adasının üçüncü uzun nehri olan ve Asinara körfezine akan Coghinas Nehrinden geçiyoruz. Bu çevrede termaller bulunuyor. Castelsardo’ya 15 km mesafede, Doria’lar zamanından beri termal alan olan Santa Maria Coghinas yer alıyor. Castelsardo’ya 7 km mesafedeki La roccia dell’elefante adlı kafede kısa bir mola veriyoruz. Bu yakında, şeklinden dolayı Fil kayası olarak bilinen, trakit ve andezitten oluşan büyük bir kütle bulunuyor. Castellazzu Dağından aşağı sürüklenip, zamanla aşınarak doğal bir heykel görünümü alan kayada, M.Ö. 3200-2800 dönemine tarihlenen pre-Nurajik oda mezarları olan ve birinin duvarında boğa boynuzu kabartması bulunan iki adet Domus de Janas (Perilerin evi) bulunuyor.

Kahve molasından kısa bir süre sonra, Castelsardo’ya geliyoruz.

Nüfusu 6.000 olan kasabanın girişindeki otoparkta otobüsten inerek belediyenin servis aracıyla kaleye çıkıyoruz. Asinara Körfezinin merkezinde yer alan Castelsardo, Cenovalı Doria ailesi tarafından inşa edilmiş olduğundan orijinal olarak Castel Genovese adıyla bilinir. 1102’ye tarihlenen Ortaçağ kompleksi, Doria ailesi tarafından güçlendirilmiş. Yapımı 13-14. yüzyıllar arasında tamamlanan kale, 14. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Genovalı Brancaleone Doria tarafından yönetilmiş ve burada eşi Eleanor D’arborea ile birlikte yaşamış. İspanyolların aldığı ve adını Castel Aragonese olarak değiştirdiği 15. yüzyıla kadar adanın ele geçirilmesi için verilen çeşitli mücadeleler boyunca, bu kale Sardunya’daki Doria’ların ikametgahı olmuş. 16. yüzyılda kral 5. Charles, kalenin ana kapısını daha güvenli hale getirmek için ek bir kule yaptırmış. 1769’da Savoyalıların yönetimine girmiş ve şimdiki Castelsardo adını almış. Güçlendirilmiş çevre duvarları ile tamamen kapalı haldeki bu kale yüzyıllarca askeri garnizona ev sahipliği yapmış, aynı zamanda birkaç on yıl öncesine kadar jandarma kışlası olarak kullanılmış. Günümüzde, Akdeniz dokuma müzesine ev sahipliği yapıyor.

Kısa süre önce restore edilmiş olan kale içinde yürümeye başlıyoruz. O dönemlerden mancınık gibi savaş araçları görüyoruz. Bu bölgede çok yapılan hasır işlerinden, elek, çanta, sepet, tabak, çeşitli büyüklükte kaplardan, sala kadar hasır el işi örneklerinin sergilendiği Akdeniz Dokuma Müzesini dolaşıyoruz. Yerel dokuma örnekleri, iki katlı müzenin dokuz adet salonunda sergileniyor. Zemin kattaki ilk dört salonda, kadınlar tarafından ekmek yapımında kullanılan elişi ürünleriyle ekmek yapım sanatı resimleniyor. Beşinci salonda Akdeniz havzasının çeşitli bölgelerinden doğal liflerden yapılan sepetler ve diğer fonksiyonel ürünler sergileniyor. Geometrik şekillerden hayvan desenlerine kadar çeşitli motifler içeren ürünlerin, paleolitik çağlardan beri var olan cüce palmiye liflerinden yapıldığı söyleniyor. Kabartmalı olan desenler için, kahverengi-pembe çiçekler açan dikenli bir bitkiyi kullanırlarmış. Birinci kattaki altıncı salon ev yaşamı ve büyülü dini dünya ile ilişkili objeleri, balıkçılığa ayrılmış olan yedinci ve sekizinci salonlar geleneksel tekneleri ve balıkçılık gereçlerini, dokuzuncu salon tarım ve çiftçilikte kullanılan objeleri içeriyor.

Kalenin taş sokaklarında yürümeye devam ediyoruz. Merdivenlerden yukarıya çıkarak surlardan, şehrin marinası ile plajının göründüğü nefis manzarayı fotoğraflıyorum.

Via Marconi, Vicolo Santa Maria sokaklarından ve S. Maria Kilisesinden geçerek denize nazır S. Antonio Abate Katedraline yürüyoruz. 1586 tarihli katedralin, sarı, siyah, taba renklerindeki kubbeli çan kulesi görünüyor. 13-14.yüzyıllara tarihlenen çan Kulesi, Doria ailesi döneminde deniz feneri olarak yapılmış, daha sonra katedralin ilk rekonstrüksüyonunda çan kulesi olarak kullanılmış. Kubbe, 1600 tarihli çok renkli Majolica fayansları ile örtülü, saat sonradan eklenmiş. Katedralin yan tarafından, duvar gibi dümdüz yükselen surlar ile aşağıdaki engin deniz manzarası arasında uzanan patikadan yürüyerek, şehir ve deniz manzaralı View Sunset Lounge Barın bulunduğu meydana iniyoruz.

Buradan servis aracına binerek otopark alanına dönüyoruz. Otoparkın yan tarafında kurulmuş olan pazar yerini dolaştıktan sonra, 70 km mesafedeki Alghero’ya doğru yola devam ediyoruz. Alghero’ya 7 km kala, Sella ve Mosca bağlarını görüyoruz. 1903’ten kalan orjinal şaraphanenin etrafında Sella ve Mosca tarafından Victoria dönemi İngiltere köylerine benzer bir köy inşa edilmiş. Bilinen çeşitli üzümlerin yanı sıra, nadir Sardunya çeşitlerinden kırmızı Monica ve beyaz Nasco şarabı üretilir. En önemli üzüm çeşidi, neredeyse bu mülke özgü kabul edilen beyaz Torbato’dur.

Alghero’ya geliyoruz ve limana doğru devam ediyoruz. La Rambla dedikleri, sahildeki yürüyüş ve bisiklet yolu Katalan bir mimar tarafından yapılmış. Alghero, Sardunya’nın kuzeybatısında, Katalanların kurduğu ve karakterlerini buraya yansıttıkları bir şehir. Katalan dili burada ortak resmi dildir, Algueres dialekti olarak bilinir. Şehir ismini, Alglerin durgunluğu anlamındaki bir kelimeden alır. Şehri kendi dillerinde küçük Barselona (Barcelonetta) olarak adlandırırlar. Alghero, etrafı surlarla çevrili tipik bir İspanyol deniz kenti gibidir. Mercan rivierası adı verilen 90 km uzunluğunda kıyı şeridi, en iyi mercan kolonisini barındırır. Alghero’nun 44.000 olan nüfusu yaz aylarında 120.000’e çıkar.

Önceleri balıkçı köyü iken, Akdenizdeki stratejik konumu nedeniyle, 12. yüzyıl başında Cenevizli Doria ailesi tarafından inşa edilen, güçlendirilmiş bir liman kenti haline getirilmiş. 1283-84 arasındaki Pisa dönemi dışında, Alghero’yu yüzyıllarca Doria ailesi yönetmiş. 14. yüzyılda Aragon kralı 4. Pere tarafından ele geçirilen şehre, kraliyetin Valensiya, Majorca, Katalonya gibi çeşitli bölgelerinden aileler gönderilmiş ve bunlar, bazıları İber Yarımadası ve Majorca’ya köle olarak gönderilen orijinal nüfusun yerini almış. Aragon kraliyetinin düşüşüne rağmen, zamanla şimdiki Katalan formu yerleşmiş. 16. yüzyıl başlarında papalık tarafından piskoposluk olarak tanınmış ve kral şehri statüsü alarak ekonomik olarak gelişmiş. 1720’de Savoya hanedanlığının yönetimine geçene dek İspanyol hakimiyetinde kalmış. İkinci Dünya Savaşı esnasında tarihi merkez bombalanmış ve büyük zarar görmüş. 1950’lerde sıtmanın giderilmesiyle popüler bir turistik şehri haline gelmiş.

Alghero limanında tekneye binerek Neptün (Nettuno) Mağarasına hareket ediyoruz. Neptün Mağarası, Porto Conte reservine dahil olan kireç taşı kayalıklarından Capo Caccia’nun (Avcı burnu) arka tarafında, batı kıyısında kalıyor. Burnun diğer tarafında yeşil mağara yer alır. Capo Caccia’nın yüksekliği 200 metre, uzunluğu 3 kilometredir. Neptün Mağarası, yaklaşık 2500 metreye kadar uzanan tuzlu su gölleri olan bir oda sistemi içerir. Mağaranın ağzı denize açılıyor. Deniz yolundan tekneyle veya karayolundan gelerek kayalıklardan inen basamaklarla (Escala del Cabriol) da mağaraya ulaşmak mümkün. Bu durumda, deniz seviyesinden 90 metre yükseğe götüren 660 basamak basamağı inip çıkmayı göze almak gerekiyor.

Birkaç kez denemeye rağmen, hırçın dalgalar nedeniyle mağaraya yanaşamayan teknemizle geri dönmek zorunda kalıyoruz. Sabah saatlerinde dalgaların daha az olabileceği söyleniyor, Neptün Mağarası ziyaretini sabah saatlerine denk getirmek daha uygun olabilir. Tekne ile geri dönüp, burnun arka tarafında Cala Dragunara koyunda mola veriyoruz. Bir kafeterya ve tahta iskelenin bulunduğu küçük koydaki tertemiz deniz yüzmeye elverişli. 20 dakikalık mola süresinde koyun çevresindeki patikadan, burundaki Torre del Buru adlı kule yönünde yürüyüp Porto Conte körfezi manzarasını fotoğraflıyorum. Sahil kuleleri, 16. yüzyıl sonlarında Sardunya’nın korsan akınlarına uğraması nedeniyle yapılmış. 14. yüzyıldan beri adayı yöneten İspanya kraliyeti, savunma için yuvarlak gözlem kuleleri yaptırmış. Bunlardan 6 tanesi Porto Conte reservi içinde yer alıyor. Arabayla veya yürüyerek 3-4 saatte hepsi ziyaret edilebilir. Ayrıca, Porto Conte rezervi içinde Sant’Imbenia’da Nurage kalıntıları da bulunuyor. Her ne kadar dalgalar nedeniyle Neptün Mağarasının içini göremediysek de bu uğurda tekneyle Alghero’dan gidiş ve dönüşümüz iki saatimizi alıyor.

Alghero limanında tekneden inerek marinanın karşısındaki kale kapılarından birinden giriyor ve Piazza Civica’ya geliyoruz. Kafe, restoran, butiklerin ve hediyelik dükkanlarının sıralandığı meydan, gece ışıklandırılan renkli kafeslerle donatılmış.

Meydandan katedrale doğru yürüyoruz. Gothik-Katalan binanın yerinde 19. yüzyıl ortalarında yapılmış barok-rokoko karışımı eklektik tarzdaki Serra Sarayı ile 2000 yılında Piskoposluk kutsal sanat müzesi haline gelen Rosario Kilisesinin önünden geçiyor ve katedrale geliyoruz. İkinci Dünya Savaşında bombalandıktan sonra katedralin restorasyonu pek güzel olmamış. 1200’lerde Cenevizliler döneminde yapılan katedral, 1541’de 5. Carlos gelince restore edilmiş, içi o dönemde tekrar yapılmış. Geç Katalan-Gotik tarzındaki klasik 3 nefli kilisede Savoya döneminde eklenmiş şapeller bulunuyor. Sunak bölümü Savoya döneminden iki renkli mermerden yapılmış. Katedralin içinde, kardeş şehir Barselona’dan gelen hediyeyi görüyoruz. Katedralin sekizgen çan kulesi bulunuyor.

Meydanlara açılan labirent tarzında dar Arnavut kaldırımlı sokakları, kapıları, sarayları, antik evleriyle, Alghero’nun Katalan etkisini yansıtan eski şehir merkezinde dolaşmaya devam ediyoruz. Katedralden sahile doğru yürüyüp, sahil boyu yükselen kale duvarları üzerinde yürüme yolunda (La muralla Bastıonı Marco Polo) yürümeye devam ediyoruz.

Davallada de Ricciu –Via Don Deroma sokağına giriyoruz. Via Principe Umberto’ya çıkıp sağa doğru devam ediyoruz, arkaya dönüp bakınca katedralin çan kulesini boydan görüyoruz. Tiyatro Meydanının yakınında, 15. yüzyıl ortalarında Gotik tarzda yapılmış Machin Sarayını (Casa Doria) görüyoruz. Saray, önceki sahibi Katalan tüccarın adıyla Tibau Sarayı olarak da bilinir. Tiyatro Meydanında, Savoya devlet tiyatrosu ve çaprazında piskoposluk yer alıyor. Piazza Antonio Balzani’den Via Gilbert Ferret’e dönüyor, Via Carlo Alberto’dan sahile doğru yürüyoruz. Sol tarafta, renkli seramik kubbeli St Michele Kilisesini görüyoruz. Tarihi 14. yüzyıla uzanan, şehrin azizine adanan Barok kilisenin kubbesi 1950’de şimdiki haline getirilmiş.

Kraliyet mahmuz kulesinin bulunduğu Piazza Sulis adlı meydana çıkıyoruz. Ortaçağdaki kraliyet kulesinin yerinde yükselen 16. yüzyıl tarihli yuvarlak kule, 1412’de Narbonne vikontunun saldırı birliklerini geri çektirmeye kararlı Alghero kadınlarının kahramanca katılımlarına tanık olmuş. 19. yüzyıldan itibaren, komplo ile suçlanan ve burada hapsedilen Cagliari ayaklanmalarının kahramanı Vincenzo Sulis’e ithafen Sulis Kulesi olarak adlandırılır. Bu sahildeki surları, deniz kenarındaki evlere yer açmak için 1930’da yıkmışlar. Sahilden devam eden yol, Bossa şehrine kadar gidiyormuş.

Sulis Kulesinden dönüp Piazza Civica’ya doğru ara sokaklara giriyoruz. Bir yüzü Mercan renkli dallarla süslenmiş Torre del Portal adlı kule dikkatimizi çekiyor. Eskiden kraliyet kapısı olarak bilinen kara kapısı, şehre ana giriş yeriymiş. Kule, Aragon tacının taş arması ile kaplanmış. 19. yüzyıl sonuna kadar şehre giriş-çıkış için kullanılan bu kapı gece karanlığında kapanırmış.

Bu bölgede çok mercan çıkıyor. Sardunya’nın mercan tarlası, Mercan rivierası olarak adlandırılıyor. Dünyada 1500 tür mercan vardır. Bunlardan 30 türü elle işlenmiş ürün yapımına uygundur. Alghero’nun kırmızı mercanı (Corallium rubrum) en değerli tür olarak değerlendiriliyor. Eski şehir sokaklarında adım başı mercan satan dükkanlar bulunuyor. Carrer de Sant Francesc-Via Carlo Alberto üzerinde Regelato adlı dondurmacıda soluklanıp mirto ve ricotta dondurması tadıyorum. Via Carlo Alberta üzerinde Pl. del Pou Vell yönüne doğru yürümeye devam ediyor, sağda San Francesca kilisesini görüyoruz. 14-15. yüzyıllara tarihlenen SanFrancesca kilisesi, 18. yüzyılda tamamen yenilenmiş. Piazza Civica’ya dönüyor, meydanın yan tarafında Maddalena burcunun bulunduğu yerden eski şehir bölümünden çıkıyoruz. Sahilde yürüyüş yapınca plajın bir kısmının balçık görünümünde olduğunu fark ediyoruz, Costa Smeralda’yı gördükten sonra burada denize girmek pek tercih edilmez.

Pırıl pırıl denizi, kumsal ve kayalık sahilleri, nefis manzaraları, küçük meydanları, dar sokakları, ören yerleri, şarapları, deniz ürünleri, pizza ve makarnalı İtalyan mutfağıyla anılarımızda yerini alan Sardunya Adası’na, Alghera havalimanından veda ediyoruz.

Bunları da sevebilirsiniz