Var Birbirimizden Farkımız

Farklı düşünceler ortaya koymanın bir cazibesi var, öyle ki insanın meczup olası geliyor. Zihne “aha”, hatta bazen “amanın” dedirten şey genelde bir düşünce oluyor. İnsanı içinden konuşmaya mecbur eden kimi zaman kaygı oluyor, bakıyorsunuz bazen kızgınlık oluyor. Üzgünlük, mutluluk gibi sık sık karşımıza çıkanları da var bunların fakat gün oluyor kıskançlık çıkıyor insanın karşısına, hemen hemen her zaman için beklenmedik misafirdir kendileri. Duyguların sayısı çok, hepsini anlatmaya gerek yok. Fakat en güzeli, daha önce fark edilmediğine inandığımız bir şeyi fark etmek, düşünülmemiş olanı düşünmek. Bir türlü çakmayan kibritin ucunda alevi görmek, parmaktan kıymık çekmek, insanın dilinin ucuna kadar gelip hatırlayamadığı şeyin bir anda ağzından dökülüvermesi gibisinden rahatlatıcı bir şey.

İnsanın damağındaki paslı tadı silip götüren şey, ufacık bir düşünce kırıntısı oluyor. Hayır; fantastik kurgulardan, müthiş fikirlerden, dünyayı değiştirecek bilinç akışlarından bahsetmiyorum. Ufacık ama kimsenin aklına gelmemiş, “ince ayar” fikirlerden bahsediyorum. İnsanı hamamdan dışarı “Evreka!” diye koşturacak cinsten değil de hafif tebessüm ettirecek cinsten düşünceler. Fakat çok azalmadı mı böylesi anlar? Düşünce kısırlığı deyince insan büyük fikirlerin yokluğundan bahsediyoruz sanıyor, halbuki büyük ama ince ince işlenmemiş, ham düşünceden bol ne var? Sorun, denkleme o ince düşünceleri ekleyebilmek gibime geliyor. Büyük düşünceler giderek birbirine benziyor nitekim. Açıklanacak dünya aynı olunca düşünce de benzer hale gelmeye başlıyor. Çok uzun süre evli kalan çiftlerin yavaş yavaş birbirlerine benzemeleri gibi herhalde: uyumlu da olsalar kavga da etseler aynı şeylere maruz kalmak benzer hale getiriyor insanı. Ne var ki insanlar için tatlı sayılabilecek bu durum, düşünceler için tehlikeli.

Düşünceler birbirine benzeyince güçlerini yitirmeye başlıyor. Normalde çeşitlilik sunan, evrimsel bir avantaj olmasının yanında hayatı da yaşanır kılan düşünce farklılığı yavaş yavaş kaybolunca, ortalıkta pek de tartışacak bir şey kalmamaya başlıyor. Herkes geleceğe bakıp yapay zekanın ya da hızla gelişen teknolojinin hayatı tekdüze kılacağından endişelenirken, beni asıl korkutan düşüncelerin feci halde birbirine benzemeye başlaması. Vaktizamanında bir radyo reklamı varmış, annem ve babam evde bahsedince çok gülerdik: “Yok aslında birbirimizden pek farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız.” Osmanlı Bankasına suç bulmamak lazım, haklılar. Faiz aynı, kanun aynı, kredi kartı falan da yaygın değil o zamanlar, bakkaldan sakız alır gibi kredi de alınmıyorsa, bir banka sıradan müşterisi için ne yapacak ki? İyi düşünmüşler, “Bir farkımız yok ama bir isim taşıyoruz, markayız” demişler. Pek çok büyük, iddialı düşünce onu yontacak, düzgün hale getirecek binlerce ufak düşünce olmadan bu hale gelmiyor mu? O yüzden en genel haliyle bütün ideolojilerin aynı yolun yolcusu olduğu algısı oluşmadı mı? Herkesin istediği, hayal ettiği aynıymış gibi bir izlenim aldı başını gidiyor.

Bunun nedenleri var elbette, durduk yere benzeşmiyor ya düşünceler. Öncelikle bunun pratik bir yönü var, düşüncelerimizi başkalarınınkine benzetecek biçimde sunduğumuzda düşüncelerimizi destekleyen insanların sayısı epeyce artıyor. Ekonomi ve siyaset biliminde bu duruma, Amerikalı istatistikçi Harold Hotelling’e atfen “Hotelling yasası” deniyor. Şirket ve siyasal parti (özellikle de iki partili sistemlerde) politikalarında sıklıkla karşılaşılan bir durum. Bu kanunu anlatmak için genelde uzunca bir caddede aynı işi yapan iki dükkan örneği verilir, manav olsun bunlar. İki manav da fark ediyor ki insanlar her zaman kendilerine en yakın manava gidiyorlar. Bu nedenle daha çok müşteri kapma hevesiyle iki manav da caddenin başından ortasına yaklaşıyorlar. Caddenin ortasına yanaşa yanaşa, bir de bakmışlar ki iki manav caddenin tam ortasında yan yana dükkanlar açmış. Aynı durum düşünceler için de -belki düşünce sahipleri için demek daha doğru- geçerli. Düşünceye arka çıkan bol olsun diye kimi zaman taraflar o kadar benzer yerlere geliyor ki insan neden en baştan iki farklı düşünce olduğunu sorgulamaya başlıyor.

Düşüncelerin benzeşmesinin bir başka nedeni de Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Neuman’ın ortaya attığı, “suskunluk sarmalı” denen şey olsa gerek. Aslında fikir çok temel fakat bildiğimiz kadarıyla ilk defa sistemli bir biçimde kağıda döken Noelle-Neuman olmuş. Toplumsal dışlanma korkusu duyan kişi veya gruplar düşüncelerini tam olarak açıklamamaya başlayınca olanlar oluyor. Düşünceler bir noktada yavaş yavaş birleşmeye başlıyorlar. Birbirine benzeyen düşünceler birbirine daha çok besledikçe genel ortalama dışında kalan fikirlerin yavaş yavaş soyu tükeniyor.

Bütün bunların üzerine bir sorun daha var aslında, o da yazının başında belirtmeye çalıştığım gibi, büyük düşünceler gibi biz insanlar da birbirimize benzemeye çok eğilimliyiz. Siyaseti örnek alırsak şu ana kadar dinlediğim, şahit olduğum bütün siyaset tartışmaları, “Biz aslında aynı şeyi istiyoruz, istiyormuşuz.” sözleriyle bitiyor. “Sosyalizmle kapitalizm de aslında aynı şeyi istiyor.” “Şu uzak diyarda, öte tarafta, beri yerde, iktidarla muhalefet aynı düşünüyor.”, “Şu görüşten olanlarla bu görüşten olanlar aslında aynı yolun yolcusu.” Kısacası herkes hemfikirmiş de bana bir haber veren olmamış! İşin kötüsü, genelde doğru da oluyor bu cümlelerin bazıları, düşünceler de insanlar da hakikaten birbirlerine benzemiş oluyorlar. Halbuki bu düşünceleri farklı kılabilecek olan şeyler ince ayrıntılar, nazik dokunuşlar. Evet, herkes dünya güzel bir yer olsun istiyor fakat bunun herkesin aynı düşüncede olduğu anlamına geldiğini düşünmek biraz avuntu gibi. Bir de, bunu söylemek bile üzücü ama 21. yüzyılın insanı “dünyanın güzel bir yer olmasını istemek” dışında birtakım düşüncelere de sahip olabilmeli.

Farklı düşünceler olsa biraz, fena mı olurdu? Örneğin, sevmediğimiz bir müzik türü duyunca, “kötü” demek yerine neden beğenmediğimizi açıklayabilsek keşke. “Ya uzun vadede aynı şeyleri istiyoruz zaten.” deyip ortalığı geçici süreliğine yatıştırmaktansa hakikatli bir tartışmaya girsek, dünya başımıza mı yıkılır? Genelgeçer cümleler, düşüncelerden biraz daha uzaklaşabilsek, öyle hızlı bir dinamizm olacak ki aslında. Tolstoy denince “İyi yazar, çok iyi kalem, kitapları da ne güzeldir.” gibi cümleler duymaktan yorulmadık mı biraz? Şöyle üç beş kitabını özgürce yorumlama imkanımız olsa, “Tolstoy iyidir.” demenin zorunluluk, “Tolstoy kötüdür.” demenin günah olmadığı masalarımız olsa? Beethoven denince “ta da da daam!” diye 5. senfoni mırıldanmaktan, liberalizm denince görünmez elden, sosyalizm denince Sovyetlerden, Orhan Veli denince İstanbul’u dinlemekten fazlasının akla geldiği ortamları yaratsak, büyük düşüncelerin aslında birbirine o kadar da benzemediği hemen anlaşılacak.

Elbette her entelektüel ortamımız böyledir diyemem, her ortamı görmüyor olmamı geçtim, kendim bile böyle olmayan ortamlarda bulunabildim. Fakat her ortam böyle olabilseydi, bugün hissettiğimiz düşünce çeşitsizliği çoktan hükmünü yitirirdi diye düşünüyorum. Demem o ki, “yok birbirimizden bir farkımız” diyenlere bir farklılık göstersek, çeşitlense iç dünyamız. Biliyorum çünkü, var birbirimizden bir farkımız!

Bunları da sevebilirsiniz