Düşler Tarlası

Onunla ilk karşılaşmamız yağmurlu bir kış akşamı

Üsküdar sahilinde oldu. Yağmurdan iliklerine

kadar ıslanmış bir halde biraz dalgın belki de biraz tasasız bir şekilde yürüyordu.

Onu görünce birden nedendir bilinmez, içimde tarifi imkan-sız bir sevinç hissettim. Biraz muzur, biraz çekingen yanına yaklaştım ve:

  • Hey! Sen,bu yağmurda.

Sonra cümlemin sonunu getiremedim. Birden yaptığım

hatanın farkına varmıştım. Sahilde, hele böyle bir yağmurda, tek başına yürüyen bir güzelliğe, ne kadar çekici olursa olsun bir maganda gibi yaklaşmamam gerekliydi.

Başımı öne eğdim. Kısık bir tonda“özür dilerim”, dedim. Sonra arkamı döndüm, yaptığım salaklığın utancıyla bir an önce ondan uzaklaşmaya çalıştım. Tam iki ya da üç adım atmıştım ki arkamdan bir ses,

  • Hey! Ya sen, bu yağmurda?”, dedi.

İrkildim. Beklemediğim bir yanıttı. Aniden elim ayağıma dolaşıverdi. Bir an dönmekle dönmemek arasında bocaladım. Burnumun ucundan akan suları elimin tersi ile silerek yavaşça ona döndüm. Uzun bir süre bakıştık.

İşte o an aramızda bir elektriklenmenin başladığını hissettim. Sırılsıklam saçlarının altında sakladığı muhteşem yeşil gözleri ile beni tanımak ister gibiydi. O muhteşem elektriklenmeyi bozmamak için sessizce bekledim. Sonuçtan memnun kalmış olmalı ki yanıma geldi.

  • Kaldırımın ne tarafını tercih edersin?

Değişik biri olduğunu anlamıştım, ancak ne yalan söyleyeyim hayatımda ilk kez biri yürürken kaldırımın hangi tarafını tercih edeceğimi sormuştu.

  • Hiç önemli değil.

Bana döndü ve:

  • Nasıl önemli değil? Hiç olmaz mı? Sana ait olan özgürlüğü sonuna kadar kullanma hakkına sahipsin. Unutma ki küçük özgürlüklerden ödün, ileride daha büyük ödünleri doğurur. Günün birinde bir de bakmışsın tutsak biri olup çıkmışsın.

Aklım karışmıştı. Kaldırım kenarından Ama söyledikleri de hoşuma gitmişti. Kararımı verdim.

– Peki, haklısın. Ben yol kenarını alıyorum.

Sevindiğini hissettim. Bir süre konuşmadan yürüdük. Hava çok soğuk olmasına rağmen, ortam inanılmaz derecede çekiciydi. Aslında cebimde biraz para olsa, içinde sobası olan bir yerlerde ona bir şeyler ısmarlamak istiyordum. Hem konuşur hem de ısınabilirdik.

Birden benimle konuştuğunu hissettim. Dalmışım.

Kendimden utandım.

– Biran dalmışım. Ne söylemiştin?

– Hiç, sadece canım biraz gevezelik etmek istedi Neden

buradasın?

– Evimde oturup, pencereden yağan yağmuru seyrederken birden aklıma çocukluğum geldi. Bundan milyonlarca sene önce.Kısa pantolon giydiğim çağlarda, çok severek oynadığım iki oyun vardı. Arzın Merkezine Seyahat ve Görünmez Adam. İlkinde, bahçeden terasa kadar uzanan bir asma ağacından kendimizi aşağıya sarkıtır, dünyanın gizemlerini keşfe çıkardık. İkincisinde ise, yine asma ağacının

koruklarından yapılmış şıraya çok özel ve formülünü

sadece benim bildiğim bir takım şeyleri karıştırır görünmez

olurdum. Nedendir bilinmez, son birkaç aydır bu sihirli

formülü kullanma gereği bile duymadan sanki şeffaflaşmış

gibi hissediyorum kendimi. Sanki bir tür görünmez adam.

Kimsenin kafasını çevirip bakmaya bile tenezzül etmediği.

Daha da kötüsü fark etmediği bir insan oldum. Hani sanki

birden bire ortadan kalksam veya yok olsam kimsenin haberi

bile olmayacak. Ne garip bir duygu. Aynı duyguyu posta

kutum da yaşıyor. O bile sadece banka ekstreleri ile faturalara,

içlerinde sıcak bir sözcüğü asla bulunmayacağı mektuplara ev

sahipliği yapıyor. Belki güleceksin ama, geçen yılbaşı kendi

kendime tebrik kartı attım o bile gelmedi.

Aslında bu durumdan posta kutum da memnun değil ama beni üzmemek için sesini çıkarmıyor.

Ve ben, her şeye rağmen içimdeki o yitirmediğim yaşama sevincimi birileriyle paylaşmak, birilerine “Hey! Seni seviyorum” veya ne bileyim “Haydi gel. Yaşamı paylaşalım, el ele güneşin doğuşuna tanık olalım” diyebilmek için fırladım sokağa. Ve işte buradayım.

Hiçbir şey söylemedi. Ama sanki bana daha da yakınlaşmıştı. Yürürken birden yolumuzu koca bir su birikintisi kesti. Durduk. Yağmur damlalarının suda bıraktığı o minik yuvarlakları seyretmeye başladık.

Havadayken fark edemediğimiz her yağmur damlası suya değdiğinde çılgınca bir sevinçle önce havalara sıçrıyor, sonra yanındaki damlayla bütünleşmek için genişliyor, genişliyordu.

Ben damlaların dansına dalmışken o yavaşça eğilerek

ayakkabılarını çıkarttı ve birikintinin tam ortasına atlayarak o minik yuvarlakları yakalamak ister gibi dans etmeye başladı. Sonra birden orada olduğumu fark etmiş gibi bana döndü.

– Haydi, Arzın Merkezine giden yolun başındayız.

Kapı kapanmadan gel.

Nasıl oldu bilmiyorum. Sanki büyülenmiş gibi ben de

ayakkabılarımı çıkartıp yanına atladım. Koskoca sahil

yolunda, suların içinde dans etmeye başladık. Bu mutluluğu

koskoca bir hapşırık tam ortadan ikiye böldü.

  • Galiba üşüdüm.

Biraz çekingen birazda kararsız bir şekilde:

– Şatom az ileride külkedisi. Orada hem kurulanır hem de ısınırız.

  • Hiç teklif etmeyeceksin sandım.

Yere eğildi. İçine su dolmuş ayakkabılarını ters çevirdi.

İçindeki suyu boşaltırken muzip bir ifadeyle ”Tam

Gece yarısı evimde olmam lazım. Giderken bunlardan

birini bırakmam gerekecek. Beni bulman için kapı kapı

dolaşman gerekmiyor. İçinde adresim yazılı“, dedi.

Sonra koluma girdi.

Gerçekten de evim bulunduğumuz yere çok yakındı.

Islak iki kedi gibi ses çıkarmadan kapıdan içeri

süzülüyorduk ki biraz önceki hapşırıklar yeniden başladı. Dış kapının önüne oturup kahkahalarla gülmeye başladık. Sonra ıslak ceplerimde anahtarı aramaya başladım. Her şey o kadar doğaldı ki belki de ilk defa komşularımı rahatsız etme kaygısı yaşamadım.

Sonunda içerdeydik ve yine hayatımda ilk defa eve ayakkabılarım elimde dönmüştüm. Birden bana döndü.

  • Banyo nerede?

  • Tam karşındaki oda.

  • Bana biraz müsaade et. Bu arada umarım şatonda

kuru elbiseler bulunur.

Dolaba doğru ilerledim. Kapısını açtım. İçinden en çok

sevdiğim s-shirt’ümü çıkardım. Gerçi biraz eskiydi ama

nedense hep mutlu olduğum zamanlar onu giyerdim.

Garip bir duygu ama mutluydum. Sonra vakit geçirmeden banyonun önüne gelip elimdekini ona uzattım ve çalışma odama geçtim. Aslında bir şey yapacağımdan değil ama, banyo kapısının önünde de bekleyemezdim en azından.

  • Nasılım?

Geldiğini fark etmemiştim. Bir anda gözlerim yuvalarından fırladı. Muhteşem güzel bir mahluk üzerinde benim beyaz s-shirtüm kapıda bana bakıyordu.

  • Çok güzelsin. Ama hiç ses çıkarmadan buraya kadar nasıl geldin?

  • Unutma, kediler çok sessizdir. Hele kül kedisi en sessizi.

  • Haydi gel kendimize yiyecek bir şeyler hazırlayalım.

Benden önce buzdolabının kapısına gitti. Sonra benim

kapıyı açmamı bekledi. Dolapta balıktan başka bir şey

yoktu. Ona döndüm.

  • Kusura bakma ama balıktan başka bir şeyim yok.

Umarım seversin?

  • Bayılırım.

Gözlerindeki parıltıdan gerçekten bayıldığını hissettim.

Zaten sevmese de pek fazla bir seçeneğim yoktu. Ama ilk

kez şans yüzüme gülmüştü. Karşılıklı oturup balıkları bir

güzel yedik. Sonra tekrar odama geçip sobayı yaktık. Bir süre sonra etraf iyice ısındı. Birden paçalarımdan aşağıya süzülen sular ile kendime geldim. Ben hala ıslaktım. Yerimden fırladım.

  • Ben de kuru bir şeyler bulup hemen geliyorum. Sen

keyfine bak.

  • Islak dolaşmak sana keyif veriyor sanıyordum.

  • Yo, hayır. Sadece şaşkınlıktan unuttum.

Işık hızıyla odama geçtim. Üzerimdekileri değiştirdim.

Birden aklıma, içeride odada ateşin yanındaki fıstığın

adını bile bilmediğim geldi. Aceleyle en yırtık pantolonumu ayağıma geçirdim. Çok mutluydum. Garip aynı zamanda hoş bir duygu bu. Sanki artık şeffaf değildim. Beni de görebilenler var. Hani hiç beklemediğiniz bir anda Yüce Ruhun sizi, yaptığınız bir şeyden dolayı ödüllendirmesi gibi. Hani, insan bir anda aptallaşır, hiç olmayacak şeylere gülmeye başlar. Mutludur. Herhangi bir şeyi sorgulaması gerekmez. İşte öyle bir şey. Tekrar odaya geçtim. O ateşin karşısında kıvrılmış uyku ile uyanıklık arasında gidip geliyordu. Tanrım muhteşemdi. Hiç ses çıkartmadan yanına yaklaşıyordum ki o iri yeşil gözlerini bana dikti.

  • Daha kedi olmana çok var, ama doğru yoldasın.

  • Beni nasıl hissettin? Halbuki hiç ses çıkartmamıştım.

  • Dikkatimi çeken ayak seslerin değil ki. Kalbinin sesi.

Zaten sahilde de yürürken onun sesini duydum. Yoksa

burada ne işim olabilir ki?

  • Kırgınlığım çok mu belli oluyordu?

  • Evet, ama bunda utanılacak bir şey yok. Duyguların coşkulu ve yalın. Güzel olan da bu. Etrafında seni mutlu edebilecek o kadar çok şey var ve sen hepsini tek tek bulup çıkarabiliyorsun.

Bunları söylerken gerinmeye başladı. Bir an gözlerimdeki

o yaramaz ifadeyi fark edip o da gülümsedi. Sonra bana:

  • Gece yarısı eve dönmek zorunda değilim. Burası çok huzur verici bir yer.

  • Kalman beni mutlu eder külkedisi.

  • Ancak çok uykum var. Umarım buzdolabında sütün vardır. Uyumadan önce süt içmeye bayılırım.

  • Galiba var.

Hemen dolaba fırladım. Evet, bir kutu süt vardı. Aceleyle bardağa doldurdum. Tekrar yanına geldim. Sütünü içerken:

  • Bu odayı çok sevdim. Ben burada yatabilir miyim?

  • Tabii, niye olmasın?

Sonra yine koştura koştura yatak odasından evimin en yumuşak yorgan ve yastıklarını odaya yığdım. Galiba biraz abartmışım.

  • Bu odada benden başka birileri de mi kalacak?

  • Yoo.

  • Peki, o zaman bu kadar çok şeyi niye getirdin?

  • Sadece rahat etmeni istedim.

  • Sen varsın ya. O bana yeter.

Artık şeffaf değildim. Işıkları kapatsam benden yayılan ışık bile etrafı aydınlatabilirdi.

  • Fena fikir değil. Denesene.

  • Neyi?

  • Düşündüğünü.

  • Nereden biliyorsun?

  • Sadece hissettim.

Kalktım ve lambayı kapattım. Sobadan gelen ışık benim ışığım ve ondan çıkan göz kamaştırıcı ışık bir anda odayı kapladı.

  • Hey! Şu güzelliğe bak. Bu nasıl oluyor?

  • Bunun adı saf sevgi. Bak artık kabuğun kırılıyor. İçindeki o sevgi önce evini, sonra yavaş yavaş tüm evreni kaplayacak. Bulunduğun yerde artık kavga, gürültü hiç ama hiç olmayacak. Gün gelecek sen de özünle o büyük ışıkla bütünleşeceksin.

  • Neler söylüyorsun? Bunlar düş gibi şeyler.

  • Hayat da bir düş değil mi? Düşünsene, geçmişinde yaşadığın anıların bile en güzellerinin ne kadarını hatırlıyorsun? Peki, ya en güzel düşünün ne kadarı

uyandığında aklında kalıyor.

Beni yine şaşırtmıştı. Ne söyleyeceğimi bilemeden öylece

kalakaldım.

  • Artık uyumak istiyorum. Yağmurda çok kaldım.

İstersen konuşmaya daha sonra devam ederiz.

  • Peki. Nasıl istersen. Sobayı açık bırakıyorum. İyi uykular.

  • Sana da. Seni Uyku Tanrısının kollarına emanet ediyorum.

Elinden sevdiği oyuncağı alınmış bir çocuk gibi somurta somurta odamın yolunu tuttum. Ne de güzel konuşuyorduk. Yatağımı açtım. İçine girdim. Sonra lambayı kapatmak için butona dokunduğumda odadaki aydınlığın kaynağının ben olduğunu fark ettim. Tanrım, bu ışıkta nasıl uyuyacaktım? Kafamın içinde milyonlarca düşünce dans etmeye başladı. Bir süre sonra zihnim yorulmaya başladı. En son göz kapaklarımın üzerine oturan Uyku Tanrısını fark ettim. Bana gülümseyerek el salladı. Uyumuşum.

Gecenin ilerleyen saatlerinde birden yatağımda yalnız olmadığımı hissettim. Göğsümün üzerinde boynuma yakın bir yerde, dağınık bir saç kümesinin altında saklı bir çift ela göz bana bakıyordu. Uyandığımı fark edince yanağıma bir öpücük kondurdu. Saçlarını okşadım.

Olduğu yerde gerinerek ıslak burnunu yanağıma değdirdi.

  • Birden sadece yanında olmak istedim. Yanına uzandığımda da içerdeki sobadan daha çok ısı yaydığını fark edince çok mutlu oldum. Ancak çok endişeliyim. Sana zarar vermek istemiyorum. Gitmek zorundayım ve senin üzüldüğünü hissedersem yıkılırım. Belki de buraya hiç gelmemeliydim. Ama içimdeki dayanılmaz isteğe de karşı koyamadım. Ne olur asla üzülme. Yaşanan her şey aslında sadece bir düş.

  • Gitmek zorunda mısın?

  • Evet. Artık soru sormayı bırak ve bana sarıl.

Ne muhteşem. Sanki her şey söylediği gibi bir düştü. Sanki düşler tarlasında oturmuş elimdeki yol gösterici ile besteler yapıyordum. Vücudumun her kasılışında tarlanın bir bölümü gelincik çiçekleri ile doluyor. Aldığımız her soluk da ise gelincikler daha da olgunlaşıyordu. Sonra gökyüzüne doğru fırlıyor yağmur olup tarlaya geri dönüyorduk. Gelincikler büyüyor, büyüyordu.

Sonra birden uyandım. Yatağımda tek başıma idim. Uyku sersemliği ile etrafıma bakındım ve kapıya fırladım. Orada hiçbir zaman olmamış bir çift ayakkabıyı boş gözlerle aradım. İçeride sobanın yandığı odaya girdiğimde ise

sobanın karşısında bir tas içinde yarım kalmış sütü ve balık kırıntılarını gördüm. Tanrım dün gece sahilde bulduğum ıslak kedi pencereden çıkıp beni terk etmişti.

Akşam bana ne demişti? Yaşanan her şey aslında sadece

bir düş.

Biraz sıkkın giyinmek üzere yatak odama döndüm.

Etraftaki dağınıklığı toplamaya başladım. Birden gözüm

yatağa takıldı.

Yatağım gelinciklerle doluydu.

18 Şubat 1998, Üsküdar.

Bunları da sevebilirsiniz