Bir Demokrasi Mücadelesi Olarak Maden Karşıtlığı

Otoriter rejimlerin devamlılığı için hangi koşulların gerekli olduğu tartışmaya ve değişmeye açık olsa da öne çıkan bazı etkenlerin olduğunu söylemek mümkün. İlk olarak ülke büyüklüğünün özellikle globalleşmeyle birlikte bir etken olarak kendini gösterdiğini söyleyebiliriz. Globalleşmeyle birlikte İspanya, Portekiz ve Yunanistan gibi orta ve orta-küçük büyüklükte diyebileceğimiz ülkelerde diktatörlükler sosyal mücadeleler kadar bütünleşen piyasanın getirdikleri sonucunda muhtemelen bir daha geri dönmemek üzere ortadan kalktı. Bugün elimizde Rusya, Çin, İran ve biraz istisna olarak Kuzey Kore ve Beyaz Rusya var, ancak bu istisnaların biraz da daha büyük otoriterlerin himayesinde olduğunu göz ardı etmemek lazım. Dolasıyla mevcut bağımsız örneklerin en küçüğü ve en sallantılısı olarak İran, 80 milyonu aşan nüfusu ve Türkiye’nin iki katından daha büyük yüzölçümüyle büyüklük açısından bahsedebileceğimiz alt sınırı belirliyor.

Otoriterliğin devamının şartlarından biri olarak 20. yüzyılın ortasından sonra yukarı çıkmış ülke büyüklüğü eşiğine, 21. yüzyılda baskıcı rejimlerin her zamankinden daha maliyetli hâle geldiği tespitini ekleyebiliriz. Yeni Abdülhamitler, yeni Frankolar (gerçi Franko’nun sıradan halkın ne dediğiyle çok ilgilenmediği söylenir) herkesin peşine takacak bir hafiyeye ihtiyaç duymasalar da artan iletişim mecralarını takip altında tutmak onlar için büyük bir mesele. Bu noktada yine ülkenin büyüklüğünün ve mevcut altyapısının öne çıkarak Rusya ve Çin gibi örneklerde kendi sosyal medya ve mesajlaşma platformları geliştirme ve halkına dayatma örnekleri karşımıza çıkıyor.

Türkiye’nin büyüklüğü ve küresel piyasayla bütünleşme düzeyi ve şekli, otoriterliğin devamı için bahsettiğimiz birinci şartı sağlamasına neyse ki elvermiyor. Ancak bahsedeceğimiz ikinci şart, baskıyı artırmak ve otoriterliği sürdürebilmek açısından giderek faydalanılmaya çalışılan bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkıyor. Bu ikinci şart, bol miktarda ve değerli doğal kaynaklar. Özellikle Rusya, İran ve Suudi Arabistan özelinde bol miktarda petrole ve doğalgaza sahip olmanın otoriter bir rejimin devamlılığına faydasını görüyoruz.

Bunları beraber düşününce Türkiye’de son bir yılda rekor sayıda maden arama izni ve ruhsatı verilmiş olması daha büyük bir anlam kazanıyor. Tarım alanlarını, yerleşim yerlerini, su kaynaklarını, ormanları, hava kalitesini ve yaban hayatını tehdit eden bu çılgın madencilik, boşalan hazineye bir can simidi olarak değerlendirilmeye çalışılıyor. Elbette ki Türkiye egemen bir ülke olarak madenlerini çıkarma hakkına sahip, ancak burada çıkaran çoğu zaman kamu kuruluşları olmadığı gibi izinler egemen ve geleceğini düşünen bir ülkede olması gerekenin tam tersi şekilde, hiçbir inandırıcı fizibilite ya da çevresel etki değerlendirmesine tabi tutulmadan her isteyene veriliyor. Mülkiyet haklarının bile hiçe sayıldığıi

, muz cumhuriyetlerini hatırlatan bu fütursuz madencilik faaliyetleri hem ülke genelinde hem de madencilik faaliyetlerinin artarak sürdüğü ilçe merkezlerinde ve kırsalda dikkate değer bir tepkiyle karşılanıyor.

Bu sebeple, madenlere karşı çeşitli şekillerde itiraz etmek bugün her zamankinden çok daha önemli bir gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor. Yalnızca belli bir kesimin cebini dolduran ve sürdürülebilir ve hayati üretimleri tehlikeye atan madencilik faaliyetlerine dikkat çekmek aynı zamanda otoriterliği bir kaynağından mahrum ederek demokrasiyi korumak anlamına geliyor. Aralık ayında sivil toplum kuruluşlarını daha fazla baskı altına almaya yönelik yapılması konuşulan değişikliklerin arka planını ele alırken çevre örgütlerinin ve yerel derneklerin bu konulardaki örnek mücadelesini de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Demokratik bir Türkiye’de maden araması ve çıkarılmasının; şeffaf şekilde, bilimsel ve ekonomik gerçeklere uygun, doğayı ve halk sağlığını önceleyen sıkı bir süreç içinde gerçekleşeceğini öngörüyor ve 2021’in bu doğrultuda mücadele etmemiz gereken en önemli yıllardan biri olduğunu düşünüyorum.

Bu yazı vesilesiyle, Türkiye’nin dört bir yanında kuralsızca devam eden altın madenciliğine karşı mücadele eden Kaz Dağı Koruma Derneği yöneticilerinden Süheyla Doğan’ın Covid-19 dolasıyla yitirdiği annesini saygıyla anıyorum. Yaşadığı süreçle ilgili kendisiyle yapılan bir röportajı okumanızı öneririm: https://eskimiyen.com/dogasina-sahip-cikmanin-bedeli-koronadan-olmek-mi/

https://eskimiyen.com/dogasina-sahip-cikmanin-bedeli-koronadan-olmek-mi/

Bunları da sevebilirsiniz