Alacakaranlık Kuşağında Yaşamak

Gelinen noktada, ekonominin durumuna ilişkin konuşulacak çok da fazla bir şey kalmamış durumda. TL’nin son beş yıldır hızlanarak artan değer kaybı, üretimin, istihdamın, sıradan vatandaşın durumu, iyiden iyiye bozulan gelir dağılımı, kamuda yaşanan deformasyon, her şey herkesin gözü önünde yaşanıyor.

Niçin bu duruma geldiğimiz konusunda da farklı bir durum söz konusu değil. Her şey, elin parasıyla, elin malını alıp tüketerek, konut kredisi, araba kredisi, tatil kredisi, tüketici kredisi, bayram kredisi diyerek ve gelecekte olacağını varsaydığımız kazançlarımızı bu günden harcayarak yani kazandığından çok tüketerek hepimizin katkısıyla ve hepimizin gözü önünde gerçekleşti.

Gelecek 10-20 yıllık kazancımızı, milli geliri bizin 2-3 katımız olan ülkelerdeki insanların dahi, oturamadığı, oturmayı hayal edemeyeceği büyüklükteki konutlarda, binip gezmeyi düşünmediği lüks arabalar karşılığında ipotek ederken de kimse kimseyi zorlamadı. Hepimiz kendi özgür irademizle şimdi al, bayramdan-tatilden sonra öde diyen reklamlara, piyasa kanallarında ahkam kesen, aklını sermayeye kiraya vermiş ayakçıların sözlerine inanmayı tercih ettik.

Tek tek kişiler için de, muhalefet partileri, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, şimdilerde ağlayarak iktidardan destek, teşvik peşinde koşan özel sektör, “anlı şanlı” patronlar açısından da durum bu. Kimsenin kimseye söyleyeceği bir söz ya da son dönemin modasına uygun şekilde “kandırıldık”, “aldatıldık” deme, masum mağdurlar rolü oynama hakkı yok.

Muhalefet partileri, vatandaş memnun, laf edip tepki çekmeyelim deyip susar, 12 Eylül darbesi sonrası angaje oldukları sistemin patronları emperyal ülkeler ve mali sermayeyi rahatsız eden laflar söylemekten kaçınırken, bizler yani sıradan insanlar elle gelen düğün bayram diyerek bu günkü hesapsızlığın yarın önümüze konulacak faturasını düşünmedik, düşünmemeyi tercih ettik. Bununla da kalmadık, az sayıda da olsa doğru söyleyenleri, bozguncu, paranoyak, komplocu ilan ettik, her zaman olduğu gibi acı gerçeklerden kaçtık, tatlı yalanların peşinden gittik.

Dolayısıyla da, hiç kimsenin biz böyle olacağını bilmiyorduk diyerek bu gün gelinen noktanın sorumluluğunu AKP’ye ya da sadece Erdoğan’a atarak, 24 Ocak kararları ve 12 Eylül darbesi ile başlayan süreçte işlenen kolektif suçun sorumluluğundan kurtulması mümkün değil.

AKP’nin, 12 Eylül ekonomik ve siyasi darbesi sayesinde kurulan sürecin son aşaması olduğunu, ANAP’la başlayıp, DYP-SHP/CHP, ANAP-DSP-MHP Hükümetleri eliyle tavizsiz sürdürülen bağımlık çizgisinin devamı/ doğal sonucu olduğunu görmezden gelerek, yapılacak hiçbir siyasi çözüm önerisinin geçerliliği olduğu kanısında değilim.

AKP’yi yukarıda saydığım öncüllerinden ayrı kılan şey, gittiği yolun kendisinden öncekilerin de gitmek istediği yoldan farklı olması değil. Kendinden önceki iktidarların da yapmak isteyip de beceremedikleri şeyi yani bağımsız ekonomiden vazgeçip, başkasının parasıyla küresel ekonominin parçası olma yolunda çok daha hızlı ve fütursuzca gitmeyi becermiş olması olduğunu düşünüyorum.

Bunun ödülü olarak da, AKP, yabancının malı ve parasıyla yaşanan 40 küsur yıllık borç paraya dayalı ödünç refah döneminin siyaseten kaymağını yeme, daha önce hiçbir iktidara nasip olmayan bir biçimde18 yıla yaklaşan bir iktidar dönemini yaşama şansını yakalamış oldu.

Gelinen nokta da, muhalefetinde gizli açık desteğiyle 18 yıldır iktidarını sürdürme şansını yakalamış olan AKP, iktidar döneminin en önemli kriziyle karşı karşıya kalmış, neoliberal dünya düzeninin dünya genelinde yaşadığı sıkıntılar ve bu krizin açıkça konuşulur olmasını sağlayan küresel virüs salgını dış borca dayalı ekonomik mucizemizin sonunu getirmiş durumda

Sorun, en başta Atatürk’ün cumhuriyet devrimlerini emanet etmek üzere kurulmasına öncülük ettiği CHP olmak üzere, halen bu gerçeğin farkın da olmamamız ya da geçmişten gelen angajmanlarımız/bagajlarımız nedeniyle farkında değilmiş gibi davranmak zorunda kalıyor olmamız.

T24 yazarı Barış Soydan gibi yapıp, ekonomiyi ve tabii ki siyaseti yabancının parasına bağımlı kılan politikaları, çağın kaçınılmaz gerçeği/gereği gibi sunarak, bir yandan Atatürk’ün çizdiği yoldan gidiyor gibi yaparken, diğer yandan Atatürk’ün karakterimdir diyerek savunduğu, ulusal bağımsızlık gibi değerlerin tam tersini savunabiliyoruz.

Sonuç olarak, CHP’nin, 2002-2009 arası AKP’nin rolünü oynayarak ve bu günlere gelmemizin en büyük sorumlularından Babacan ve Davutoğlu’nun parlamentoya girmesini sağlayarak başarılı olacağını zannettiği, buna karşılık, 18 yıla yakın süredir iktidarını devam ettiren AKP’nin, bir kez daha değişimin öncüsü olmaya soyunduğu, bir garip durum söz konusu. Kişisel olarak, içinde bulunduğumuz bu durumu, bitmeyen bir alacakaranlık kuşağının dışına çıkamamak olarak nitelemem de mümkün.

Ahmet Müfit

Kaynaklar:

  1. https://t24.com.tr/yazarlar/baris-soydan/akp-ekonomide-de-ulusalcilarin-dedigine-geldi,26753

  2. https://odatv4.com/bayramlasma-toreninden-iktidar-analizi-akpnin-durdugu-pozisyonda-bugun-chp-var-25052057.html

Bunları da sevebilirsiniz