Metamorfoz

 

Çocukların resim ile tanıştığı, boya kalemleriyle kâğıt üzerinde keşfe çıktığı ilk birkaç yıl karalama dönemi olarak isimlendirilir. Gelişi güzel şekiller, iç içe geçmiş çizgiler… Bilinçsizce yapılan karalamalar zamanla bir nesneyi veya kişiyi sembolize eder hale gelir: İnsanlar, hayvanlar, evler…

*

Çocuğun duygusal yaşamının merkezidir ev.

Hayalleri bu evde filizlenir. Mutfakta beslenir, salonda sosyalleşir, odasında uyur ve büyür.

Büyüdükçe başka evlerin de olduğunu fark eder. Bazı evler daha soğuktur, bazılarının yemyeşil bahçesi vardır. Bazı mutfaklar daha güzel kokar, bazı salonlarda perdeler hiç açılmaz. Yaşamın ilk yıllarında içselleştirdiği ev, hepsinden farklıdır. Onu diğer bütün evlerden ayıran, özel kılan, içindeki insanlardır.

– Resmin üzerine ‘Bizim Evimiz’ yazar mısın anne?

*

Zamanla daha büyük evlerle tanışır. Eve benzeyen ama daha farklı, büyük binalar: Okul, hastane, restoran, spor salonu, otel… Evin her bir odası ayrı yerlerde, ayrı yapılarda genişletilerek inşa edilmiş gibi görünür.

Günün büyük bir bölümünün o binalarda geçmeye başlamasıyla ‘saatler’ hızlanır; evdeki kaynaklardan beslenme süresi ve aldığı doyum azalır. Yapılması gereken önemli işlerle geçen yıllar boyunca benzer düşünceleri kafasında döndürüp durur: “Büyüyünce çok güzel bir evim olacak, duvarlarına resimler yapacağım. Herkesin sığabilmesi için kocaman bir koltuk alacağım ve her gün orada oturup film izleyeceğiz.”

İdealindeki evi duyguları, düşünceleri ve çizgileri ile geliştirmeye devam eder. Bahçede köpekleriyle oynayan mutlu bir aile, yemek masasında birbirine gülümseyen çocuklar ve ebeveynler…

Seneler içinde beklentiler değişir elbet, yine de bu üç ev onun yaşamını etkilemeye devam eder: İçine doğduğu ev, hayalindeki ev, gerçekte sahip olduğu ev…

*

Yetişkin olduğunda hayatın hızlı temposu ve büyük binaların tuhaf çekiciliği, onu eskisi kadar sık düşünmekten alıkoyabilir. İdealine ulaşamamanın, sahip olduklarıyla tatmin olamamanın yarattığı içsel çatışmadan uzaklaşmak istemiş ya da yeni bir başlangıç yapmaya hazır hissetmediği için hayallerini ertelemiş olabilir.

Yaşamının bir dönemine benzer duygular ve düşünceler eşlik etmiş biri için evde olmak, haftalar boyunca evde olmak, bunu kaç gün daha yapmak zorunda olduğunu bilmeden evde olmak kendine, iç’e dönüşün kapılarını aralar. Evde olmak, duyguların merkezinde olmaktır. Kendi özünde…

Bastırılan, ötelenen duygular ve düşünceler yeniden gün yüzüne çıkar. Pişmanlıklar, özlemler, beklentiler, kızgınlıklar, kayıplar, yarım kalmışlıklar, arzular…

Tıpkı süzmeden doldurulan bir fincan çayı farkında olmadan karıştırmak gibi. Dibe çökmüş tortuları havalandırmadan içmeyi başaran, onları görmezden gelmeyi alışkanlık haline getirenler için bile istemsiz bir süreç başlar. Çay yaprakları fincanın her yerine dağılmıştır bir kere. Artık durma, bekleme, kendini dinleme ve demlenme zamanıdır. Geçmiş yaşantıları ve gelecek hayallerini gözden geçirerek şimdi ve burada uçuşan yapraklarla birlikte

yavaşlama,

yoğunlaşma…

Hazır hissettiğinde istediğini yapabilir o yapraklarla. Belki de fincandan alıp bir resim kağıdının üzerine bırakır onları, tıpkı çocukken yaptığı gibi. Islak çay yaprakları beyaz zeminde dağılırken yeniden keşfetmeye başlar malzemesini. Duygularını, düşüncelerini, kendini… Gelişi güzel acemi çizgiler, iç içe geçmiş şekiller zamanla yeni hayallere, umutlara, başlangıçlara; yine an’a, hayata dönüşür…

ve en güzel yerinde durur evin:

Benim Evim”

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın