Kadın, kendini bildi bileli buradaydı. Sahilde her sabah güneşin doğuşunu karşılar, ışıklarının arasında
yıkanırdı. Sonra, gün batımına kadar sahildeki balıklarla konuşur, canı sıkılınca denize girer, dalgaların vücudunu yalamasını büyük bir hazla izler, sahilde muhteşem incelikteki kumların üzerinde dolaşır, dalgaların ona getirdiği deniz kabukları ile oynardı. Gün batarken de yüksekçe bir yere çıkar uzaklardaki yıldızların ışıklarını seyre dalardı. Adada yetişen her bitkiyi, her taşın yerini bilirdi. En büyük dostu rüzgar ve martılardı.
Martılar ve rüzgar ona çok uzaklarda hiç bilmediği yerlerden haber taşır, gitmesi ve görmesi mümkün olmayan yerlerin kokusunu getirirdi.
O sabah her zaman olduğu gibi sahile gelmiş dalgın gözlerle ufku seyretmeye başlamıştı. Dostu martıyı
fark etmedi bile.
-
Günaydın.
-
Ah! Dalmışım geldiğini fark etmedim. Ne zamandır
buradasın?
-
Çok olmadı. Susadım. Kaynağa gitmeden önce sana
bir merhaba demek istedim.
-
İyi yaptın. Haydi kaynağa beraber gidelim.
Yan yana yürümeye başladılar. Martı hem yürüyor hem de üstlerinde uçuşan daha genç martıların sorularına cevap veriyordu.
-
Gördüğün gibi sorular asla bitmez.
-
Ne güzel. En azından birileri sana bir şeyler soruyor.
Benim böyle bir şansım yok.
-
Niye ? Ben varım ya.
-
Evet bir tek sen varsın. Biliyor musun, bazen kendimi çok yalnız hissediyorum.
-
Dert ettiğin şeye bak. Aslında hepimiz yalnızız.
-
Ama ben de, benim gibi birileriyle olmak istiyorum.
Bazen ruhumun derinliklerinde anlamını kavrayamadığım şeyleri hissediyorum.
-
Hım. Şayet böyle hissediyorsan, o zaman durum ciddi. Sana söz veremem ama bu konuyu rüzgarla da konuşmam gerekecek.
Her ikisi de yürüyerek tatlı su kaynağına geldiler. Martı su içerken kadın onu seyretmeye koyuldu. Sonra suya yaklaştı. Ve irkildi.
-
Şimdiye kadar hiç dikkat etmemiştim. Bak suda
sadece seni görebiliyorum, ama kendimi asla.
-
Bu senin için çok mu önemli?
-
Bilmiyorum. Ama sanki bir şeylerin eksik olduğunu hissediyorum.
-
Doğru, ama eksik şeyler sende değil bizlerde.
-
Ne gibi ?
-
Zamanla anlayacaksın.
-
Artık yalnız olmak istemiyorum.
Martı cevap vermedi. Yukarıda ama gerçekten çok
yukarılarda perende atıp uçan iki martıyı gösterdi.
-
Şu çok yüksekten uçan iki martıyı görüyor musun?
Onlar da bir bakıma senin gibi olabilmek için bilmedikleri bir geleceğe kanat çırpıyorlar. Ve sen onlardan birkaç adım öndesin.
-
Bak. Onlar ayrıldı. Her ikisi de ayrı ayrı istikamete
doğru uçmaya başladı.
– Her ikisinin de hedefleri aynı, ancak kat edecekleri
yolları ayrı. Zamanı gelince bende yola çıkacağım.
-
Sen de beni terk edeceksin.
-
Merak etme her şey yoluna girene kadar buradayım. Bu arada seni terk etmek mi?Anladığın anlamda hayır. Sadece senin gibi olmak için bir müddet buradan ayrılacağım.
-
Yalnız olmak için mi?
Martı başını gökyüzüne kaldırdı. Etraf son süratle kararmaya başlamıştı. Rüzgar dev fırtına bulutlarını önüne katmış, bir o yana bir bu yana sürüklerken martıya göz kırpmayı ihmal etmedi.
O gece çok büyük bir fırtına çıktı.
Ertesi gün sahile geldiğinde alışık olmadığı bir manzara ile karşılaştı. Martılar büyük bir gürültü ile sahildeki bir karartının etrafına toplanmışlar çığlık çığlığa tartışıyorlardı. Geldiğinin bile farkına varmamışlardı.
– Ne oldu?
-
Baksana, bu bir insan. Dünkü fırtınada batan gemiden
kurtulan bir insan.
Kadın yavaşça yaklaştı. Yerde kumların üzerinde yatan insanı dikkatle inceledi. Sırılsıklam saçları ve yırtılmış elbiseleri ile kadına çok çekici geldi. Hayatında ilk kez insan görüyordu. Birden içinde anlaşılmaz bir şeylerin kıpırdadığını hissetti. Ürperir gibi oldu. Telaşla martılara döndü.
-
Rüzgar mı çıktı?
Martılar hep bir ağızdan cevapladılar.
-
Evet ama bu yürek çırpıntılarının rüzgarı.
Kadın söylediklerine bir anlam veremedi. Genç adamı seyretmeye devam etti. Bir süre sonra adam kendine geldi.
Tüm martılar gürültüyle kaçıştılar. Yerinden doğrulmaya çalıştı. Ama beceremedi. Çok yorgun ve susuzdu. “Su” diye inledi ve tekrar bayıldı.
Kadın ne yapacağını şaşırmıştı. Onun yemek yemek veya su içmek gibi alışkanlıkları yoktu. Adamı su kaynağına kadar da taşıyamazdı. Üzüntüden ağlamaya başladı.
Göz yaşları adamın yüzüne, oradan da ağzına akmaya başladı. Adam yüzündeki serinlikle tekrar kendine geldi. Bir gayretle kendini en yakın ağaçların arasına çekti.
Kadın adada koşarak martıyı aradı. Onu sahilde bir balığı
yerken buldu.
-
Bana yardım et. İnsanın beslenmesi lazım.
Martı “ Anladım “ dedi ve “Ona yeni bir balık bulmam gerekli. Sen beni burada bekle” dedi.
-
Büyük bir balık olsun lütfen.
-
Nasıl istersen.
Sonra denize doğru uçtu. Kısa bir süre sonra ağzında bir balıkla geri döndü.
-
Nasıl? Bu iyi mi?
-
Evet. Haydi bunu ona götürelim.
Martı kendi kendine ”Çok yıldızlı otelin rum servisi” dedi.
Kadın “ Bir şey mi söyledin?” diye sordu.
-
Hayır.
Sonra ağzında balıkla adama doğru uçmaya başladı.
Adamın tam üstüne gelince ağzındaki balığı bıraktı.
Balık adamın çok yakınına düşmüştü. Hemen alıp yemeğe
başladı. Yemeğini bitirince adayı keşfetmeye karar verdi.
Ada minik iki yamacı ve yüksek bir tepesi olan küçük bir adaydı. Her tarafı yemyeşil ağaçlarla doluydu. Etrafta ise başka hiçbir ada yoktu. Göz alabildiğine su sadece su. Kendi kendine “Galiba evrenin sonuna geldim.”, dedi.
O akşamı yamacın tepesinde geçirdi. Milyarlarca yıldızın altında tek başınaydı. Uzun bir süre gök yüzünü seyretti.
Canı sıkkındı. Kendi kendine “Kim bilir beni ne zaman bulurlar. Belki de bir daha asla ülkeme dönemem”,dedi.
Birden yalnız olmadığını hissetti. Etrafına bakındı. Tam zirvede bir martı sanki o hiç yokmuş gibi gökyüzünü seyrediyordu. Arada bir sanki biriyle konuşuyormuş gibi
gibi sağ tarafına dönüyor, gagasını açıp kapatıyor, bazen de söylenenleri onaylıyormuş gibi başını oynatıyordu.
Kadın martıya yaklaştı.
-
Onun beni fark etmesini istiyorum.
-
Bence bir mahsuru yok.
-
Ama nasıl?
-
Ben de bilmiyorum. Ama muhakkak bir yolu vardır.
-
Bana deniz kabukları getirir misin?
-
Ne için?
-
Onun için bir şeyler yapmak istiyorum.
-
Nasıl yapacaksın?
-
Hiçbir fikrim yok. Senin ve arkadaşlarının yardımına ihtiyacım var.
-
Pekala.
Martı havalandı. Adanın etrafında tur atmaya başladı. Hem uçuyor, hem de arkadaşlarına sesleniyordu. Az sonra
etrafı onlarca martı ile dolmuştu. Martılar onu dinledikten sonra adanın dört bir tarafına dağıldılar.
Hava kararmadan az önce tekrar bir araya geldiler. Her birinin ağzında o denizlere özgü kabuklar vardı. Her biri ağzındakini martının önüne bırakıp uzaklaştı.
Martı kadına döndü.
-
İşte istediklerin. Artık sıra sende.
Kadın büyük bir sevinç içinde martıların getirdiği kabuklara baktı.
– Bunlar çok güzel.
-
Artık sıra sende. Kolyeni kendin yapmak zorundasın.
Kadın kabukları ayırmaya başladı. Sonra en güzellerini seçip bir sarmaşığa geçirdi.
-
Nasıl, güzel oldu mu?
-
Evet. Çok güzel. Şimdi ne yapmak istiyorsun?
-
Bunu insana vereceğim.
Kadın kolyeyi alıp adamın gecelerini geçirdiği yamaca gitti. Hava iyice karamıştı. Adam sırtını bir kayaya yaslamış gök yüzünü seyrediyordu. Kadın sabırla adamın
uyumasını bekledi. Sonra kolyeyi adamın yanına bıraktı. Birdenbire içindeki adama dokunma duygusunu engelleyemedi ve adamın saçlarını okşadı. Sonra elleri adamın yüzüne değdi. Kadının içi tarifi imkansız duygularla dolmuştu. Artık uzun saçları adamın yüzüne değiyordu. Adam inleyerek uyandı. Bir an nerede olduğunu hatırlamadı. Yüzünde bir gülümseme vardı.
Sonra birden nerede olduğunu hatırladı. Gülümsemesi bir anda dondu. Yerinden doğuldu. Yüksek sesle ”Biran kendimi evimde gibi hissettim. Allah kahretsin! Bu adadayım. Artık buradan hiç kurtulamayacağım.”
Birden bire gözlerinden dökülen yaşlara engel olamadı.
Bu duygu kadının bildiği bir duyguydu. Hemen oradan kaçtı. Adam sinirle yan tarafa dönünce yerdeki kolyeyi gördü. Eğildi, kolyeyi eline aldı. Merakla inceledi. Sonra heyecanla ”Tanrım! Yalnız değilim”, dedi. Sonra son süratle sahile indi. Sahilde kimsecikler yoktu.
Aradan günler geçti. Kadın adamın yanından hiç ayrılmadı. Adam uyurken ona kah balık, kah midye getirdi. Sonra yanında uyudu. Adamın saçlarıyla oynadı.
Artık adam uykusundan uyanmıyor. Mutlu bir şekilde gülümsüyordu. Sonra bir gün çok uzaklarda bir gemi göründü. Yaklaşan gemiyi adam ve kadın aynı anda gördüler. Adam sahile koşarken kadın martıyı aramaya başladı.
-
Bir gemi geldi.
-
Fark ettim.
-
Ama insan gidecek.
-
Gitmesi gerekiyorsa evet.
-
Gitmesini istemiyorum.
-
Farkındayım. Ama unutma burada kalması ona zarar
verebilir. Bunu ister miydin?
-
Asla.
-
O zaman bir şey isterken sadece kendini düşünme. Ve unutma ki Yüce Ruh her ikiniz içinde en uygun olanına karar verir.
-
Gitmese olmaz mı?
-
Dedim ya buna kararı biz veremeyiz.
Kadınla martı sahilde yürümeye başladılar.
– Benim niye ayak izlerim yok?
-
Çok mu önemli?
-
Ama baksana. Senin bile izlerin görünüyor. Ama benimkilerden en ufak bir iz bile kalmıyor.
-
Peki . Senin de ayak izlerinin kum üzerinde kalması
bu kadar önemliyse, tekrar dene. Ancak denerken tüm varlığınla bunu iste. Unutma kumun üzerindeki izlerin çok önemi yok. Çünkü kısa bir süre sonra bir dalga tüm sahili, üzerinde hiç yürünmemiş hale getirebilir.
-
Denemek istiyorum. Biliyorum, dalgalar çok kısa bir süre sonra onları yok edecek, ama ne olur bir kerecik
bile olsa izlerimi görmek istiyorum.
-
Bu o kadar zor değil. Ancak önemli olan ruhunun
izleri. ve senin ruhun o kadar yüce ki, merak etme o
bunu hissedecektir.
-
Hisseder mi?
-
Sen gerçekten istersen.
-
Hissetsin istiyorum.
Sonra martı ile kadın kumda yürümeye devam ettiler. Dalgalar ayaklarını ıslatıyordu. Kısa bir süre sonra
martının ayak izlerinin yanında kadınınkiler de belirginleşmeye başladı. Bunlar çok zarif ve minik ayak izleriydi. Artık dalgalar bile izlere kadar gelmiyordu.
-
Hey! Bunlar benim mi?
-
Evet. Şu perdeli olanlar benimkiler. Onun yanındakiler ise seninkiler.
-
Artık benim de ayak izlerim var.
-
Artık yoğunlaştın. Bunun adı sevgidir. Artık benim
uçmam gerekiyor. Çünkü misafirin var.
Martı havalandı. Sahilin öteki ucunda genç adam belirmişti. Canı sıkkın bir şekilde sahilde yürüyor. İçinde çözemediği düşünceler ile boğuşuyordu. Sonunda onu bulmuşlardı. Kısa bir süre sonra bu adadan ayrılacaktı.
Ancak duyguları karışıktı. Günlerce birilerinin adaya gelip onu buradan kurtarması için beklemişti. Ama şimdi
gerçekten bunu istediğine emin değildi. Cebinden sahilde bulduğu kolyeyi çıkarttı. Boynuna taktı. Rüzgarı dinlemeye başladı. Rüzgar ona yine çok güzel şeyler fısıldamaya başlamıştı. Birden kumun üzerindeki ayak izlerini fark etti. Bunlar kendi ayak izlerine nazaran çok küçük izlerdi. Sahilde birden bire başlıyor, sonra yine birden bire bitiyordu. Yere oturdu, boynundaki kolye ile oynamaya başladı. Gözlerini kapattı. Yüreğinin ta derinliklerinde anlayamadığı bir şeyler oluyordu. Adaya geldiğinden beri anlam veremediği ama çok zevk aldığı şeylerdi bunlar. Birden sıkıntısının gitmekten kaynaklandığını fark etti. Evet bu adada onu çeken bir şeyler vardı. Ayağa kalktı. Sahilin öteki ucunda onu bekleyenlere doğru koşmaya başladı.
-
Tamam mı? Haydi gidelim artık.
-
Ben gelmiyorum.
-
Anlamadım.
-
Burada kalmaya karar verdim.
-
Tek başına bu ıssız adada ne yapacaksın?
-
Tek başıma olmayacağım.
-
Artık bir karar versen iyi olacak. Birazdan sular alçalacak. Bizlerin de fazla vakti kalmadı.
-
Burada kalmaya karar verdim.
-
Pekala biz dönüyoruz. Hoşça kal.
Birbirleri ile vedalaştılar. Denizciler sandala bindiler ve açıkta demirli büyük tekneye doğru kürek çekmeye başladılar. Gün batımına az kala tekne sahilden uzaklaşmaya başladı. Yavaş yavaş küçüldü ve sonunda ufukta kayboldu. Gözleri birden adadan uzaklaşan başka bir canlıya takıldı. Bu ona balık getiren martıydı. El sallamak istedi. Martı onu fark etti ve bir perende atarak ufuk çizgisinde kayboldu.
Genç adam artık sahilde yalnızdı. İçinde tarif edilmez bir
huzur duyuyordu. Yürümeye başladı. Birden saçlarının okşandığını hissetti. Heyecanla arkasına döndü. Kimseyi göremedi. Sadece hafif bir meltem çıkmıştı. Sırtı ürperdi.
-
Buralarda bir yerdesin, biliyorum. Seni hissedebiliyorum.
Rüzgar etrafında dans etmeye başladı. Kah yüzünü yalıyor, kah saçlarını okşuyordu. Yürümeye devam etti.
Kumda ayak izlerinin yanında yabancısı olmadığı küçük ve zarif bir çift ayak izi belirmeye başlamıştı.