Kayıp Zaman

Fazla mesai, bitmeyen ev işleri, sürpriz doğalgaz zammı, yarın ne olacak telaşı, çocuğun okul taksiti, belki aidatı ya da en kibar tabiriyle bağışı ile ay sonunu getirebilme savaşı… Boş vermiş yaz çoktan bitti, kış kendini göstermeye başladı. Çocuklar okulda, ebeveynler işyerinde ve evde sıkı bir mücadele içinde. Çocuklar takdir-teşekkür almak; anne-babalar ise hayatta kalmak, sağlıklı yemekler yemek, bir ev sahibi olmak, yeni bir otomobil almak veya yaz tatilini geçirmeyi arzuladıkları oteldeki erken rezervasyon fırsatını kaçırmamak için…

Sosyo-ekonomik düzeye paralel olarak çeşitlenen araçların motive ettiği anne-babaların sonuç odaklı günlerinde en sık sarf ettiği cümlenin “Zaman ne çabuk geçmiş.” olması çok da tesadüf değil. Çünkü tüm bu koşuşturma içinde çok çabuk akşam oluyor, çok çabuk geçiyor günler, yıllar; çocuklar çok çabuk büyüyor. Dün anaokuluna bin bir endişeyle bıraktıkları oğulları, bugün üniversite için başka bir şehre taşınıyor. Annesinin kocaman topuklu ayakkabılarıyla düşmeden yürümeye çalışırken “Ben hiç evlenmeyeceğim, hep sizinle kalacağım.” diyen kızları, doğacak bebeğini kucağına almak için gün sayıyor. “Zaman ne çabuk geçmiş…”

Durum böyle iken, aile odaklı sorulara alınan cevapların büyük çoğunluğunun çocuk temelli şekillenmesi oldukça şaşırtıcı: “Onun okulu için, onun geleceği için… Ben kendimi düşünmüyorum. O mutlu olsun bana yeter.”

Kendi isteklerini bile yok sayarak anneliği ve babalığı öncelik haline getiren kadınların ve erkeklerin bu cümleleri kurarken “Bir anda nasıl bu kadar büyüdü?” diye sormasının sebebi ne olabilir? Aradan habersizce geçen yıllar nerede?

Belki de cevap, sorunun içinde saklı. Öylece bir kenara bırakılmış, ertelenmiş, önceliğini kaybetmiş roller; yetişkinliğe atılan adımda kişiyi bir birey olarak besleyen isteklerin, zevklerin, hobilerin, alışkanlıkların gençlik sınırına emanet edilmesine sebep olmuş olabilir mi?

Çocuk olmak, yetişkin olmak, meslek sahibi olmak, eş olmak, anne-baba olmak… Eğer tüm bu kavramların önem sırasına göre basamak basamak dizildiğini düşünüyorsanız, sorunun cevabı “evet” olabilir.

Oysaki her rolün kendine özgü bir önemi ve değeri vardır, tıpkı dinlediğiniz bir senfonide duyduğunuz farklı müzik aletleri gibi. Orkestra şefi ahenk içinde yönetir hepsini. Piyano ile başlayan melodiye keman eklenir, davulun güçlü sesine nefesli çalgılar eşlik eder. Tek bir senfoni içinde bazen obua öne çıkarken, bazen çelloyu daha baskın duyabilirsiniz. Her biri müziği besler ve zenginleştirir. Tıpkı sahip olduğumuz roller gibi.

Hayat senfonimizin orkestra şefi olarak sahip olduğumuz tüm sesleri fark edip, uyum içinde yönetebilirsek, özlem duyduğumuz “kaliteli zamanları” da daha sık yaşayabiliriz. Özellikle çalışan annelerin sıklıkla dile getirdiği çocuklarıyla kaliteli zaman geçirme ihtiyacının gerçekten karşılanabilmesi için annenin farklı rollerden beslenebiliyor olması büyük önem taşır. Fiziksel olarak bir arada bulunmak ve “onun mutluluğu için” bir saat ayırmak yeterli olamayabilir. Aksine çocuğun da hissettiği ve aslında herkes için keyifsiz geçen, yarın unutacakları bir birlikteliktir yaşanan.

Ebeveynler de her insan gibi zaman zaman yorgun olabilir, sıkılabilir, zihinleri farklı konularla meşgul olabilir. Çocuğun isteğini kırmamak amacıyla “oyun oynuyor-muş” gibi yapmak yerine “dinlenmek için bir süreye ihtiyacı olduğunu” söylemek ve fiziksel, zihinsel, duygusal olarak oyuna hazır hissettiğinde herkes için eğlenceli bir saat geçirmek önemlidir. “-mış gibi yapmadan” ihtiyaç duyduğu müzik aletinin sesine kulak veren ebeveyn beslenir ve böylece verdiği sözü yerine getirebilmesi için gerekli olan motivasyonu kazanabilir. Herkesin bütünüyle dahil olması ile paylaşılan doyumlu anlar, yıllar sonra tüm ailenin içini ısıtan, geçmişi aydınlatan bir anıya dönüşebilir: “Zaman ne güzel geçmiş…”

Verilen sözlerin tutulduğu ve söylenen her şarkının tebessümle hatırlandığı günlere…


Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın