Erk-Ekliyor Olabilir Misiniz?

Erk-Ekliyor Olabilir Misiniz?

Bir önceki yazımda ataerkiden ve gücü nasıl inşa ettiğinden bahsetmiştim. 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele gününün içinde olduğumuz ayda kadınların mücadeleleri ve dayanışma için tüm dünyada vurgu yaptıkları bir ay oluyor. Ataerkinin en önemli çıktılarından birinin şiddet olduğunu biliyoruz. Şiddetin pek çok boyutu var, bu yazıda bunlara değinmeyeceğim. Ataerki ile mücadelede dil ve güç inşasının ele alınması gereken önemli konulardan biri olduğunu düşünüyorum. Dil niyettir ve bize bizi anlatır.

Cinsiyet eşitsizliği söz konusu olduğunda biliyoruz ki konuyu ele alış şeklimiz eğitim durumundan, entelektüel birikimden bağımsız ve bağlantısızdır. Eşitsizliği algılama ve değerlendirme biçimimiz bizim konuyu hangi perspektiften hangi inanışla içselleştirdiğimizle ilgilidir. Dilimiz ise içselleştirme ve kabul sürecimizin yansısıdır. Dil sadece yansıtmakla kalmaz doğrudan bir yeniden inşa aracı olarak da rol alır.

Cinsiyet eşitsizliği ve dil konusundaki günlük pratiklerde özellikle de eğitim ve iş hayatında kadınların sıklıkla karşılaştıkları tutumlardan biri, fikirlerinin bir erkek tarafından tekrar edilene kadar duymazdan gelinmesi, yok sayılması, laf arasında kaynaması ya da reddedilmesidir. Türkçe karşılığı ERKRAR olan kelimenin İngilizce tanımı HEPEATING’dir. Hepeating, he (eril “o”) ve repeat (tekrarlamak) sözcüklerinden türemiştir. Yapılan araştırmalar, insanların aynı şeyi bir erkek söylediğinde daha çok dikkate aldığını gösteriyor. Bu durum son derece otomatikleşmiş ve kendi seyrinde alışılagelmiş ki dikkatimizi vermediğimiz sürece fark etmemiz zor. Arkadaşlarınızla girdiğiniz sohbetlerde, iş toplantılarında, tartışma platformlarında deneyimleme sıklığımız ve fark etme gücümüz değiştirmek için başlangıç olmaktadır. Aksi taktirde aklın yolu bir olan koşullarda zaman ve enerji kaybı yaşanmasının yanı sıra kadınlar sözleri ve varlıkları ile yok sayılıyor ve ayrımcılık kendi döngüsü içinde işlemeye devam ediyor.

Sıklıkla karşılaşılan bir başka mesele de “Mansplaining”. Vikipedi, Mansplaining’i şöyle tanımlıyor; “İngilizcede man ve splaining sözcüklerinin birleşmesiyle oluşan ve “birine, karakteristik olarak bir erkek tarafından bir kadına, küçümseyici veya büyüklük taslayan bir biçimde bir şeyler anlatmak” anlamına gelen bir ihtira.”

Son dönemde, uzmanlık alanlarının ve sözlerinin çevrelerindeki erkekler tarafından dikkate alınmamasına tepki gösteren dünyanın her yerinden kadınlar, kavramın çok hızlı bir şekilde uluslararası yaygınlık kazanmasını sağladı. Bu süreçte, kadın akademisyenler farklı platformlarda deneyimlerini paylaşarak kritik bir rol oynadı. Pek çok dile aynı anda giren bir kavramın doğuşuna yol açan süreç, 2008 yılında Rebecca Solnit’in kadınları sessizliğe iten sosyal örüntüleri sorguladığı bir makale kaleme almasıyla başladı. (E, Mura; 2018)

Elif U. Mura 2018 yılında ele aldığı yazısında şöyle demektedir; “Solnit’in bu tartışmayı açma sebebi yeni bir kavram icat etmek değildir. Makalesinde, kadınları sessizliğe iten sosyal atmosferi ve davranış kalıplarını sorgular. Dikkat çekmek istediği bir konu, bu muameleye devamlı maruz kalmanın kadınların özgüvenlerinde yarattığı tahribattır. Öyle ki, bu öğrenilmiş kalıp davranışların arkasındaki varsayımlar (örneğin, kadınların bilgi-fikir üretiminin öznesi olamayacağı) kadınları sessizliğe, kendinden şüphe etmeye ve kendi kendini sınırlandırmaya itebilmektedir. Bu bağlamda, yazarın vurgularından biri, küçümseyen tavrın (tıpkı sokak tacizinin yaptığı gibi) kadınlara bulundukları ortama ait olmadıkları mesajı vermesidir.”

Kadınlar olarak rahatsızlığımızı dile getirdiğimizde, sesimizi ve gücümüzü değişim üzerine ortaya koyduğumuzda aslında bedel ödemeye başlıyoruz. Kimi etiketler ile de dilin inşa başlıyor. Bazıları ayarsız, bazıları sinirleri bozuk ya da nevrotik, kimleri abartılı olarak tanımlıyor davranışlarımızı ve söylemelerimizi. Ama biliyoruz ki bu tanımlamaların bir karşılığı var. Hoşuna gitmeyeni söyleyen, varlığını ortaya koymaya çalışan, sözcüklerine sahip çıkmaya çalışan kadın hangi platformda olursa olsun – evde, işte, yazarken- okurken- gücü ve ataerkiyi sarsar ve bu durumda tehlike olarak algılanır.

Solnit de her birimiz gibi yukarıda bahsettiğim tanımlamalardan (aşırı hassas, duygusal, kuruntulu, vesveseli, sinirleri bozuk) çekindiği için 2008’de yazdığı makalede kendinden şüphe ederek geri çekildiğini ve fikirlerini ifade etmek yerine sustuğunu ifade eder. Yıllar içinde hem akademik alanda hem de kadınlığı kavrayışı ile güçlenen Solnit 2012 yılında ön açıklama ekleyerek makalesini revize eder ve “mansplaning” kavramı uluslararası platformda sosyal medya ve teknolojik iletişim gücünün de kullanılması ile yaygınlaşır.

Kim Goodwin’in hazırladığı ve Rayka Kumrunun Türkçeleştirdiği aşağıda yer alan şematizasyon yukarıda anlattıklarımın tamamını özetler nitelikte. Zihin akışımızın ve inançlarımızın aynası olan kelimeler biz başka türlü düşündüğümüzü söylesek de asıl inanışımızı ve niyetimizi ortaya koyan, bizi bize anlatan yegane araçlar. Bu araçların gücü değişim ve dönüşümün de gücü olabilir yeter ki dönüşmek isteyelim….


Kaynaklar:

  1. https://viraverita.org/yazilar/rebecca-solnitin-aciklayan-adamlarindan-mansplaininge-bir-kavram-nasil-dogdu

  2. Rayka Kumru Sosyal medya hesabı

  3. Atılım KASASUM

  4. Vikipedi Sözlük

 

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın