Gök Girsin Kızıl Çıksın

Bu çalışmamızda Orta Asya Türk edebiyatı eserlerinde sıkça karşılaşılan bu ant içme deyişine yine bilinenlerin dışında yaklaşımla; hiç değinilmemiş anlamlar vermeye çalışılacak. Bu çalışma aynı zamanda siz değerli okurlara önceki yazınlarımızla çağrışım yaptırmayı; dağarcığımıza katılmış olanları pekiştirme ve yenilerini eklemeyi de amaçlamaktadır. Özenciyiz; birlikte zevk almaya çalışmak bırakamayacağımız biricik alışkanlığımız.

Deyişin bilinen anlamı, genel onay alan anlamı kısaca; “eğer sözümde durmazsam bu çelik (kılıç) bedenime gök gibi girsin; kanıma bulaşarak kızıl (kırmızı) çıksın” şeklindedir. Ant içme kılıcın kabzası tutularak yapılır; su verilmiş çelik mavimsidir!

Bilgilerimize göre ant içme ya da kan kardeşliği öncül Türk boylarında görülmektedir. Çocukken bir arkadaşımla parmaklarımızı ucunu kanatarak karşılıklı dilimizle yaladığımızı anımsıyorum, bu durumda biz de öncüllerimiz atalarımızın zorunlu ve doğal sonuçları (Prof. Niyazi Kahveci!) olmalıyız! Bu sözlerimiz dileriz ki özencilerin amacı olan “zevk alma isteği” kapsamında değerlendirilir. İskitler; Hunlar; Göktürkler bu boylardandır ve İskitlerin (MÖ 800) bu uygulamayı yaptığı bilinmektedir. Ant içilirken Tanrı adı da anılmaktadır. (1)

İlkin gök ve kızıl sözcüklerine dilimiz açısından kısaca bakalım,

Türk Dil Kurumu Güncel Sözcükte Gök

1- İçinde gök cisimlerinin hareket ettiği sonsuz boşluk; uzay.

2-Yeryüzü üzerine mavi boşluk gibi kapanan gök kubbe, sema

3- Sıfat. Gökyüzünün denizin rengi; mavi ya da yeşile çalan mavi

4- Sıfat. Bu renkte olan; olgunlaşmamış

Etimoloji Türkçe.com kayıtlarında gök yine gökyüzü; Tanrı; kök benzeri açıklanmaktadır. Tarihte en eski kaynak Orhun yazıtları (735)

Türk Dil Kurumu Güncel Sözcükte Kızıl

1-İsim. Kızıl

2-Sıfat. Bu renkte olan

3- Sıfat. Aşırı derecede olan

4- Komünist

5- Hastalık

6-Altın

Etimoloji Türkçe.com kayıtlarına göre

Kızıl/ Kızğıl / Orhun yazıtları (735)

Kelime kökeni kızığ ”kırmızı” sözcüğünden IL sonekiyle üretilmiş denilmektedir.

Bu iki sözcüğünde kökenine kuşkulu bulunmasına karşın değinilmeyecektir.

Gök Girsin Kızıl Çıksın

Anlambilim Ve Yorum Bilim Önerisi

Sav: Gök sözcüğü için TDK güncel sözcükte verilen anlamların dışında; Yer (GAYA, GEO, KAYA) ve GÜN (KÜN) arasındaki boşluk olarak değerlendirilecektir!

(bakınız, görsel 2, 2 ve 3 arası!)

Çünkü bunun çok açık bir nedeni var görüşüme göre! Gözümüz güneşten gelen ışınları algılar; güneşten uzaklaşan yöndeki ışıkları göremeyiz! Gökyüzü boyut olarak Gün (eş) den ötede olsa da biz bu bölümü ancak optik araçlarla görebiliriz. Bu düşünüşle KÖKTÜRK, KÖKTENGRİ gibi kullanımlar kusurludur; bu sözcüklerdeki ilk hece “kök” topraktaki kök anlamına uygundur kanımca! (2)

Ö ünlüsünün iki yanındaki sessizler aynıysa bu toprak ya da “kaya” olmalı!

Kaya < > Ayak kurgusu da bunu doğrular; Türkçe matematik kesinliğinde dildir; sözcük irdelendiğinde bu görülebilmelidir!

Anımsanacağı gibi nisan–temmuz dönemindeki üç yazında kaya yazıtları çözümlenmiş; özellikle güneşle ilgili anlambilim ve yorum bilimi açısından da değerlendirilmeler yapılarak konunun bütünlüğe kavuşması amaçlanmıştı. (3)

Son olarak kazınan Türk damgalarının neden o şekillerde çizildiği yani kökeni de verilmeye çalışılmıştı. Bu damgalar N; NG, G, K; L, Ç, Ş, NY, O, U idi. Bunlara NT, ND ve başkalarını da ekleyebiliriz umarım yakında. Bugün yazınımızın konusu olan deyişle ilgili olan “NG” damgasına değinilerek deyim yerindeyse yeniden “didiklercesine” irdelenecektir! Bu damga yorum bilimi açısından sınırsızca irdelenip boyutları ve bağlantıları-ilişkileri gösterilip açıklanmaya uğraşılacaktır. Damgayı yeniden çizelim. NG > K dönüşümünü de yorumlayalım yeniden açarak; yeterince anlaşılamamış olabilir çünkü!

Gökyüzüne baktığımızda yukarı doğru Güneşi görürüz değil mi? Aslında bu kadar açık! Şimdi özenci olarak eğlenip zevk almaya çalışalım “birge” (Azerbaycan lehçesinde birlikte)!

Bildiğiniz gibi Türk kaya yazıtlarında çözümleme ya da düşünme yönü yukarıdan aşağı; ardından sağdan soladır. Türkler kuzey yarımkürede yaşarlar çoğunlukla; anayurtlarımız kuzey yarımkürededir değil mi? Başlıyoruz düşünmeye.

Gece karanlıktır. Sabah şafağın atmasıyla birlikte gökyüzü aydınlanmaya başlar ancak renksizdir başlangıçta. Sonra güneşin ışıkları yeryüzüne ulaşmaya başladıkça göğün maviliği daha çok belirmeye başlar. Gök sanki girercesine yeryüzünün üstüne çöker. Başka deyişlerle “gün ağarır”; “şafak atar”! Yazınımızın konusunda denildiği gibi “GÖK” girmiş oldu mu sizce de? Yine önce ufukta güneşin altın sarısı ışıklarını görmeye başlarız ve güneş yükselmeye başladıkça; yukarı sola doğru kaydıkça “KIZIL” çıkmış oluyor mu sizce de? İşte “gök girdi kızıl çıktı”! Umarım okurlar bu noktada dil tanımını anımsamaya başlarlar.

“Görüşüme göre mavi çelik bedenime girip kanımın renginde kızıl çıksın deyişi atalarımızın bu bilgisinin ikincil yorumudur; inançlarına benzetme yapılmış hoş bir biçimde!”

Görüleceği gibi Türk yazıtlarının çözümlenmesindeki mantık ya da yöntem; yukarıdan aşağı sonra sağdan sola düşünülür kuralı bu deyişle örtüşüyor. Gökler yukarıdan aşağı giriyor ya da iniyor; Gün de sağdan sola yükselerek kayıyor! Başka deyişle “çıkıyor”!

Dilin ya da sözcüklerin özdeklerin ve olan biten her şeyin “İZDÜŞÜM” olması gerektiği savını yeniden analım bu noktada!

Dil açısından damganın şeklini düşündüğümüzde bile Türklerin anayurdunun kuzey yarımküre olduğunu öne sürebiliriz! Kanımca başkentimiz Ankara’yı “ANGARA” şeklinde söylesek bile kusur işlemiyoruz. Sözcük görüşüme göre göğü güneşi (gökteki güneşi!) arayanların yaşadığı kent anlamını taşımaktadır!

Ve yine günümüzde İslam’la ilgili olduğu sanılan önce sağ eli kullanmanın önerilmesi; önce sağ ayağın atılmasının önerilmesi gibi davranışlar doğrudan Güneşle ilgilidir. Türk inancı, töresi ve derin bilgisiyle ilgilidir. Güneş sağımızdan; doğudan doğar! Sola doğru yükselerek çıkar! Kavramların oluşması ve dilin biçimlenmesi bununla da doğrudan ilgilidir. Örnekler bunu kanıtlamıyorlar mı sizce de?

Gelelim ikinci görsele; “K” damgasına

Bu damganın kökeni Güdül Türk Kaya Yazıtları yazınında verilmişti. Görsele dayanarak yeniden anlaşılmasına yardımcı olmaya çalışalım. Ufuklara doğru baktığımızda önce yeryüzünü (G) ve sonra Güneşi (K) görürüz ve ikisi de gökyüzü dediğimiz boşluğun içindedir değil mi? Atalarımız bunu çizmişler; çok açık değil mi sizce de?

Deyişin açıklaması için Gök sözcüğünün yer ile gün arasındaki boşluk anlamında değerlendirileceği savı öne sürülmüştü! Görüldüğü gibi “K” damgası olarak bilinen damga savda öne sürdüğümüz görüşe uygun; yer (G) ile kün (K) arasındaki dik mavi çizgi ile sınırlanmış biçimde çizilmiş!

Önceki yazınlarımızda bu konuya değinilerek ve “K” damgasının kökenini verilmeye çalışılmıştı. Yine aynı mantıkla düşünüyoruz. Gök dediğimiz boşluk birinci mavi dikme; ikinci kırmız yan çizgi Gün (eş) ya da KÜN, KUN, CON! Yani damga aslında NKG! Önce güneşi sonra yeri (Yer, Geo, Gaya, Kaya)’ yu görüyoruz. ANKGARA dememiz gerekirken seslerden birini yutup Ankara ya da “ANGARA” diyoruz. (Bakınız, Dağarcık Türkiye Mayıs, E39 2). Ya da yaşadığımız yeryüzünü düşünmezsek Ankara belki!

Şimdi sırada en zevkli olacağını umduğum üçüncü görsel!

Bu görseldeki duruş Oğuz Kağan duruşu; Bilge Kağan duruşu olarak bilinmektedir. Bu duruşu Atatürk’te de görmekteyiz. Türk ata inancını henüz tümüyle yitirmemiş başka atalarımızda da! Günümüzde bu duruşun anlamı konusunda İslam etkisiyle gerçekle ilgisi olmayan yorumlar yapılmaktadır. Bir bölümü duruşu mason duruşu olarak; karşı gruptakiler ise İslam tasavvufu ile ilişkilendirerek “mümin kulumun kalbine sığdım; kalbim bu değerler için atıyor anlamında değerlendirmektedirler.

İki yorumun da gerçekle ilgisi yok kanımca. Bu damgaların ve duruştaki şeklin gerisinde atalarımızın inancı ya da Türk inancı gizlidir! Çünkü o çağlarda henüz semavi denilen dinler bilinmemektedir. En azından Türklerin henüz bunlarla ilgilerinin olmadığı söylenebilir. Damgalar binlerce yıl öncesinden gelmektedir; onlar İdeogram! Kaya yazıtlarının çözümü çalışmalarımızda görüldüğü gibi Güneş sözcüğü sıkça kullanılmış; Türklerin Güneşle ilişkisi de açıktır ayrıca! (bakınız, Dağarcık Türkiye, E39 1 VE 2; Güdül Salihler yazıtındaki Güneş). Atalarımızın inancına ya da Gök Tanrı inancına bağlıyım demek olmalıdır!

Daha da ileri gidilerek yeni bir sav öne sürülebilir:

“Türk söylencelerindeki Oğuz Kağan Güneştir!”

Özenci olmak bu ve çok güzel! Sınır yok düşünmede! Bu sav düşünceme göre doğrudur; kuşkum olmadığını bile söyleyebilirim! Bu konu da uzunca bir yazın; hatta kitap yazılacak kadar geniş kapsamlıdır. (ileride bu konuyu çalışacağımı umarım!)

Bir söyleşisinde değerli büyüğüm Sn. Oktay Sinanoğlu Türkçedeki “GÖNÜL” sözcüğünün başka hiçbir dilde karşılığı yok demişti.(3)

Bu çok düşündürmüştü o zaman bile beni; neden diğer dillerde bir sözcüğün karşılığı olmaz ki?

Nedeni bu sanırım! Atalarımızın doğayı kavrayışındaki derinlik ve güzellik; TÖRÜK TÖRE, TÖRÜ ya da inancı. Hepsiyle de ilgilidir! Görselin sanki arkasından izler gibi ya da kendinizi görsel yerine koyarak düşünmelisiniz! Karşımızda bir fotoğraf var! Yine aynı mantıkla düşündüğümüzde elimizin (L) altında gök “N” ve “G” (ün, güneş) var!

Yukarıdan aşağıya L, N, G! Gökyüzünü ve Gün’ü görüp düşünerek elinizi yüreğimizin üstüne koyuyoruz!

Türk duruşu diye bildiğimiz; ne yazık ki günümüzde de derinliğini ve güzelliğini unuttuğumuz atalarımızın duruşu! Bu duruşun İslam’la ve başka semavi dinlerle ilgisi yok kanımca. Doğrudan Türk inancı ile ilgilidir. Türk Güneşle yoğrulmuştur neredeyse desek abartmış olmayız görüşüme göre.

Gönül göğü ve güneşi sevmek; gökteki güneşi sevmek! Bu aynı zamanda bilinci de içeren bir sözcüktür! Bedenimizle ilgili bir ilgi ve sevgi değil; insanla ilgili; aklımızla değerlendirerek ulaşılan ilgi ve sevgi! (Sn. Prof. Dr. Niyazi KAHVECİ benzer şekilde bunları çok güzel anlatmaktadır. Değerli olan budur!) (4)

Güneş sıcaktır ısıtır; aydınlatarak görmemizi sağladığından bilgilendirir yaşatır. Gönül verdiğimiz insanlar da öyle değil mi? Gönül verebildiğimiz kişilerle birlikte olmak; yaşamak isteriz değil mi? Kanımca Türk inancı ile gönül sözcüğünün anlamı örtüşmektedir! O duruş Türk inancının çok güzel bir anlatımı!

Ek bilgi: “Saha İlinden Türkolog Sn. Ludmila Yegorova’nın aktardıklarına göre sözcüğün KRİL alfabesiyle yazılışı “көҥүл” şeklindedir. (5)

Saha Türkçesindeki yazılışıysa “KÖÑÜL” ve anlamı da “ÖZGÜR” demekmiş! Ñ harfi nazal N; üstteki kıvrımı da “G” olarak düşünmek gerekiyormuş. Yani NG damgasının karşılığı! Gökler ve güneş davranışlarında özgürdür değil mi; onların yasaları bilimin yasalarıdır ve bildiklerini okurlar. Kimseyi dinlemez güneş; her gün doğar göklerde görünür! Özgürlük bu anlamda egemenlik anlamını da taşır. Gönlümüz de seçimlerinde böyle özgür değil midir? Bilimsel düşünceyle gönül’ ün ve özgürlüğün birbiriyle ilgisini de görmüş olduk böylece. Türkçe kusursuz bir dil görüşüme göre. Başka dillere neden özenir ve öykünürüz ki; bunun mantıklı bir nedeni olabilir mi?

Bildiğim kadarıyla değerli büyüğümüz Oktay Sinanoğlu beyin “bilim + gönül” adında bir kitabı var. Ayrıca Gönül dili Türkçe; Akıl ve Gönül konulu söyleşileri de var internette! Gönül dili Türkçe de ilginç ve güzel bir düşünüş; üstelik Atatürk’ün savı Güneş Dili Türkçe savıyla bu çalışmadaki görüşlere göre de kanımca örtüşmektedir! Saygıyla; özlemle anıyoruz kendisini.

Görüldüğü gibi dilin kökeninde Güneş her aşamada etkin; sözcüğün kurgusunda; duygu kavramının oluşmasında; her aşamada! Güneşsiz dil olamıyor; Türkçe olamıyor değil mi? Atamızın kuramı; Güneş Dil Kuramı (GDK) Türk ulusu için gerçektir! Böyle anlaşılmalıdır.

Aşağıdaki görselde şimdiye dek çözümlenen yazıtlardaki damgalarımızdan birkaçını yan yana yorumlayalım! Bence yeterince açık ama yine de birlikte görelim; Latin (!) alfabesinin kökeni Türk damgaları mı? G harfi için özellikle Güdül Türk Kaya yazıtlarındaki “ÜNGEŞ” açık yol gösterici olabilir mi? İlk dizge “L”, ikincisi “N”, üçüncüsü “G” harfinin damgalarımızla olan ilişkisini göstermektedir.

Bu çizelgede Nisan çalışmamızdaki ideogram olarak değerlendirdiğimiz güneş anlamlı ÜNGEŞ sözcüğündeki “latin” (!) denilen G harfinin Türk damgalarıyla olan ilişkisi çok açık ve ilgi çekici bulunduğu için özellikle bu benzerliği göstermekle yetinilecektir. (7)

Diğer Latin (!) denilen harflerdeki durum da farksızdır kanımca. Latin harfleri Türk damgalarından alınmış gibi görünmektedir. Mantıklı bir düşünmeyle önceki çalışmalar da değerlendirilirse; Güdül ÜNGEŞ’indeki mavi yay ve içinden çıkan kırmızı yan çizgiden Türk damgalarındaki İÇ ve Ç ye; buradan da Latin (!) denilen “Ç” ye kanımca kolayca gidilir! Görüş Türk Ulu Us’ unun ve okurların!

Gönül sözcüğündeki Latin(!) denilen harfleri görüyoruz değil mi; soldaki dikeyde! Sonra damgalarımızı! “G” de iki damga görüyoruz. Mavi kesikli dikey çizgiden (N) sola giden kırmızı NG damgasındaki “G”; ve sağında bildiğimiz damgamız Latin (!) karşılığı “G” olan damgamız! Bu örnekleri çoğaltabiliriz kolaylıkla. Latin denilen Abece Türk damgaları kaynaklıdır görüşüme göre; kuşkum yok bu konuda! Latince denilen dilin ölmesi ya da öldürülmesi de ayrıca sorgulanmaya değer. Dil nasıl ölür ki? Tıpkı Akad dili gibi! O da ata dilimize hısım bir dilimiz olmasın?

Çalışmamız sona eriyor. Sonraki yazında yine siz değerli okurları sıkmadan; tersine zevkle okuyacağınız bir biçimde Türkçeyi sevdirmek, derinliğini göstermek amacıyla benzer bir konu işlenecek. Ek olarak çocukken arkadaşlarımla işaret parmaklarımızı kanatıp karşılıklı kanlarımızı emdiğimizi anımsıyorum. Prof. Niyazi Kahveci Beyin dediği gibi “soncullar kendisinden önceki öncüllerin zorunlu ve doğal sonucu olmalıdır” demektedir! Benzetmede hata olmazmış; öyleyse biz de atalarımızın doğal ve zorunlu sonucu oluverelim! Neden olmasın! Bizler özenciyiz; bunlar da zevk için söylenmiş sözler olsun!

İpucu verelim mi? Çalışmada kısaca değinilen “kan kardeşliğindeki ‘ant içme’ tamlamasının yine şimdiye dek değinilmemiş anlamları (kanımca ve bildiğim kadarıyla!) Türkçe; Türklük bilimi açısından yorumlanmaya çalışılacak, tasarı bu yönde.

Ant içme deyiminin bilinen anlamının türev ve ikincil anlamda olduğu savı işlenecek! Kökeni açıklanacak. Açıklamada yine Türk damgaları kullanılacak ve düşünemeyeceğimiz yerlere uçarcasına yelken açacağız! Hint Avrupa denilen batı dillerine de sarkıp didikleyeceğiz!

Türkçe ile felsefe yapılamaz diyenleri sonsuza dek anlayamayacağım korkarım ki!

Yaşasın Türkçe!

Sevgiye; aydınlıkla, Türklük’ le kalın!

Not: Yukarıdaki yazının telif hakkı T.C. 5836 Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre yazarına aittir. Tümüyle iktibas edilemez ve kısmen atıfta bulunup, kaynakça belirtilmeden alıntı yapılamaz.

(1) [PDF] Türk kültür çevresinde ant

İ Durmuş – Millî Folklor, 2009 – media.turuz.com

(2) Ahmet Taşağıl, Kök Tengrinin Çocukları(kitap), Prof. Sadettin Kömeç, Köktürk tarihi (kitap), Cengiz Alyılmaz (kök) Türk Harfli Yazıtların izinde (kitap) ve diğerleri.

(3) www.dagarcikturkiye.com/, Nisan Begümşen ERGENEKON, Mayıs-Temmuz Muhsin DURLU

(4) https://www.youtube.com/watch?v=D71Otbg93ug, Prof. Niyazi KAHVECİ

(5) https://www.youtube.com/watch?v=JLDgZWrnESk, Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU

(6) Ludmila Yegorova, Türkolog, Feysbuk https://sakhatyla.ru/translate?q=%D0%BA%D3%A9%D2%A5%D2%AF%D0%BB

көҥүл – SakhaTyla.Ru – Якутский словарь

1) свобода, воля, независимость || свободный, вольный, независимый || свободно, вольно, независимо; көҥүл олох свободная, вольная, независимая жизнь; көҥүллэ биэр = дава…

sakhatyla.ru

(7) (Ergenekon, Begümşen  

dagarcikturkiye.com  

http://dagarcikturkiye.com/muhsin-durlu-gudul-turk-kaya-yazitlari-ve-gizemleri-yd-2360.html).

Bunları da sevebilirsiniz