Kişisel, Kurumsal ve Toplumsal Başarı: Gladwell’den Öğrendiklerim

Geçen ayki çeviri yazımda, başarı kavramı hakkındaki bazı yerleşik düşüncelerden ve bunlara getirilen eleştirilerden bahsetmeye çalışmıştım. Bu ayki yazımda ise Malcolm Gladwell’in Outliers kitabında, başarıyı nasıl yeniden ele aldığını göstermek istiyorum. Başarının, gelişmenin ve daha iyi olmanın bazı klasikleşmiş formüllerini duymaya o kadar alışmışız ki Gladwell’in söylediği son derece makul argümanlar dahi ilk başta kulağa ters geliyor. Kitap hayli uzun, dolayısıyla içindeki her argümana değinmek mümkün değil ancak ben Türkiye’yi yakından ilgilendirdiğini düşündüğüm birkaç temel savı ele alacağım.

 

  1. Kişisel Başarı ve 10.000 Saat Kuralı

Gladwell, dillere pelesenk olmuş 10.000 Saat Kuralı’ndan bahsediyor ve bu kurala bir noktaya kadar hak veriyor. Kural, reddedilecek gibi de durmuyor zaten. Herhangi bir şeyi 10.000 saat yaparsanız, o işte uzmanlaşmayı başarıyorsunuz. Gladwell de bundan dolayı mı yapmıştır bilemiyorum, ancak söz konusu sayıyı “on bin” şeklinde değil de “10.000” biçiminde ifade etmenin tuhaf bir etkisi var. Sanki bir şeyi rakamlarla ifade edince, daha bilimsel, bu çağa daha yakın bir şeyler söylüyormuşuz gibi bir algı var ve bu kural da tam olarak bunun ifadesi aslında. Orijinal biçiminde kural; içerikten, kişilikten, çevreden, bağlamdan bağımsız bir formül sunuyor. Kim olursanız olun, ne işle uğraşıyorsanız olun; yaptığınız işe 10.000 saatinizi ayırabiliyorsanız o işte uzman olacaksınız. Spordan müziğe, bilişimden hukuka kadar. Bu kural, bu haliyle bireyselciliğin temel dayanak noktalarından birisi: Kim olduğun da ne yaptığın da önemli değil, yeter ki 10.000 saatini verecek kadar azimli ol, başarı sana gelecek. Gladwell bizi bu tür kurallara ve bu kurallarla özdeşleşmiş insanların genelde bazı kısımları feci şekilde atlanan hikayelerine inanmadan önce bir kez daha düşünmemiz yönünde uyarıyor. 10.000 saatin gerekli olduğunu hemen hemen herkes kabul ediyor. Fakat iş, bu 10.000 saatin doğru koşullarla buluşturulmasında. Başarı da ancak böyle geliyor zaten, en azından dudak ısırtacak başarılar. Yani, çizginin dışında kalanların (Outliers) başarıları. Gladwell’in kitap boyunca verdiği örneklerden bazıları The Beatles, Bill Gates, Bill Joy, Joe Flom, Steve Jobs. Daha sonra gelmiş geçmiş en zengin insanlar listesinden çeşitli isimler alıyor ve bunlarla ilgili önemli bazı ortak noktaları keşfediyor. Hepsi, istisnası olmayacak biçimde, inanılmaz fırsatlar ve koşulların yardımıyla bulundukları yere gelmişler. Örneğin Bill Gates’in fırsatı lise döneminde dahi, henüz bilgisayar inanılmaz zor bulunan bir şeyken, saatlerce bilgisayarda çalışabilmiş olması. Tabi, zamanı gelince de, bilişim sektörü oluşmaya ve hızla gelişmeye başladığında, önceden elde ettiği bilgisi ve donanımıyla çok büyük bir avantaj yakalıyor. Steve Jobs ve Bill Joy gibi bilişim sektörü dehaları için de benzer açıklamalar mevcut kitapta. The Beatles’ın 10.000 saatini “doldurma” hikayesi de hayli ilginç. Başlarda sahne performansları çok da iyi olmayan Beatles üyeleri, Hamburg’da biraz da zorunluluktan, çok ağır koşulları olan işler kabul ediyorlar. Saatlerce, bazen aralıksız yaptıkları gösteriler onlara ciddi bir deneyim kazandırıyor. Örnekler kitapta fazlasıyla mevcut. Kıssadan hisse ise, uzmanlık 10.000 saat ile geliyor olsa da başarı için aynısını söylemek mümkün değil. Bir başka deyişle; yemeyip içmeyip çalışan, elindeki iş neyse sadece ona odaklanan, tek yönü muhteşem bilenmiş, mükemmelmiş insan modeli anlatıldığı kadar gerçek de değil, istenen bir şey de.

 

  1. Kurumsal Başarı ve Doğrudan İletişim

Gladwell’in kitapta anlattığı en ilginç hikayelerden birisi de Kore Havayolları’nın (Korean Air) tuhaf gerileme ve atılım hikayesi. Kore Havayolları’nın beklenmedik sayıda uçağı düşmesi fakat ortada teknik açıdan bir sorun olmadığının fark edilmesi üzerine, şirket kendisini ciddi bir incelemeye alıyor. Çeşitli uzmanların da işin içine dahil olmasıyla fark ediliyor ki, en büyük sorunlardan biri iletişim sorunu. Bu iletişim sorunları çok ufak hatalara yol açıyor ve yine iletişim sorunlarından dolayı hatalar birikmeye başlıyor. Sonuçlar da tabi bazen ölümcül oluyor. Gladwell, bazı kaynaklarla, iletişim sorunun “yatıştırılmış/yumuşatılmış konuşma” olduğundan bahsediyor. Kore Havayolları içerisindeki kurumsal iletişim kültürü o denli kurallar ve teamüller oluşturmuş ki ikinci kaptanın veya bir başka uçuş görevlisinin yapılan bir hatayı görse dahi, bunu açık açık söylemesi çok zor. Hatta durum öyle tuhaf bir hal almış ki, ikinci kaptan uçağı kullandığı zaman kaza oranı daha düşük oluyor çünkü kaptan pilot, ikinci kaptanı uyarabilecek yetkiyi ve statüyü kendisinde görebiliyor. Gladwell bunun sebebinin aynı zamanda ulusal bir kültürde de gizli olabileceğine işaret ediyor ama bana kalırsa bu biraz hızlı bir genelleme. Kökeni ne olursa olsun, Kore Havayolları’nın bize öğrettiği çok önemli iki şey var. Birincisi, bir hatayı eleştirmek, özellikle önemli ve riskli durumlarda, eleştirmemekten daha iyi. İkincisi de eleştirinin “yatıştırılmadan” veya “yumuşatılmadan” yapılması gerekli. Gladwell’in örneğini vermek gerekirse rahat bir ortamda patrondan, amirden izin isterken dilimizi yumuşatmak iyi bir strateji olabilir, aynısı düşen bir uçak için geçerli değil. Düşen uçak çok sıradışı bir örnek olabilir ama gerçekten de pek çok kez acil bir meselede görgü kurallarından veya birilerini incitme, kızdırma korkusundan gerekli olanı söylemekte güçlük çekiyoruz. Bana kalırsa bu Türk toplumunda da sıkça görülen ve üzerine eğilinmesi gereken bir sorun.

 

  1. Toplumsal Başarı ve Tarihsel Miras

Gladwell, Kentucky’nin Harlan şehrinde yaşanmış ve bizim toplumumuzda da sıkça görülen bir olaydan bahsediyor: Kan davası. ABD’nin bazı yörelerinde asla gündeme gelmeyen kan davaları, Harlan ve benzeri yerlerde ciddi bir sorun olmaya başlamış ve tabi bu durum ayrıntılı biçimde araştırılmış. Namus kültürü ABD’nin Kentucky gibi güneye yakın eyaletlerinde oldukça önemliyken kuzeye doğru bu kültür etkisini yitiriyor. Çeşitli deneylerle de bu sabitlenmiş durumda. Örneğin, namus kültürünün yoğun olduğu bölgeden gelen biri, eğitim düzeyinden veya sosyo-ekonomik koşullarından bağımsız olarak, kuzeyli birine göre bu kültüre çok daha bağlı hareket ediyor. Sebebi ise o kültürden geliyor olması ve köklerinin o kültürle ilintili olması. Yani, eğitimin veya yaşam deneyimlerimizin bizi köklerimizden koparacağına veya bazı olumsuz özelliklerinden bizi kurtarabileceğine dair düşüncelerimiz her zaman gerçeği yansıtmıyor. Dolayısıyla, Gladwell’in önerisi bireysel ve toplumsal başarı elde etmek için, bize kültürel olarak miras kalanları iyi incelememiz, bunları farkına varmamız ve kullanmamız lazım. Bu elbette zahmetli, uzun ve toplumları rahat oldukları alandan çıkaran bir girişim, fakat uzun vadede daha yararlı olduğu kesin.

Bunları da sevebilirsiniz