Hasan Tahsin’in Yazıları: Lenin ve Troçki Hakkında Görüşleri..

Uzun yıllar boyunca İzmir Milli Kütüphane önünden geçerken başımı kaldırıp, neo-klasik mimarideki bu kültür yuvasına baktığım zaman, orayı daima bir kutsal mabet gibi görmüşümdür. Çünkü muazzam bir yazılı tarih birikimi barındıran bu kurum, aynı zamanda 1918-1919 yıllarında Hasan Tahsin’in yayınladığı ve başyazılarını ihtiva eden gazeteleri de saklıyor, koruyor ve gelecek kuşakların hizmetine sunuyordu.

1970’li yılların başında İzmir tarihini incelemeye başladığımda, her gün uğradığım ve gazete koleksiyonlarını incelediğim Milli Kütüphane’de görevli çok yaşlı Karşıyakalı Faruk amcadan şehit gazetecinin yayınladığı Hukuk-u Beşer gazetesi koleksiyonu istiyor ama eski Türkçe bilmediğim için önüme konan cildin ancak sayfalarını büyük bir saygı ile çevriyor, sonra istemeye istemeye cildi idareye geri veriyordum. Eski Türkçe bilmemem büyük bir eksiklikti. Bu gazetelerde ne yazdığını nasıl öğrenecektim?

Bir gün kafamda şimşek çaktı.

Cumhuriyetin ilanından sonra Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) Tarih Bölümü ilk mezunlarından; Enver Ziya Karal, Akdes Nimet Kurad, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Nihal Atsız gibi tarihçilerle gençliğinde çok yakın arkadaş olan annem, su gibi Osmanlıca okuyor, yazıyor ve her okuduğunu günümüzün konuşulan Türkçesine kolaylıkla çeviriyordu; çünkü edebiyat ve lûgat bilgisi de kapsamlıydı. Karşıyaka Lisesi ve İzmir İmam Hatip Lisesi tarih öğretmenliğinden emekli olan annem artık, evinde bir köşede oturuyor, Kuran-ı Kerim okumak ve siyah beyaz televizyonda dizi izlemekten başka bir şey yapmıyordu. Annemi, Milli Kütüphaneye gönderebilirdim.

Rica ettiğimde, severek kabul etti. Tam bir yıl boyunca çilekeş annem, Karşıyaka’dan vapurla İzmir’e geçip Milli Kütüphaneye yollandı ve Hukuk-u Beşer gazetesi koleksiyonundan Hasan Tahsin’in tüm makalelerini ve önemli haberleri kalın defterlere eski Türkçe aynen çalakalem geçirip evimize getirdi ve sonra onları günümüz Türkçesine geçirdi ve önüme koydu.. Tam bir yıl boyunca..

Böylece yıl, 1972’lere dayandı.. Hasan Tahsin’in tüm yazıları artık masamın üzerindeydi. Okumakla doyulmayacak, hepsi birer dünya ve fecaat halindeki ülke ahvalinin yorumu olan acıtıcı ve uyarıcı çığlıklar halinde kelimeler, cümleler, satırlar ve makaleler..

Milli Kütüphanedeki koleksiyon

Mütareke döneminin en ateşli gazetesi hiç şüphesiz Hukuk-u Beşer’dir.. Dr.Oktay Gökdemir’e göre, “Bu önemli yayının başyazarı olan Hasan Tahsin’in kimliği, gazeteyi çok önemli yapmaktadır. Bu gazete aynı zamanda Hasan Tahsin’in kişiliğinin derinliklerini keşfetmemize yardımcı olmaktadır. İyi bir hatip, kalem erbabı, polemik üstadı, tüccar, komisyoncu, sosyalist, münevver ve mütefekkir, pek vatansever bir karakter olan Hasan Tahsin, tüm birikimin ve karakter özelliklerini tümüyle gazetesine yansıtmıştır”.

İzmir’de “Hukuk-u Beşer” ile “Sulh-u Selamet” gazetelerini yayınlamış olan Hasan Tahsin’in kağıda dökülmüş fikirleri, İzmir Milli Kütüphane’de korunan 35 adet orijinal Hukuk-u Beşer ve 18 adet Sulh-u Selamet gazetelerinde yer almaktadır. (Hukuk-u Beşer’in bir ara 1919 yılının Ocak ayında kapatılmasından sonra yayınlanan ve harp zenginlerini afişe eden Sulh-u Selamet gazetesi aynı zamanda Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyeti’nin İzmir yayın organı görünümündeydi.

Hukuk-u Beşer (İnsan Hakları), Hasan Tahsin’in “Başyazar” olduğu gazetedir. Gazetenin her sayısında, siyasal ve aktüel yazılarında emeği, kalem gücü ve göz nuru büyüktür. Gazetenin isminin “İnsan Hakları” olarak seçilmesi, 1789 Fransız İhtilalinden etkilenen, evrensel düşünceler ve çağdaş özlemlerle buluşmak isteyen bir kararlılığı göstermektedir. Bu tür bir ideolojik gazete ismi, İzmir’de örneği olmayan bir seçimdir; çünkü o dönemin şehir gazetelerin isimleri; Ahenk, Anadolu, Köylü, Hizmet, Müsavat, Islahat, Sada-yı Hak, Kozmos, Le Levant, Echo de France şeklindedir.

Nüshası 40 para olarak satılan gazete ilk olarak 5 Kasım 1918 günü yayınlandı. İlk Hukuk-u Beşer gazetesi, İzmir Milli Kütüphane koleksiyonunda yoktur. Bu yayın, 4 Mayıs 1919’a kadar 155 sayı devam etti. İzmir’i işgal edildiği 15 Mayıs tarihine kadar olan günlerde yayınlanıp yayınlanmadığı belli değildir, çünkü koleksiyonda bu tarihlerde gazete bulunmamakta. Gazetenin idare yeri Frenk Mahallesi Bakırcıyan Ferhanesinde 47-49 numaralı adrestir. Gazete tek yaprak iki sayfa olarak her gün çıkarılmış, 40 para olarak satılmış ve mesul müdürü Dr.Avni Muhittin (Kula, Demirci, Simav çevresi eski Hükümet Tabibi) gösterilmiştir. Hukuk-u Beşer başlığının altında şu ibare dikkati çeker: “.. İnsan hukukunun savunucusu, hakikatten ayrılmayan, insanlığa hizmet eden, hür bağımsız gazetedir. Genç mefkûrecilere sahifeleri açıktır..”

Bu başlığın altında gazetenin; siyasi, fenni, ilmi, edebi, içtimai, zirai ve iktisadi bir yayın olduğu bildirilmektedir. Yine “Hukuk-u ibadı müdafaa, hakikatten ayrılmaz, hadim-i beşeriyet, hür, müstakil gazetedir. Genç mefkurelere sayfaları açıktır” ibaresi görülmektedir.

Hukuk-u Beşer gazetelerinin 35 adedinin tıpkıbasımı, 2011 yılında APİKAM Müdürü Oktay Gökdemir’in üstün çalışmaları sonucu bir kısım genç kurum görevlisinin eski yazıları Türkçemize kazandırarak, İzmir Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi (APİKAM) tarafından kitap olarak yayınlandı. Oktay Gökdemir, bu konuda şunların altını çizdi:

“.. Hasan Tahsin’in İzmir ve Türkiye Tarihi için simge olan, mütareke döneminde İzmir’de yayımladığı Hukuk-u Beşer gazetesini günümüz alfabesine çevirerek 1000 adet bastırdık ve okuyucu ile buluşturduk. Amacımız Hasan Tahsin’in tarihsel kişiliğini anlatmak ve milli mücadele dönemindeki rolünü ortaya çıkarmaktı. Hasan Tahsin, 1918 yılında mütareke döneminde İzmir’e geldi ve kısa sürede İzmir’in fikir hayatında önemli rol oynadı, Hukuk-u Beşer gazetesini yayınladı. Emperyalist direnişi örgütlemeyi amaçlamıştı. Çıkardığı gazete ile Türklerin haklı sesini dünya kamuoyuna duyurmak istiyordu.” (Yenigün, 15 Ekim 2011)

Dr.Oktay Gökdemir’e göre, “Elde bulunan nüshaların 45. Sayısından 48.sayısına kadar gazete “Hür Hukuk-u Beşer” ismi ile yayınlandı. Bu tarihlerde gazetenin logosunda “Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyeti’nin naşir-i efkarı” ibaresi yer aldı. 7 Şubat 1919’da yayınlanan 82.sayıdan itibaren Fransızca “Les Droits de L’homme” yani insan hakları kavramının Fransızcasına gönderme yapıldı”.

Hasan Tahsin’in başmakaleleri sırasıyla şöyledir: Hukuk-u Beşer gazetesi yazıları ve başmakalelerinden 35 örnek

10 Kasım 1918 – Esastan Islah (5 numaralı gazete olarak yayınlandı)

10 Kasım 1918 – Hala mı sansür? (2. sayfa)

2 Aralık 1918 – Vatan Cemiyetleri (22 numaralı gazete)

11 Aralık 1918 – İttihatçı gazeteler elan intişar ediyor (30 numaralı gazete)

30 Aralık 1918 – İhtiyat zabitleri (45 numaralı gazete)

2 Ocak 1919 – Fırkalar ve müstakbelde hayatımız (48)

7 Şubat 1919 – Balkanlar – Bulgarlar (82)

9 Şubat 1919 – Başlıksız başyazı (83, Salih Zeki imzalı)

12 Şubat 1919 – Dikkat edelim tehlike yaklaşıyor (86)

12 Şubat 1919 – Tarih tekerrürden ibarettir (87, aynı gün 2 baskı yapılıyor)

14 Şubat 1919 – Felaket karşısında her şeyden evvel zavallı bizler (88)

16 Şubat 1919 – Suikasta karşı (90)

18 Şubat 1919 – Ansır-ı gayr-ı Müslime el ele yürüse (91)

19 Şubat 1919 – Namus Uğrunda (92)

20 Şubat 1919 – Ajans Stefani’nin tebliği ve mantık-ı hadisat (93)

21 Şubat 1919 – Hakimiyeti hükümet şerait tahtındadır (94)

2 Mart 1919 – İzmir’de Hilal-i Ahmer (101)

6 Mart 1919 – Vahdet-i Milliye (104)

7 Mart 1919 – Yeni Kabine Hürriyet ve İtilaf Fırkası (105)

8 Mart 1919 – Her şeyden ibret alalım ( 106)

9 Mart 1919 – İzmir’de Türk Ocağı (107)

11 Mart 1919 – Zühre sahibiyle mülakatımız (108)

12 Mart 1919 – İnsan kıymeti bilelim (109)

13 Mart 1919 – Wilson’a suikast (110)

14 Mart 1919 – Merdümgiriz Türkler (111)

15 Mart 1919 – Tasfiye siyaseti (112)

18 Mart 1919 – Wilson’un avdeti (114)

22 Mart 1919 – Alt Tabaka (118)

25 Mart 1919 – Saatin zembereği bozuk (120)

26 Mart 1919 – Aydın Valisi İzzet Beyefendi hazretlerine, Arıza-i Merfua) (121)

29 Mart 1919 – Arama bulmayasın, Haydar Rüştü yalnız İttihatçı değil, mugalatacıdır da..(124)

30 Mart 1919 – Ablar galip gelince döndüler dolaplar (125)

3 Mayıs 1919 – İspat ediniz nasıl zengin oldunuz? (153)

4 Mayıs 1919 – Herc ü merci-i kainat Troçki 8154)

6 Mayıs 1919 – Şark filozofu Hidayet Keşfi bey ile mülakat (155)

Sulh ve Selamet gazetesi ve başyazıları

4 Ocak 1919 – 1.Protesto Ediyoruz

2. Bir Hasbıhal

5 Ocak 1919 – 1. Vilayet Havadisleri

2. Telgraflar

6 Ocak 1919 – Telgraflar

7 Ocak 1919 – Telgraflar

9 Ocak 1919 – Telgraflar

10, 11, 12, 13 Ocak 1919

1. Hükümetten İstediklerimiz

2. Prens Sabahattin

3. Harp zenginleri: Ali Fikri Bey

4. Hatıra Şirketi

14 Ocak 1919 – Telgraflar

15 Ocak 1919 – Bulvar Şirketi ve Telgraflar

16 Ocak – İzmir Valiliği ve Telgraflar

17 Ocak 1919 – Türk’e ve İlan

18 Ocak 1919 – İktisadi Haller

19 Ocak 1919 – Hükümetten İstediklerimiz

22 Ocak 1919 – Köylü Gazetesine Cevap

23 Ocak 1919 – Milletler Ailesi

24 Ocak 1919 – Hep mi ateş, kan?

Namus uğrunda Emperyalizme karşı savaş

Hasan Tahsin’in en önemli yazılarından biri olan “Namus Uğrunda” yazısında, Batı Emperyalizminden söz açarken, Troya destanından, ozan Homeros’tan ve destanda geçen kahramanlardan biri olan Yunan savaşçısı Aşil’den söz etmesi hayli ilginçtir; onun bu destanın içeriğine vakıf olduğunu bize işaret eder. Yine ağır bir milli, dini hassasiyet ile Osmanlı tarihine sevdalı bir üslupla yazılan ve milli heyecanı ayakta tutmaya dönük ateşli yazıların, herkesin “Amerikan mandası, Avrupa himayesi, İngiliz işbirlikçiliği, Yunan hayranlığı ve Ermeni soykırım iddiaları yandaşı” olduğu bir dönemde yazıldığı unutulmamalıdır.

Hasan Tahsin, İttihat ve Terakki’nin ırkçılık boyutunda milliyetçiliğine karşı çıkmıştır, ancak o bir “vatanperverdir”, nitekim herkesin teslim olduğu bir ortamda vatanın bir önemli köşesi işgal edilecek iken, bu tehlikeyi görüp, Emperyalist işgale 19 Şubat 1919 günü yayımlanan “Namus Uğrunda” başlıklı yazısında şöyle karşı çıkar:

“Evet.. Ey nasiye-i gurur ve haşmetinde altıyüz senelik bir tarihin hatıra-i celadet ve hamasetini taşıyan Türkler!.. Osmanoğulları!..

Fatihleri, Yavuzları, Süleymanları yetiştirmekle tarihlerin ölgün sahifelerini canlandıran asar ve edvar-ı maziyenin afak-ı devr-i duruna, eklil-i şan ü şeref konduran asil Kayıhanlıların temiz kanlı, pek alınlı evlatları!..

Bugün, hak ve adalet diye bağıran bir kuvvet, bugün beşeriyet, insaniyet diye haykıran bir kudret, ki onlar galibiz diyorlar, o galipler ki, bedbaht memletimizi ve elemlerimizi uyutmak için muhafaza ettiğimiz sükutu, acz-i mutlak bilerek gurur-u millimizi tahkir, namus ve mevcudiyetimizi tezyif ve tezlil eden müstekreh, muhteris emellerin maatessüf şahidi bulunuyorlar.

O hayalperestler ihtirası ki, senin dinini, imanını yırtmak, parçalamak için Allah’ın, Büyük Rabbin kadar taptığın memleketini, o ecdadının şecaatleriyle omuzlarında taşıdıkları hilalin azameti karşısında dünyaları hüsran eden ecdadının kemiklerini ihtiva eden topraklarını, şerefli yuvanı, senin ihtimamkar şefik ellerinden alarak gasp ederek; kendi muhteris, cani ellerinde kanatmak, ezmek, İslamlığı, Türklüğü öldürmek için hilalin o ilahi lalgün rengini, ateşini söndürmek, karatmak için yırtıcı menfur mefkureler taşıyan ma’dum Rus Çarlığının nameşru mevludesi olan o Yunanlılar ki, sevimli İzmir’imizi kendilerine peşkeş çekiyorlar.

Peşkeş çekiyorlar da, üç yüz milyon İslam’ın dünyaları kızıl kanlarla boyamaya kadir bir kuvvetin mevcudiyet-i kahiranesini unutuyorlar, istihfaf ediyorlar. İstanbul’un, İslamlığın aguş-u ihtiramında taşıdığı mabetlerine çanlar, salip çelenkler ihzar ediyorlar.

O her şeyden yüksek zannettikleri asrın ufak bir tebessümünü, gurur ve sermesti ile bizi namusumuzdan, mukaddesatımızdan mahrum bırakmak sevdasında bulunan o Yunanlılar ki, uhuvvet-i beşeriyeden ziyade, kendi hasis ve aç gözlü menfaatleri uğruna karıştıkları harpte yükseltemedikleri süngülerinde riya ile melanetle sırıtan mevcudiyetleri karşısında Halife’yi İstanbul’dan, o bütün cibilliyet-i ahlakiyesiyle ve henüz kainatın enzar-ı meftuniyetini kazanan Muhammedileri mutaf kılıp ve ihtiramında, pay-i tahtından Konya’nın ıssız, izbe sahralarına kovmak istiyorlar.

Hüsran ve yedd-i bahtına ağlayan bizleri sürmek, ademin bipayan derinliklerine, çirkabelerine yuvarlamak arzu ediyorlar.

Uyan, ey Türk oğlu uyan!.. Ey medeniyet-i ilahiyeye mutekit, İslamlığın ateşin hararetiyle kalbi, ruhu pür heyecan olan Müslüman Türk, uyan!..

Sana suikast ediyorlar. Seni meskeninden, mabedinden, mabudundan, harim-i alilen ve namusundan cüda düşürmek, senin muazzezatınla adi oyuncaklar gibi oynamak istiyorlar.

O hala üçyüz yirmi sekizden beri üzerinde masum kanlarının cereyanı kesilmeyen süngüleriyle, o hala tarrakalarında yetim ve öksüz, yavrusuz kalan kimsesiz validelerin, alil ihtiyarların aks-i ızdırabatı dalgalanan toplarıyla geleceklermiş, tereddüt etmiyoruz, gelsinler. Hattâ masum Türk’e kasdı olan bütün dünya gelsin. Süngüleriyle zaten kanayan kalbi­mizi deşsinler. Velveledar toplarıyla evlerimizi, kuvvetlerimizi yıksın­lar. Alt üst etsinler, parçalasınlar.

O Yunan gelsin, saf ve bakir limanlarımıza, kudret ve kuvvetiyle ithale muvaffak olamadıkları teknelerinde o zulmü, adavet-i ebediyeyi, husumet-i ezeliyeyi temsil eden mavi-beyaz bayraklarını dalgalandırsınlar, gelsinler.

Silahlarımızı toplasınlar. Evlatlarına silah tevzi etsinler. Benliğimizi parçalasınlar. Ruhumuzu ezsinler. Fakat asla, asla unutmasınlar ki Türk ölmedi, yaşıyor. Kalbinin, ruhunun, Müslümanlığının, Peygamberinin telkin ettiği ilhamat ile yaşıyor.

Ve burayı Yunana vermeyecektir. Vermek isteyecek kuvvet­le paylaşacak kozumuz var. Hatta süngülerimiz, silahlarımız olmasa bile. Asi ruhumuzla, coşkun kanlarımızla, hararetli vicdanımızla, sökülmeyen dişlerimizle bu memleketi müdafaa edeceğiz.

Ne kadar zehirli olurlarsa olsunlar, o dişlerle cingiz-i maneviyatla kuvvetlenen dişlerimizle kalplerini parçalayacağız. Namusumuzu, gururumuzu, ailelerimizin, yavrularımızın kadınlarımızın iffet-i hayatiyetlerini kurtaracak, muhafaza edeceğiz.

Yoksa, bu şirin diyarları, kendi hayatımız, şehamet ve satvet-i tarihiyemiz namına ecdada bir cemile-i şükran olmak üzere yıkacağız, kıracağız. Bu ülkenin sema ve ufuklarına kendi masum kanlarımızla renk vereceğiz, boyayacağız. O zaman Yunan gelsin, 19. Asrın türedi çerikotları Avrupa’nın telkin ettiği binayı medeniyeti korusun. Aşil’lerin, hayali kahramanlarını, Homer’in efsanevi şiirlerini, teranelerini kan pıhtıları arasında ihya etsin.

Hayır hayır.. Meyus olmayalım.. Biz ölmedik, yaşıyo­ruz… Henüz damarlarımızda İzmir’imiz, Halifemiz, Hakanımız, Pay-i tahtımız için akıtacak kanlarımız var. Bu memlekete göz diken kuvvetleri yakacak, eritecek hararetimiz, hem de pek mebzul.. Yalnız, bunu da unutma­sınlar ki, Çanakkale kahramanlarının, mavi-beyaz kucağında salibi (haç) taşıyan Yunanlılığın canavar hakimiyeti altında yaşa­tacak tek hemşiresi, tek bir validesi, ufak bir Türk benliği yoktur.

Ancak, evet ancak hilalin gölgeleri altında Hakanıyla, Pay-i tahtı ile, İzmir’i ile yaşayacak bir Türklük vardır.

Ve illâ Avrupa, Neron gibi bir şair olmak istiyorsa, bizler, kendi ellerimiz, kendi varlığımızla, binalarımızı, top­raklarımızı cayır cayır yakar, kızıl alevlerle halellendirir ve beşeriyetin paslanan vicda­nına Roma’nın yanışından feci bir sahne-i şiir ve hayâl ibda etmekte (ya­ratmakta) gecikmeyiz. Çünkü tarihimiz var. Çünkü bizi tel’in edecek ecdadın ruhu, ahfadın feryadı var.

Çünkü her şeyden üstün namusumuz var…”

Hasan Tahsin başka neler yazdı?

Hasan Tahsin Recep, Hukuk-u Beşer’de Batı Emperyalizmi karşıtı bir yayın politikası belirlemişti. Hayatına damgasını vuran ateşli ruh hali devam ediyor, ancak Mondros mütarekesi sonrası teslim olan bir ülkede kalem oynatacağı için, geçmişinden gelen İttihatçılık tortularından arınıp yeni bir idealizme savruluyordu.

Hiç şüphesiz bir yeni idealizm, yine “vatanseverlik endişesi” ile süslü ancak savaşa girmek ve yenilmekten sorumlu tuttuğu “İttihatçılık aleyhtarlığı” ile dopdolu idi.. Üstelik bu son yazılarında sosyalizm sorunlarına yer veriyor, hatta Lenin ve Troçki çözümlemeleri yapabiliyordu.

Hukuk-u Beşer ve Sulh-u Selamet gazetelerinde Hasan Tahsin Recep hangi konuları ele alıyor ve bu konuları hangi bakış açısı ile analiz ediyordu? Kimleri eleştiriyor, hangi kişi veya olaylara duygusal bakıyor, kimlerde tepki alıyordu?

Hasan Tahsin, milliyetçi miydi, dindar mıydı, sosyalist miydi, liberal görüşleri mi benimsiyordu ya da o zamanın ruhuna uygun olarak hepsinin toplamı bir vatansever miydi?

Avrupa’da uzun yıllar yaşamış ve gazetesinin adını da buradan esinlenerek Hukuk-u Beşer yani “İnsan Hakları” koyan Hasan Tahsin’i anlamanın en doğru yolu gazetesinde çıkan yazıları araştırmaktan geçer.

Gazete koleksiyonunda “Esastan Islah” başyazısıyla başlayan gazete yazılarında Hasan Tahsin’in ilerici fikirleri dönemine göre oldukça sınıfsal, evrensel ve ulusal içerikler taşır.

Hasan Tahsin’e, “Bolşevik” yaftalamasında bulunan dönemin Hürriyet ve İtilaf Fırkası yanlısı Mehmet Refet’in Köylü gazetesi, 17 Aralık 1918’de yayımlanan sayısında, “.. Hasan Tahsin kadınlarımızın yüzlerini açarak tiyatrolara, eğlencelere gidelim teranesiyle hürriyet-i kelam ve vicdana malikiyetini(söz ve vicdan özgürlüğüne sahip olduğunu) iddia ederken başkalarının namusuna olsun hürmet etmiş olsaydı, milletin kalbinde kazanmış olduğu yüksek makamı tarih sayfalarında lekeletmemiş, kirletmemiş olurdu.” diye saldırmıştır. Hasan Tahsin de gazetesinde bu saldırılara uygun üslupla yanıtlar verdi.

Prens Sabahattin’in fikirlerinden etkilenen ve özel teşebbüsten yana olduğu iddia edilen Hasan Tahsin’in yazılarında sosyalist olduğuna vurgu yapması ise dikkat çeker, 9 Mart 1919’daki yazısından son bölüm şöyle: “…Yeniden mevki-i mücadeleye çıkan Türk Ocağı’ndan biz mensup bir azası değil fakat milletin, milliyetin tekamül ve terakkisini ruh ve kalpten temenni eder, bir ihtilalci gazeteci, bir sosyalist sıfatıyla temenni ediyorum. Bütün himmetleri, gayretleri, dikkatleri bu zannı izale etmek bu endişeyi imha etmek olmalı. Yoksa Türk Ocağı milli ve içtimai bir programla bu memlekette şüphesiz hizmet edecek bir müessese olabilecektir. Fakat dedim gibi ocağın kapısından girmekle şoven, mutaassıp tereddi taraftarı İttihatçı olmak icap edecekse o ocağın batmasını, yaşamasına bin kere tercih ederim.” (Yaşar Aksoy’un Notu: Yazarın sosyalist fikirlerinin daha geniş yorumu kitabımızın “Hasan Tahsin’in İdeolojisi” bölümünde yapıldı)

Hasan Tahsin, İttihat ve Terakki’nin ırkçılık boyutunda milliyetçiliğine yandaş olmamasına rağmen, emperyalist işgale 19 Şubat 1919 günü yayımlanan yazısından itibaren sürekli karşı çıktı.

Vatan Cemiyetleri destekleniyor

Hukuk-u Beşer koleksiyonunun sayfalarını çevirmeye devam edelim.. 2 Aralık 1918 tarihli “Vatan Cemiyetleri” başlıklı yazısında Hasan Tahsin, Mondros Mütareke’sinden hemen sonra ülkede işgal tehlikesine karşı milli endişe doğrultusunda kurulan “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri”ni destekliyor ve bu direnme örgütlerinin “Daha mütecanis ve müstesna bir sima ve hüviyette ve daha metin, daha geniş bir teşkilat ve kudretle mücadele meydanına atılmalarını” arzu ediyor.

Bu arzusu, Milli Mücadelenin tarihi gelişim çizgisi üzerinde en önemli dönemeçlerden biri olan Erzurum Kongresi’nde, “Her türlü ecnebi işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı hükümetinin çökmesi halinde millet topyekun müdafaa ve mukavemet edecektir” şeklinde dile getirildi. Daha sonra Sivas Kongresi ile memleketteki bütün direnme örgütlerinin hepsi “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleşecek ve tarihi gelişimi hızlandıracaklardır. Hasan Tahsin bu gelişmelerden çok önce şunları yazdı.

“.. Vatanımız, meş’um hadiseler ve ahval karşısında korkunç bir vaziyette, kanadı kırık; son nöbetçileri olan bizlerden rica ediyor. Ve “Beni kurtarınız, beni kucaklayınız. Aman beni terk etmeyiniz” diyor.. Bizden himmet, gayret, evet canla başla hizmet bekliyor.

Zalim, bir avuç hain mecnunun kurdukları ölüm ve felaket tuzaklarına kimler düşmedi ki? Bir nesil, bir ırk manasız sükutumuz ve hakikati müdafaa etmeyi ihmal edişimizden dolayı ağır ithamlar altında eziliyor.

Vatan hakikatin tezahürünü, masum evlatlarının hukukunun ve namusunun muhafazasını hepimizden bekliyor. Cümlemize çalışmayı, azimli ve kararlı olarak irade ve fikir kudretimizle mücehhez, milletlerin siyasi mücadelesinde mühim bir mevki işgal etmemizi emrediyor.

Bir Yunanistan, Kaliforniya sahillerinden Nil nehrine kadar, oradan da Londra’ya ve Avrupa’nın her noktasında güya mevcudiyetini, tarihi haklarını müdafaa için telaş ve harekette. İstanbul’daki gemilerini Delfi mabedine kalb edip orada hatifi sözlerle milletlerinin maneviyatını takviye ediyor.

Ya biz, bu mücadelede bu kan, ateş, felaketten sonra hazırlanmakta olan diplomasi cerrahi masası karşısında ne düşünüyor, ne yapıyor, ne yapmak istiyor, nasıl hazırlanıyoruz?

Bundan birkaç gün evveline kadar etrafımızda derin bir sükut, müthiş bir sorumsuzluk hakimdi. Şimdi hamdolsun ciddi bazı tezahürler ile bizde de yediyüz senelik bir tarihi abide ve milliyenin beka ve muhafazası yolunda hakiki himmetler, emekler sarfedilmekte olduğu şükran nazarları ile görülüyor. Takdir ve iftihar ederiz. Ümit ederiz ki, bu yüce himmetler, vatani ve insani mücadeleler sayesinde vaziyeti, beterden iyiye götüreceğiz ve hayat hakkımız ve mevcudiyetimiz teminat altına alınacak.

İzmir’de “Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti”nin de bu maksatla teşekkül ettiğini basından öğrenmiştik. Cemiyetin çalışmaları sonunda, başarı kazanması, bizler için hayati önemi haizdir. Adil ve haklı davaların soylu vekillerini biz her zaman alkışlar ve başarılarını arzu ederiz. “Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye” de bu itibarla nazarımızda mukaddes bir manevi şahsiyettir.

Silahla vatanı müdafaa, insaniyeti müdafaa olduğu hamdolsun, bütün münevverlerce anlaşıldı. Bu mukaddes gaye etrafında hizmet ve fedakarlık eden eller çoğaldı.

İşte dün programını neşrettiğimiz “Sulh ve Selamet Cemiyeti”, iki gün evvel de teşekkülünü telgraf havadisi olarak bildirdiğimiz “Vatan Cemiyeti”, bunlar hep “Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye” fikri etrafında az çok farklarla vatanın selametinin temini ve bağımsızlığı endişesi ile teşekkül etmiş milli teşkilatlarımızdır.

Hukuk-u Beşer, bu muhterem ve mukaddes gaye etrafında teşekkül eden cemiyetleri takdir ile karşılamakla beraber, milletin mesaisinin böyle buhranlı bir sırada dağılmasını, enerji ve kuvvetlerin sonunda kırık ve akim kalmasını büyük bir tehlike gibi telakki ettiğinden bütün bu cemiyetlerin üyelerinin aynı ülkü etrafında, aynı proğrama inanarak, daha yekcücut ve müstesna bir sima ve hüviyetle ve daha cesur, daha haprçi bir teşkilat ve kudretle mücadeleye atılmalarını temenni ediyoruz.

Çünkü, pek acı tecrübelerle öğrendik ki, buhranlı zamanlarda ayrı ve eksik teşebbüsler sonuçsuz kalır.”

Harp zengini fabrikatör Ali Fikri afişe ediliyor

Hasan Tahsin, Balkan ve Birinci Dünya Savaşları esnasında vurgun vurarak, harp zengini olmuş tekelcilere, istifçilere, kapitalistlere şiddetle karşıdır. Halkın kanını emen bu sermayedar pozundaki haydutları isim isim afişe ederek, halkı bilinçlendirmeye çalıştı. İşte onlardan biri..

İplik fabrikatörü Ali Fikri Bey..

Hasan Tahsin, yayınladığı Sulh-u ve Selamet gazetesinin 10 Ocak 1919 tarihli sayısında “Harp Zenginleri” başlığı altında Ali Fikri Bey’i, afişe ediliyor:

“.. Harp zenginleri listesine dahil kişiler içinde büyük mevkiler işgal edenlerden biri de Ali Fikri Bey’dir. Zamanı cilveleri, umumi harpte bazı tüccarlarımızın gösterdikleri zeka, fevkalade çevirdikleri işlemler o kadar hayret vericidir ki, eskiden meraklı okuduğumuz Şerlok Holmes, Nat Pinkerton harikaları bunların yanında gayet ehemmiyetsiz kalır. Ticari zeka sahibi tüccarlarımızın bu kadar ani bir surette gelişmesini ciddiyetle alkışlamamak elde değil.

Ali Fikri Bey, harpten önce küçük bir daire içinde ticari hayatını devam ettiriyordu. Hatta bir mali buhrandan, Osmanlı Bankası’ndan Burhanettin Bey’in delaletiyle aldığı avansla kurtulabilmiş, ikinci buhran yaklaşırken, Cihan Harbi imdadına yetişmişti. Bu suretle sevgili sermayedarımız 500 lira kapital ile Cihan Harbi’ne dahil oldu.

Fakat herkese felaket ve meşakkat çektiren bu harp, onun yüzüne gülümsemişti. Ona hayat saadet ve servet yığıyordu. Bu hayatın ve servetin mühim bir kaynağını İzmir’de iplik fabrikalarına müteahhit olmakla elde ediyordu. Bu surette hem ehemmiyetli bir ticari vaziyete el atıyor, hem de talihin kendisine vaad ettiği cazip bir istikbale doğru adımını atıyordu. Kazanç ve talihin ilk lutfunu Kadıköy ahalisine üç ay sonra teslim edilmek şartıyla satmış olduğu ehemmiyetli miktardaki iplik muamelesinden gördü.

Ali Fikri Bey fabrikasının mamulleri o derce sürüme başlamıştı ki, Kadıköy ahalisinin çoğu bu mamullerden istifade etmek için vadeli satışa razı oluyorlar ve mübayaata koşuyorlardı.

Ali Fikri beyefendi sipariş kabul ediyor, satış yapıyor, bu karlı kapıdan mümkün olduğu kadar istifade temin ediyordu. Harbin ilanından bir müddet sonra Ali Fikri bey için bu planlarının birici kısmını elde etme zamanı gelmişti. O mevkiini tamamen takdir eden bir eski kurt vaziyetiyle derhal işe başladı. Ve bu vasıtadan da, o büyük istifade ile cepleri ve kasası dolu olarak çıktı.

Fakat ah şu asker kesimi.. Ah şu levazımcılar.. Zavallının fabrikasında hiçbir şey bırakmamışlar, hepsine vaziyet etmişlerdi. O zavallı da binlerce mutazarrır olmuştu. Hiç onun gibi bir tüccar ister miydi ki, mazarratını ifa edemeyecek bir vaziyete düşsün, mahcup olsun.

Zavallı Kadıköylüler bu tazarrurlar, bu isteklerle avunuyor iken, beri tarafta iplikler fabrikadan Fikri beyefendinin mağazasına balyalarla naklediliyordu. Hakikaten Ali Fikri sözüne sadık bir tüccar olduğunu göstermek için köylülerin mallarını hazırlamıştı ki, hatta iki gün sonra sevk edecekti. Fakat nasıl sevk edebilirdi ki?.. Birkaç gün içinde fiyat, üç hatta dört misli yükselmişti. Bu kadar yüksek bir fiyata çıkan mallar, nasıl olur da eski fiyata verilirdi? Gerçi o, onlara iplik verecekti, fakat o zamanki fiyat ile bu zamanki fiyat arasında müthiş fark vardı. Ve mesele de fevkalade durumdan ortaya çıkmıştı. Askeriye bütün mallara vaziyet etmemiş miydi?

O halde bu fevkalade durum karşısında onun yapacağı köylülerin hukukunu muhafaza etmek ve onlara zararlarını nakit olarak takdim etmekti. Bu gayet makul ve mantıki ve ancak büyük tüccarlara yakışan bir muamele idi. O da öyle yaptı. Köylülerin saçma ve boş itirazlarını dinlemedi. Bunlara ciddiyetle “Ben sizin hakkınızı teslim ediyorum. Razı olmaz iseniz mahkemeye gidin” dedi. Ve onların bir kısmı, paralarını koparabildiklerine teşekkürler ederek gittiler. Diğer bir kısmı da mahkemeye gittilerse de, hiçbir şey kazanamadılar. Çünkü fevkalade hal vardı.

Zavallı köylüler mahzun köylerine avdet ederlerken, muhterem tüccarımız da bu zavallıların keselerinden çıkan paraların temin ettiği banknotları tatlı tatlı tebessümlerle kasasına istif ediyordu.”

Hasan Tahsin, İzmir’de bulunduğu sürece, devamlı soygunları afişe etmek ve halkı soyan düzenbazlarla mücadele etmek için, gazetesinde birçok makaleler yazdı. Bu yazıları, düzeni soyan kişileri telaşlandırdı ve ona rahatlıkla “Bolşevik” damgası vurdular. Bu saldırılar onu daha güçlendirdi. İnançlıydı… Çünkü O, 7 Mart 1919 tarihli gazetesinde yazdıklarına inanıyordu:

“.. Biz meslek itibariyle tekrar edelim: soysal adalet ve ekonomik denge esasını isteyenlerdeniz. Yani kelimenin bütün manasıyla sosyalistiz.. Bolşevikliğe gelince, daha ne olduğu belli olmayan ve cidden buhar halinde bulunan bir fikrin nezdimizde kabul görmeyeceği gerçektir..”

“Vatan” denilen şey nedir?

Nedir bu vatan denilen şey?.. Şimdi 2 Aralık 1918 günü Hukuk-u Beşer’de yayınlanan Hasan Tahsin’i okuyalım:

“..Vatan, o her şeydir. Cemiyet ve milletin sığınağı, tarihin sebebidir. Ona hizmet, onun yükselmesi yolunda çalışmak, mukaddes bir borç, yüksek bir gayedir. Hele vatan rencide ve yaralı olur, hele o bazı hain evlatlarının mahmuzları ve katil tırnakları ile yaralanırsa; hele o vatan, bizim Türkiye’miz, yedi yüz yıllık bir övünülecek tarih ve şerefin mabedi, abidesi, kendisi olursa, ona neler yapılmaz.. Neler onun emrine, muvaffakiyeti, saadeti, hayatı yolunda neler, neler feda edilmez..”

Peki, milletin kurtuluşu nasıl gerçekleşecek?.. Bunun için 14 Şubat 1919 tarihli yazısını okuyalım. Herkesin esaret ve manda istekleri ile çırpındığı günlerde bir gerçek vatanperver şunları demektedir:

“İhtilaf ve lakaydiyi bırakalım. Cihan bize düşman iken, biz ne İngiltere’den, ne Fransa’dan ne saireden kendimize ufak bir yardım ve sevgi beklemeyelim. Bizi kurtaracak kendi ruhlarımızın derinliklerinden doğan samimiyetle birbirimizin ellerini sıkmak, milli bünyemizi ezen canileri şiddetle cezalandırmak ve bu yolda yalnız biz Türklerin mahvolmaması için propaganda, isyan, her şey, evet her şey meşru olacaktır.

İşte, bu son fırsatları da kaçıracak olursak zavallı bizler, zavallı bizler.. Dövüşmekten başka çare kalmayacak.. Felaketi, metin Türk ruhu ile, yumrukları ile karşılayalım. Gözümüzü dört açalım..”

Hasan Tahsin Buxton’lara suikast olayından sonra atıldığı Bükreş Hapishanesinden kız kardeşlerine gönderdiği 13 Teşrinievvel 1915 tarihli mektubunda da benzer şeyler söylemiştir; bunlar onun hiç eksilmeyen, hiç yıpranmayan ateşli ruhsal yapısını belgelemekte:

“Biz gençler, Türkiye’yi kurtarmak ve şan ve şevketle süslü görmek için fedakarlığı, her türlü tehlikeyi meşru vazife kabul etmeliyiz..”

Son yazısı: Filozof Hidayet Keşfi ile tartışma

Hasan Tahsin’in Hukuk-u Beşer’inde yayımlanan son yazısına gelelim. 6 Mayıs 1919’da yayımlanan Hukuk-u Beşer’in son sayısı, birinci sayfadan manşetle bir röportaja ayrılmıştır. Yazıda batı yanlısı bir filozof ile muharririn (yani yazarın) gerçek veya hayali bir röportajı bulunmaktadır. “Şark Filozofu Hidayet Keşfi Bey ile Mülakat” başlığını taşıyan ilginç röportajın bazı yerlerinde filozof Hidayet Keşfi Bey, muharrire (Hasan Tahsin) soru sorar.

Filozof, “Bu Harb-i Umumi (Birinci Dünya Savaşı) neden oldu?” diye sorunca Muharrir, “Nasyonalizm yani milliyetçilikten!..” diye cevap vermektedir. Ve devamını şöyle getirmektedir: “Rusya’da Pan-İslavizm, Almanya’da Pan-Germanizm kesb-i kuvvet etmişti. Bunların ellerinde birçok kuvvetler mevcut idi. Harp, Sırbıstan’dan Avusturya’ya ve oradan Rusya’ya ve Almanya’ya ve Fransa’ya ve Belçika’ya ve İngiltere’ye ve Türkiye’ye ve Bulgarya’ya, İtalya’ya, Romanya’ya, Japonya’ya en nihayet Amerika’ya sirayet etti..”

Röportajda Wilson prensipleri üzerinde durulmakta ve bunları kurtarıcı olmayacağını söyleyen Filozof Hidayet Keşfi Bey, barış için çözümü kendince şu şekilde ifade etmektedir:

“Hiçbir milletin inkişafına(gelişme) mani olmamalı. Ve ne de, bir milleti hududundan fazla büyütmeli. Ne de iktidarından hariç işlere karıştırmalı. Baksanıza küçük milletler, bu Wilson nazariyetlerinden birçok amidlere(arasına) düşürttüler. Her türlü vahşeti irtikap (geçiş) ediyorlar. Gözümün önünde de bu haller cereyan edip duruyor. Dünyanın en medeni devletleri ve bunlara seyirci kalıyorken, artık bu Wilson prensiplerinin beşeriyet için faydalı tasavvur etmek biraz gülünç olur zannederim. Avrupa devletleri istatükoyu esas ittihaz ederek her devletin haysiyeti muhafaza edilmek şartı ile musalahaya girmeli.”

Bolşevik Devrimi ve Troçki hakkında görüşler

Bunların dışında Rusya’daki devrim konusunda Muharrir’in “Rus manevrası nedir?” sorusuna Filozof, “Bu bir Rus manevrasıdır.. Gözünüzü dört açın.. Rusya gayesine vasıl olmak için o seviyeye malik olmadığı halde birtakım nazariyat içtimaiyeye bürünerek, Avrupa’yı tekrar iğfal etmek istiyor. Vaktiyle Avrupa’nın taassubundan (bağnazlık) ve taassubu-u diniyesinde istifade ederdi. Gafil Avrupa daima bunlara aldanırdı. Şimdi bu yoldan Avrupa’yı kandırmaya çalışıyor. Bu hususta İngilizleri cidden takdir ediyorum. Bu sefer aldanmıyorlar. Avrupalılar içinde en ziyade İngilizlerin mütebassır davrandıklarını görüyorum” diyor.

4 Mayıs 1919’da yayımlanan Hukuk-u Beşer’de Hasan Tahsin son yazısında Lenin ve Troçki karşılaştırması yapıyor, “Troçki ve Lenin arasındaki tezat, tasavvur edilecek kadar çoktur. Lenin bir heyet-i talime arasında oldukça mutena, geniş bir muallime benzer iken, Troçki büyük ve şayan-ı dikkat burnu yüksek nasiyesi, parlak ve manidar nazarları ve uzun siyah gür saçlarıyla birçok musavver kitaplarda tesadüf edilen ihtilalcileri pek iyi andırır.

Troçki rüfekası arasında Lenin’in mazhar olduğu kıymet ve takdire nail olmuştur. Mamafih bu iki recül-ü ihtilal arasında vücudu iddia olunan ihtilafata da ehmmiyet vermemek lazımdır. Sovyet komserlerine bu ihtilafattan bahsolunduğu zaman gülerler. Nihayeül emr; Troçki bir komiserdir, Lenin ise ihtilal mabududur.

Troçki ihtilal harekatında şayan-ı ihmal bir amil değildir. İhtilalin iptidasında gazeteci olan Troçki bugün en büyük bir unsur-u faal olmuştur. Bugün Kızıl Hassa Teşkilatı doğrudan doğruya onun himmetiyle vücuda gelmiştir. Orduya intizam ve disiplini sokan Troçki, Grinski’nin nuftelerinden başka bir usul takip ederek muvafık oldu.

Troçki hatip sıfatıyla cidden büyük bir kudrete maliktir. Kelimeleri büyük bir şiddet ile ve yerinde istimali bilir. Ciddi bir muhalefete tesadüf edince asabileşir ve küfür ve şetme başlar. Hayat-ı hususiyesi bireaz dedikoduya vesile olmuştur. Bunun iftira olması da melhuzdur. Troçki, daima temiz giyinir, tırnaklarının tuvaletine itina eder, mağrurdur. Medih ve senadan hoşlanır, reklamı sever, hulasa Bolşevik ricalinin en şıkı, en zarifidir. Gazetecilerle teması sever, konserlere gider, askeri resmi geçitlerde bulunur, tıpkı Grinski gibi haki bir elbise iktisa eder, bazı rüfekası kendisine Napolitonluk isnad ederler. İşler yolunda gittiği zaman pek nevaz-ı işkar ve naziktir. Bu sebeptendir ki, bazı ecnebiler kendisinden hararetli bahsederken, İsa’dan sonra en büyük Yahudi diye Troçki’yi takdim ettiler.

Bu tesir çok zaman devam etmez. Troçki’nin mütebessim siması arkasında daima telaşlı ve şüpheli nazar gizlidir. Troçki’yi muhafaza-i mevki ve müdafaa-i mülk kaygısı bazı şiddetli tedabire sevk eder. İhtimal, Troçki Bolşevik oluncaya kadar epey tereddüt etti. Fakat bugün bütün mevcudiyetiyle davasını müdafaa ediyor. Ve onu Avrupa’nın, kainatın her tarafına neşr ve tamim için her şeyi göze almıştır.” (Yaşar Aksoy’un Notu: Yazının geri kalan kısmı Sansür Heyeti tarafından sansürlenmiştir. Geride kalan 8 satırlık boşlukta ne yazıldığını bilemiyoruz. Ama tahmin edebiliriz. Troçki’nin “Dünyanın her yerinde sürekli Devrim Teorisi”nden etkilendiği anlaşılan Hasan Tahsin’in bu teori doğrultusunda kendi ülkesine dönük yorum getirdiği ihtimal dahilindedir.)

Bu yazının ekinde bir haber niteliğinde “Münih Bolşeviklerinden Lenin’e” başlıklı bir yazı bulunmaktadır. Gazete, bu haberi verdikten sonra, yazıda geçen son cümleyi, ki Münih Bolşeviklerinin bir slogan cümlesidir, aynen yayınlamıştır: “Yaşasın Sovyet Cumhuriyeti! Yaşasın Beynelmilel Komünist İdaresi”.. Böylece Hukuk-u Beşer, Rusya, Balkanlar, Almanya’daki Bolşevik devrimci mücadelelerden bilgiler aktarmaktadır. (Yaşar Aksoy’un notu: Çeşitli yayınlarda bu son cümlenin Hasan Tahsin’e ait olduğu ileri sürülmektedir. Oysa bu son cümle, haberde ismi geçen Münih Bolşeviklerin sloganıdır)

Hasan Tahsin’in özellikle yaşamını son devresinde sosyalizmi daha çok benimsediği bir gerçektir. Ancak 9 Mart 1919 tarihli “Türk Ocağı” başlıklı yazısında geçen, Beynelmilel Sosyalist Cemiyeti Reisi Emile Vardervelde’den Paris’te bir konferansında işittiği bir cümleyi unutmadığı ve bir ilke olarak kabul ettiği de önemli bir gerçektir; bu cümle onun gerçek ideolojisini aydınlatmaktadır:

“Milliyet esasını sosyalizmin reddetmediği, binaenaleyh namuslu sosyalistlerin evvela milliyetperver olmaları zarureti büyük bir belagat ve kuvvetle bilinmelidir..”

İşte Hasan Tahsin, son analizde bu portredir!..

İttihatçı karşıtlığı, dönemsel bir hakikat idi

Hasan Tahsin’in İzmir’de yayınladığı gazetelerde sütunlardan taşan coşkun İttihatçı karşıtlığı, hatta düşmanlığı, geçmişinde İttihatçı olmasına karşın, içinde yaşanan dönemin bir genel hakikati, her aklı başında olanın kabul edeceği bir tavır olarak karşımıza dikilmektedir.

İttihatçılar yok yere ülkeyi savaşa sokmuşlar, milyonlarca genci kara toprağa gömmüşler, sonra Alman denizaltılarına binip ülkeden kaçmışlar ve ülke düşmanların sofrasında param parça edilmişti.

Hasan Tahsin’in tavrı, daha sonra bu gerçeği Nutuk’ta açıklayan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın tavrı ile paraleldir. 12 Şubat 1919 tarihli Hukuk-u Beşer’deki “Dikkat Edelim Tehlike Yaklaşıyor” başlıklı yazısından bir pasaj nakledelim:

“.. Evet, bu memleketin saf ruhlu, bakir mefkureli evlatlarına bağırıyorum ve diyorum ki: En ulvi fedakarlıklarla, en yüce ihtimamlarla büyüttünüz, yaşattığınız yavrularınızı beş sene Arabistan’ın çorak, ateşli, zehir bulaşmış havası altında susuzluktan, açlıktan; Kafkas’ın karlı ve fırtınalı tepelerinde namusunu ve milli şerefini korumak için koşuşan babayiğit askerlerimizi o katillerin başı haydutları en vicdansızı olan Enver’in haris ve kudurmuş acemi emerleriyle Moskof çizmeleri altında, Ermeni bombaları, düşman süngüleri arasında hak-i helake süren o caniler ki ona İttihat ve Terakki diyorlar.

Bugün bu yakın bir mazinin kara ve en şenayi icra edenler, ne gözlerinden bir katre-i nedamet akıttılar ne de insanlıktan çıkmış çirkin kirli vicdanlarının bir hitabe-i tekdirine maruz kaldılar..”

Nakliyatçılık ve komisyonculuk, bir maske miydi?

Hasan Tahsin bir yandan gazete yayınlar iken, öte yandan “Hatıra” isimli bir nakliye şirketi kurar, hatta komisyonculuk yaparak ticaret hayatına atılır. Dr.Oktay Gökdemir’e göre, “Gazetesinde yayınladığı bir ilanla tüccar ve komisyonculuk yapacağını halka duyurur. Servili Han numara 55’e faaliyete gireceği belirtilen yeni işkolu şöyle belirtilmiştir. Her türlü ithalat ve ihracat ile iştigal olunur, Avrupa ve Amerika’ya da nakliyat ve ihracat muamelatı deruhte eder (Hukuk-u Beşer, 11 Kanunu Evvel 1334)”.

Ancak bu açık ticari faaliyetlerin, başka “gizli faaliyetleri” maskelemek için kullanıldığı iddia edile gelmiştir. “Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken” kitabı ile Hasan Tahsin hakkında 1970’lerde ilk ciddi yayını gerçekleştirmiş olan Nurdoğan Taçalan’a göre, “Hasan Tahsin’in kız kardeşi Melek, ağabeyinin İzmir’den Anadolu içlerine silah kaçırdığını, bir direnme örgütü kurmaya çalıştığını söylemektedir. Yine bu kız kardeşine göre Hasan Tahsin bu dönemde, Ege’nin bir çok il ve ilçesinde dolaşmış, köylerdeki muhtarlarla görüşmeler yapmıştır. Bir keresinde Afyon’a giderek oradaki Teşkilatı Mahsusa’nın başı Miralay Kemal Bey ile ilişki kurmuş ve bu ilişkisini uzun müddet sürdürmüştür”.

Melek Hanımın iddiaları ilginçtir. Bu iddiayı destekler diğer tanık, bilgi ve belgeleri kitabımızın Yaşam Öyküsü bölümünde sunmaya çalıştık.. Mütarekeden sonra aniden İzmir’e gelip bir mücadele gazetesi yayınlamaya başlayan bir ateşli militanın cidden Amerika ve Avrupa’ya nakliyat ve ihracat ile uğraşacağını sanmak, akla bir çok ihtimalleri getirir.. Ya gazete çıkarma ideali için para kazanmak zorundadır, ya da ticaret, nakliyat filan birer maskedir; esas olan milli gizli çalışmalardır. Çünkü Yunan gelmektedir!…

Bunları da sevebilirsiniz