“Yaşam size verilmiş boş bir filmdir. Her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın.”
“Bana İstanbul fotoğrafçısı diyorlar. Ama ben dünya vatandaşıyım. Dünyanın foto muhabiriyim.”
Ara Güler; tam adıyla Aram Güleryan 1928 yılında İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde doğdu. Annesinin adı Verjin olan Güler’in eczacı olan babası Dacat Güler, Giresun’un Şebinkarahisar ilçesinin Yaycı köyünden 6 yaşındayken öğrenim görmek için İstanbul’a göçtü. Çocukken sinemadan çok etkilenen Ara Güler’e babası lise döneminde 35 mm’lik bir film makinesi ve bir fotoğraf makinesi alarak Yeni İstanbul gazetesinde foto muhabiri olmasını teşvik etti.
1951 yılında Getronagan Ermeni Lisesi’nden mezun oldu. Lisedeyken film stüdyolarında sinemacılığın her dalında çalıştı. Muhsin Ertuğrul’un yanında tiyatro ve oyunculuk eğitimi almaya başladı. Amacı rejisör veya oyun yazarı olmaktı. 1950’de Yeni İstanbul gazetesinde gazeteciliğe başladı. Bu yıllarda Ermenice gazete ve edebiyat dergilerinde öyküleri yayınlandı. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne devam ediyordu. Ancak fotoğrafçı ve gazeteci olmaya karar verdi.
1958’de Time-Life, Paris-Match ve Der Stern dergilerinin Yakın Doğu foto muhabirliği görevlerini üstlendi. 1961’de Hayat Dergisi’nde fotoğraf bölüm şefi olarak çalışmaya başladı. Aynı yıllarda Henri Cartier-Bresson ile tanıştı. İngiltere’de yayınlanan Photography Annual, onu dünyanın en iyi yedi fotoğrafçısından biri olarak tanımladı. Aynı yıl ASMP’ye (Amerika Dergi Fotoğrafçıları Derneği) kabul edildi ve bu kuruluşun Türkiye’den tek üyesi oldu.
1962’de Almanya’da çok az fotoğrafçıya verilen Master of Leica unvanını kazandı. İsviçre’de çıkan Camera dergisi kendisine özel bir sayı ayırdı.
1964’de Mariana Noris’in ABD’de basılan Young Turkey adlı yapıtında fotoğrafları kullanıldı.
1967’de Japonya’da çıkan Photography of the World antolojisinde Richard Avedon ile birlikte bir dizi fotoğrafı yayınlandı. Kanada’da açılan İnsanların Dünyasına Bakışlar sergisinde, 1968’de New York Modern Sanatlar Galerisi’nde düzenlenen Renkli Fotoğrafın On Ustası adlı sergide aynı yıl Almanya’da, Köln’de Fotokina Fuarı’nda yapıtları sergilendi.
1970’de Türkei adında fotoğraf albümü Almanya’da yayımlandı. Sanat ve Sanat tarihi konularındaki fotoğrafları ABD’de Time-Life, Horizon ve Newsweek kitap bölümlerince ve İsviçre’de Skira Yayınevi tarafından kullanıldı.
1971’de Lord Kinross’un Hagia-Sophia (Ayasofya) kitabının fotoğraflarını çekti. Yine Skira yayınevince Picasso’nun 90. yaşgünü için yayınlanan Picasso Metamorphose et unite adlı kitap için Picasso’nun foto-röportajını yaptı.
1972’de Paris Ulusal Kitaplık’ ta sergisi açıldı.
1975’de ABD’ ne davet edildi ve birçok ünlü Amerikalının fotoğraflarını çektikten sonra Yaratıcı Amerikalılar adlı sergisini dünyanın birçok kentinde sergiledi. Yine aynı yıl Yavuz zırhlısının sökülmesini konu alan Kahramanın Sonu adlı bir belgesel film çekti.
Fotoğraf dünyasının çok önemli yayınlarında fotoğrafları kullanıldı, kendisinden bahsedildi. ABD’de, Almanya’da, Paris’te çeşitli sergiler açtı. Bu arada, Bertrand Russel, Winston Churchill, Arnold Toynbee, Picasso, Salvador Dali gibi birçok ünlünün fotoğrafını çekti, röportajlar yaptı. 1979’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin foto muhabirliği dalındaki birincilik ödülünü aldı.
1980’de fotoğraflarının bir kısmı Karacan Yayıncılığın bastığı Fotoğraflar adlı kitabında bastırdı.
1986’da Hürriyet Vakfı’nca basılan Prof. Abdullah Kuran’ın yazdığı Mimar Sinan kitabını fotoğrafladı. Aynı kitap 1987’de Institute of Turkish Studies tarafından İngilizce olarak yayınlandı.
1989’da Hil Yayınları Ara Güler’in Sinemacıları kitabını yayınladı.
1991’de Dışişleri Bakanlığı için Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir Kabaağaçlı) The Sixth Continent adlı kitabını fotoğrafladı.
Yıllarca üstünde çalıştığı Mimar Sinan yapıtlarının fotoğrafları, 1992’de Fransa’da Edition Arthaud, ABD ve Birleşik Krallık’ ta Thomas and Hudson, Singapur’da Archipelago Press tarafından Turkish Style başlığıyla, Fransa’da ise Albin Michel yayınevi tarafından Demeures Ottomanes de Turquie adıyla yayınlandı. Dünya Şirketler Grubu 1994’te Eski İstanbul Anıları, 1995’te Yitirilmiş Renkler kitabını yayınladı. Ana Yayıncılık ise 1994’te Bir Devir Böyle Geçti, Kalanlara Selam Olsun ve 1995’te Yüzlerinde Yeryüzü adlı kitapları yayınladı.
1999’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından meslekte 50 yılını dolduran gazetecilere verilen “Burhan Felek” basın hizmeti ödülüne layık görüldü.
İstanbul’un Şişli ilçesinde özel bir hastanede konjestif kalp yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği ve periferik arter hastalığı nedeniyle tedavi gören Ara Güler’in kalbi 17 Ekim 2018’de iki kez durdu ve doktorların müdahalesi sonrası yeniden çalıştırıldı. Yoğun bakım ünitesinde tedavisi devam ederken saat 23.05’te kalp atımı ve solunumu tekrar duran Güler, yapılan tüm müdahalelere rağmen 23.20’de hayatını kaybetti.
“Ben kendim uğraşıp uğraşıp görüşememiştim Picasso’yla. Herif yanına adam sokmuyor. Yoksa resim yapamaz. Bizim yayınevi kitabını basacaktı. Patron da meyhane arkadaşım, “Beni götürmezsen konuşmam seninle” dedim. Öyle gittim. Picasso da sevdi beni, “Sen benim bu kadar fotoğrafımı çekiyorsun, ben de senin resmini çizeyim” dedi. Türkiye’de bir adet orijinal Picasso var, benim evde.”
“Alfred Hitchcock ile yaptığımız çalışmayı unutamam. Onun çekimi biraz sıkıntılı olmuştu. Ayaklarını ön plana alarak bir fotoğraf çekmek istedim. Hitchcock da rejisör falan olduğu için, fotoğraf işlerini de iyi biliyor. Karşımda kurnazca hareketler yapıyor. Sabah 11.00’de başladığımız çalışma hiç unutmuyorum akşam 5’te bitti. Bana kızdı başlarda, sevmedi ama sonra alıştık birbirimize. Şakalaşmaya başladık. Baktı ki, ben ondan daha matrak biriyim, rahat rahat çalıştık sonra. Ben de içimden: ‘Yahu ben, Picasso’larla falan çalışıyorum. Sen de kim oluyorsun? Sen Hitchcock isen ben de Ara Güler’im.’ diyorum.”
“Dali’nin Paris’te oteline gittim, 101 numarada kalıyormuş. Kapısını açtım, bana bakıyor; ‘Niye benim fotoğrafımı çekmek istiyorsun?’ dedi. ‘Çok meşhursun da onun için.’ dedim. ‘Benim dakikam 25 bin dolardır.’ dedi. ‘Güzel ama ben bir dakikada fotoğraf çekemem ki!’ dedim. Beni tuttuğu gibi dışarı attı. O akşam bir Yahudi arkadaşımla yemeğe gittim. ‘Dali beni dışarı attı.’ dedim, ‘O benim vaftiz babam.’ dedi. ‘Ama sen Yahudi’sin o Hristiyan nasıl olur?’ dedim. ‘Sen karışma.’ dedi, gitti konuştu. Ertesi sabah saat 11’de gittik. Dali bana bakıyor ben ona. ‘Senin fotoğrafını çekmeliyim. Adamakıllı bir fotoğrafın yok.’ dedim. ‘Kimse yokken gel.’ dedi. Ertesi gün saat onda gittim, üç gazeteci daha geldi. ‘Hani benden başka kimse olmayacaktı.’ dedim. ‘Dur ben onları hemen salarım.’ dedi. Elinde de gümüş saplı bir baston var. ‘Bilin bakalım, ziftin formülü nedir?’ dedi. Kimse bilemedi. Formülü kafadan attı. ‘Benim adım Salvador Dali, bu bastonu ziftin içine sokar çıkarırım. Beş kuruşluk baston olur 50 bin dolar. Sen bunu yaparsan deli derler. Şimdi dediğimden ne anladınsa git onu yaz.’ dedi. Üçünü birden toplayıp dışarı attı. O fotoğrafları o gün çektim.”