Beyaz Tanrı Film İncelemesi

Filmin Künyesi

Filmin adı : ​ Beyaz Tanrı (Feher İsten)

Yönetmen : Kornel Mundruczo

Senaryo : Kornel Mundruczo, Viktoria Petranyi

Ülke : Macaristan

Tür : Dram

Vizyon Tarihi : 17 Mayıs 2014

Süre : 120 dakika

​ Dil : Macarca

Oyuncular :

Zsofia Psotta

Sandor Zsoter

Lili Horvath

Szabolcs Thuroczy

Lili Monori

Body

Filmin İncelemesi

“Kötü olan her şey sevgimize muhtaçtır.”

Macar yönetmen Kornel Mundruczo’nun 2014 Cannes Film Festivali’nden Belirli Bir Bakış ödülü kazanan altıncı uzun metrajı Beyaz Tanrı, ötekileştirme üzerine yerel bir eleştiri sunarken temanın ‘evrensel problemimiz’ kimliği kazanması sebebiyle dünyanın her yerinde ilgi kazanmayı ve empati sağlamayı da dramatik başarısıyla beraber cebine koymuş bir film.

Senaryo da baş kahramanlarımız melez bir köpek Hagen ve sahibi genç bir kız Lili’dir. Anne ve babası ayrı olan Lili annesinin yurt dışına çıkması nedeniyle bir süre Hagen ile birlikte babasının yanında kalmak zorundadır. Başlangıç kısımlarında klişeye düşen filmde babanın köpek ile birlikte yaşamaya karşı çıkmasıyla karşı karşıya kalıyoruz. Komşuların apartman dairesinde köpek beslenmesine karşı çıkması, devletin melez köpek besleyenlere ekstra vergi koyması ve babanın en başından beri Hagen’a karşı olumsuz tutumu neticesinde Hagen kendini sokakta bulur ve film gerçek anlamıyla başlar.

Sokakta hayatın acımasızlığı ile yüzleşen Hagen, bu durumun aslında, köpeklerin gözünde Tanrı olan insanların yaptıkları kötülüklerin bir izdüşümü olduğunun farkına acı deneyimler sonunda varacaktır. Melez olmanın köpeklerin dünyasında varlığın değersizliği ile eşdeğer olması sokak köpeklerinin zor yaşamlarının temel nedenidir aslında. Antik Mısır’dan beri gelen adetle sadece safkan köpekler bakılıp beslenirken, safkan olmayan köpeklerin sokaklara atılıp ölüme terkedilmesi, hor görülmesi, yeri geldiğinde sokakların temizlenmesi amacıyla katledilmesi filmde insanlığın ikiyüzlülüğünü gösteriyor. Yönetmen de film de bu samimiyetsizliğe adeta bir ayna tutuyor.

Irkçılığın karanlık ve şeytani yapısı, kahramanımıza salt varlığının dünya için hiçbir değerinin olmadığını gösterir. Köpek toplayan belediye ekiplerinden kaçarken bir sonraki sahibi, ona değer verecek kişi ile dolaylı olarak yolu kesişir. Yeni sahibi köpek dövüşleri ile ilgilenen, potansiyeli olan köpekleri birer canavara dönüştürüp satan bir aracıdır, kendisi ise insanların eğlencesi için ölmeyi ve öldürmeyi göze alan bir köle. Çeşitli ilaçlar ve antrenmanlar neticesinde ölüm makinesine dönüşen Hagen öğrenilmiş nefretin simgesidir burada. Film başında sevimliliği ve saf bakışları ile gönlümüzü

kazanan kahramanımız artık karşısına çıkmaya korkacağımız korkunç bir yaratık durumundadır. Dünyadaki bütün nefret ve kinlerin suni olduğu gibi Hagen da suni bir nefret ile doldurulmuştur.

Filmin ilerleyen kısımları klasik müzik eşliğinde sürekli yükselmektedir. Ezilip hor görülen, varlığı sadece öldürdüğü köpekler ve sahibine kazandırdığı para ile anlam kazanan Hagen artık ait olduğu sınıfın bilincine ulaşır. Düzene isyan edip ezilenlerin sesi olur. İkinci sahibini öldürdükten sonra diğer arkadaşlarını köpek toplama kampından kurtarır ve adeta Spartacus gibi sokaklarda anarşi ortamını başlatır. İnsanlardan öğrendikleri nefreti onlara karşı gösteren, kendilerine kötülük yapan herkesten intikamlarını alan köpekler son olarak Hagen’ın önderliğinde Lili’ye doğru giderler. Babası ile onun işyerinde bulunan Lili, Hagen ile yüzleşmek için onun ve arkasındaki köpek ordusunun karşına çıkar. Babası elindeki silah ile kızını korumayı ve savaşmayı teklif ederken Lili ve Hagen bütün insanlığa ders niteliğinde olarak çözümü “empati” de bulurlar. Yere yatarak birbirlerine bakan bu ikili karşılıklı anlayış ve hoşgörünün dünyadaki tüm kötülükleri silebileceğinin bir göstergesidir. Hagen’ın arkasındaki köpeklerin ve babanın da karşılıklı olarak yere yatmalarıyla toplumsal uzlaşı sağlanmış olur.

Bir köpek hikayesi ile hayvan hakları, ırkçılık, kapitalizm, ezilenlerin mücadelesi gibi pek çok konuya değinen Mundruczo film de oynayan bütün köpekleri hayvan barınağındaki melez türlerden seçerek ötekileştirilmişlerin hayatını da başarılı bir şekilde ekrana getiriyor.

Yakın dönem sinema eserlerinde ötekileştirme temasına rastlamamak imkânsızlaşmaya başladı. Eğlence vadeden filmleri, popüler sinemayı bir kenara bırakırsak tematik, sanatsal veya bağımsız filmler olarak geride kalanları her ne şekilde ele alırsak alalım, temel veya ek vurgu olarak ötekileştirmeye değinen filmlerin sayısı hızla artarken anlatılan hikâyelerin coğrafyası da tüm dünyayı kaplamaya başladı. Yönetmenler Amerika’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Avustralya’ya, her kıtadan ötekileştirilmiş halklara, azınlıklara, cinsiyetlere veya bireylere yönelik yerel hikâyeler anlatsalar da, çığ gibi büyüyen ve yer kürenin her bölgesine sızan bu hastalık artık evrensel bir tema olmaya dönüştü. Irkçılık, mezhepçilik, cinsiyetçilik, sınıfçılık ya da çıkarcılık gibi farklı sebeplerle de olsa aynı kapıya çıkan, nefret ve dışlama olarak sonuçlanan ötekileştirme hastalığı, artık savaşların ve politikaların bile temel dayanağı olma konumuna erişti. Ötekileştirme hastalığına yakalananlardaki ivmeli artış sonucu içinde nefret barındıran insan sayısının her geçen gün artması sebebiyle bir gün beraber yaşamanın artık imkansızlaşacağı, ya kafalardan bu problemin tamamen silinmesi gerekeceği ya da ötekileştirilenlerin dünyadan silinmek isteneceği, daha kaotik ve karanlık bir gelecek bizi bekliyor gibi gözüküyor.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın