Kamusal/Özel Alan Ayrımında Kadın (Tarihsel Süreç)

Merhabalar, bu ayki yazımı kadın hakları çerçevesinde mücadele veren ve destek olan arkadaşlarıma ithafen yazıyorum. Ataerkil sistemin içerisinde erk’ek’liğin tahakküm kurma çabası elbette biz kadınları, karşı durmaya ve bir mücadele alanı yaratmaya itmiştir. Fakat bu mücadele alanı somut olarak tek bir alanda sınırlı kalmayıp; evlerde, meydanlarda, ofislerde, üniversitelerde birçok yerde kendini var etmiştir.

Peki bu mücadele alanı içerisinde kadın nerededir? Kadın, tam olarak meselenin merkezinde gibi görünse de farklı kadınlık hikayelerinden dolayı mücadele alanının her yerindedir. Kadın olmak, kadınlık meseleleri hem biyolojik hem sosyolojik birçok bilim alanının dahi içerisinde var olmasına rağmen, kamusal alandan itilerek özel alanına hapsedilmeye çalışılmıştır.

Peki neden kamusal/özel alan ayrımı yapılmıştır? Aslında bu sorunun cevabı için yıllar, hatta yüzyıllar öncesine gitmek gerekmektedir. Eski Yunan kültüründen başlayıp, Sanayi Devrimi içerisinde asıl etkilerini gördüğümüz bu kamusal ve özel alan ayrımının tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Özellikle Sanayi Devrimi, işlerin ve alanların cinsiyete göre bölünmesine sebep olmuştur. “Evin geçimini sağlayanlar”ın, ev dışındaki işlerin kamusal alanda ve erkeğe atfedilmesi günümüze kadar gelmiştir. Kaldı ki, hala ev emekçiliğinin ücretli bir iş olarak görülmemesinin de tarihsel akışı aynı çizgide ilerlemektedir.

Küçüklüğümüzde, tarih derslerinden hatırladığım bir notu sizinle paylaşmak istiyorum; devlet meselelerin içerisine ne zaman bir kadın girerse o devletin hüsrana, çöküşe uğramasıyla sonuçlanırdı. Bu sebeple kadınların kamusal alana girmemesi gerektiği üzerine dersler çıkarılmaktaydı.

Sadece tarih değil, birçok bilimsel açıklamalarda dahi bulunarak kadınların kamusal alanda varlığını yahut yükselişini engellemeye çalışan ataerkil zihniyet, kadın tanımına bir çok özellik atfetti: Duygusal, anaç, vb. Duygusal olan bir varlığı yönetim pozisyonunda engellemelere, anne olup evinde çocuk bakması gerektiğine dair tartışmalar sürdü, devam etti. Fakat bütün bunları savunanlar, kadının ev emekçiliğine, kısıtlı ekonomiyi yürütmesine hiçbir zaman değinmedi.

Tarihsel sürecin böyle ilerlemesinden rahatsız olan, adalet ve hak arayışına giren kız kardeşlerimiz, kendi tarihlerini yazmak konusunda kararlı bir çizgide ilerlemeyi seçerken ne anlatılan tarihin objektif olduğunu ne de görünebildiklerini düşünmüş olmalılar. Haklılar. Her devlet kendi şanlı tarihinden bahsederken devletin yönetiminde olan erkeklerin bu alanlarda varlığını meşrulaştırmaya yönelik bir seyirde devam etti.

Yeri geldi feminizm erkek düşmanlığı olarak görüldü, yeri geldi popülerite olarak görüldü, yeri geldi marjinalleşme sürecinde olan bir grup kadın şeklinde tanımlandı. Oysa araştırmadan, konuşulan bu şeylerin ardında bahsedilen kadın hareketinin, feminizmin bir tarihsel süreci ve amaçları vardı. Bu tarihsel süreçte kadınların istediği erkek ve kadının eşit haklara sahip olması, eşit şekilde görünmesiydi.

Her ne kadar tarihsel süreç ataerkil sistemin tahakküm kurmasını meşrulaştırmaya çalışsa da biz kadınlar biliyoruz ki her geçen gün daha fazla güçleniyoruz. Daha farklı ve daha fazla mücadele alanları yaratıyor ve sesimizi duyuruyoruz. Erkekliğe övgüler yağdıran tarih karşısında biz kendi tarihimizi yazıyoruz. Bu yüzden mücadelemizde defalarca diyoruz ki; bir gün kız kardeşlik kazanacak!

Yazımı Filiz Kerestecioğlu’nun “Kadınlar Vardır” şarkı sözleri ile bitirmek istiyorum.

“Suskunduk ve bekledik, yaşandı seyrettik. Sonunda ‘Yeter!’ dedik; bir daha susmayana dek… Kadınlar vardır, kadınlar her yerde!”

Şarkı için: https://www.youtube.com/watch?v=Kb4z1n8z5nU

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın