İnsanlar sürekli – ve yanlış – olarak kendi devirlerinin biricik olduğunu düşünüyorlar.
Francis Bacon’a göre “İnsan, sonsal nedenlere bakıldığında, … bütün dünya insanın hizmetinde çalıştığından … herşey sanki insan içinmiş de kendileri için değilmiş gibi olduğundan … dünyanın merkezi kabul edilebilir …” Bu satırlar, klasik antroposentrizm(insanmerkezcilik); insanmerkezcilik tamamen yanlış olsa da rahatlatıcı ve yaygın bir bakış açısı.
Hayali ve sevgi dolu bir büyükanne düşünelim. Torunlarını sıraya dizmiş ve hepsini kucaklarken gizlice her birine “Benim en gözdemsin!” diye fısıldıyor. Biz de, bireyden ziyade bir tür olarak ve şaşırtıcı olmayacak sekilde özel olma düşüncesinde ısrarcı olduk, tanrının ya da doğanın gözdesi olmayı çok istedik. Kendi öznel evrenimizin merkezinin nesnel evrenin merkezi olması için ısrarcı olduk. Thomas Jefferson’ın çok sevdiği Virginia’sında fosilleşmiş mamut kemikleri bulunduğundaki şu tepkisindeki “Doğanın tutumu öyledir ki, hiçbir hayvanın soyunun tükenmesine izin vermez.” sözlerini söylemeye götüren de aynı hatadır. Ve belki, şimdi bile, halen keşfedilmemiş bir yerde modern mastodonlar (Amerikan mamutu), dev tembel hayvanlar ve kendi türleri ile keyifle hoplayıp zıplıyorlar. Bu durum ilahi bir gücün sonsuz ilgisine ya da en azından tüm canlılara adanmış, elbette ve tabi ki bizi de kapsayan, doğal bir tasarımın varlığına şahitlik ediyor.
Bu noktada anthroposentrizmle (insanmerkezcilik) uyumlu yeni bir sözcük tanıtmak yararlı olabilir: “Modosentrizm” (“şimdi” ya da “güncel” anlamlarına gelen Latince sözcükten türetilmiştir). Modosentrizmin işaret ettiği bilhassa yaygın bir düşünce olan modern zamanların – ya da bahsi geçen herhangi bir tarih veya dönemin – tarihte eşşiz olduğudur. Elbette, Heraklit’in de söylediği gibi, aynı nehirde iki kere yıkanılmaz; her durum ve zaman dilimi kendince eşşizdir. Fakat, günümüzün gerçekten istisnai olduğuna dair bir genelgeçer ilüzyon var: gerek günümüzün ne kadar iyi olduğu, gerekse (daha yaygın olmakla birlikte) ne kadar kötü olduğu ya da ne kadar ilginç olduğu, ne kadar önemli olduğu vb. Dolayısıyla modosentrizm, büyükannenin her “gözdesinin” kendisinin sadece özel olmadığını, aynı zamanda benzersiz ve kayda değer bir zaman tuttuğuna inanmasına eşdeğer bir durum.
Modosentrizm esasında – tarih boyunca yapıldığı gibi – “Çocuklar hiçbir zaman şimdi oldukları kadar ____ (boşluğu doldurun) olmamıştı.” dendiği her zaman işbaşındadır; veya olağanüstü tehlikeli zamanlarda, özellikle küresel iklim değişikliğinin yarattığı tehlike ve nükleer felaket tehdidi altında yaşadığımızı düşündüğümüzde de modosentrizm iş başındadır. Gerçekte, bu iki olası felaket için güçlü ve nesnel bir değerlendirme yaparsak, gerçekten olağanüstü tehlikeli bir dönemde yaşadığımızı söyleyebiliriz. Belki de bu, modosentrizm için başka bir örnek teşkil edebilir, bu durumda yukarıdaki değerlendirmemiz bu bakış açısının ne denli kapsamlı olduğunu gösterebilir ya da Freud’un da söylediği farz edildiği gibi bazen bir puro sadece bir purodur, bazen emsalsiz tehlikelerle dolu dönemler gerçekten emsalsiz tehlikelerle dolu olabilir. Antroposeni incelediğimizde her olay modosentrik bir durum olarak görülebilir gibi geliyor; fakat tıpkı paranoyakların da düşmanları olabileceği gibi modosentrizm de zaman zaman doğru olabilir.
Her şeye rağmen hatalı modosentrizme, 21. yüzyılın özel olduğu iddiasında olduğu gibi, düşmek oldukça kolay, örneklendirmek gerekirse; çocukların ebeveynlerine ne kadar saygısız oldukları, insanların ne kadar yoğun olduğu (ya da ne kadar boş vakitleri olduğu), insanların ne kadar bilgi ile bombalandıkları, insani olarak ne kadar birbirlerinden kopuk oldukları, ne kadar şiddet tecrübe ettikleri (ya da yaşamlarının ne kadar barış dolu olduğu) gibi durumlar bazı – ya da – herhangi bir dönemle kıyaslanıyor. Ayrıca, modernitenin – en azından 20. yüzyılın fizik devriminin başlangıcıyla – insanlığı emsalsiz bir şekilde yanlış yönlendirdiği fikrine varmak da oldukça cezbedici. Böylece kuantum mekaniğinin ortaya çıkardığı sebepler ve sonuçlardaki ilginç meseleler ve rölativitenin uzay kavramı üzerindeki benzer etkisi gibi devrimler görünürde bir bütün olan zamanın (ileri yönlü) akışı fikrini altüst etti.
Ayrıca, 20. yüzyılda Alfred Wegener’in kıtasal kayma teorisi ilk kez 1912 yılında yayınlanmış ve jeologların müthiş çoğunluğu fikri ilk başta küçümsemişti fakat günümüzde, fikir herkes tarafından genel levha tektoniğinin anlaşılmasında bir pay sahibi olarak kabul görmektedir. Ayrıca, kabaca bahsedilen zaman diliminde, Freud bizim bilinç ve rasyonel zihin hakkındaki güvenimizi altüst etmişti.
Yine de, bu örnekler bizim türümüzün ilk karşılaştığı kafa karışıklıkları değildi. Özellikle, 19. yüzyılda Darwin, evrimi, insanoğlu dahil her canlıyı şekillendiren bir mekanizma olarak doğal seçilim üzerinden tanımlamıştı.
Biyolojik anlayışımızın en önemli ve lakin genel olarak inkar edilen sonucu Homo Sapiens’in doğanın kalanında olduğu gibi sadece maddeden doğal bir süreç ile, diğer bir deyişle, doğal seçilim sonucu evrim ile, meydana geldiğini söylersek abartmış olmayız. “Maymundan mı geliyoruz?” Önemli bir Viktoryen piskoposunun eşinin de uyardığı gibi, “Umalım ki bu doğru olmasın! Ama eğer doğruysa umalım ki herkesçe bilinir olmasın!” Doğrusunu söylemek gerekirse, bilimsel olarak yeterince bilgili insanlar arasında genel olarak bilindiği söylenebilir; buna karşın, günümüz Amerikan başkan yardımcısı da dahil olmak üzere Amerikan halkının çoğu tarafından bu fikre karşı koyulması gerçekten şaşkınlık uyandırıcı.
Özgün Başlık: Introducing Something New: Modocentrism
Yazar: Dr. David P. Barash
Kaynak: https://www.psychologytoday.com/us/blog/pura-vida/201805/introducing-something-new-modocentrism