Plastiklerin için Yeşil bir Gelecek Mümkün Mü?

Son yüz yılın ekonomik büyümesini ne mümkün kıldı diye sorulunca aklıma hep iki şey geliyor: motorin ve plastik. Birisi malların tırlarla, gemilerle ve trenlerle dünyaya ulaşmasını sağlar ve dünyada yarı mamul ve bitmiş mamul ticaretini mümkün kılarken, diğeri de ucuz tüketim maddelerinin ve ambalajların yapı taşı olarak “kullan-at” yani hızlı tüketim kültürünün kurulmasını sağladı. Motorin yüksek miktarlarda ve yaygın olarak kullanılmasının doğurduğu sonuçlardan diğer yazılarımda doğrudan ve dolaylı şekilde bahsettim. Motorinin dokunmadığı neredeyse hiçbir şey yok, oturduğunuz koltuğun taşınmasından, bu yazıyı yazdığım cihazın dünyanın bir ucundan ithal edilebilmesine kadar her yerde hayatımızdaki görünmez bir güç, motorin. Plastik de aynı kaderi paylaşıyor, oturduğunuz odada çevrenize bir bakın, kaç ürün plastik ya da türevinden üretilmiş, belki şu an ilk defa farkına varacaksınız. Sadece yüz yıl öncesine kadar günlük hayatımızda olmayan bu icat şu an hayatımızın her yerinde. Plastiğin ise doğada çözünemediğini ve çevreye zararlı olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Peki, buraya nasıl geldik?

Plastik, petrol rafine edilirken çıkan atık gazların değerlendirilmesiyle icat edilmiştir. Dünyanın yıllık plastik üretimi şu an yaklaşık 450 milyon ton civarındadır. Birçok farklı şeklin kolayca verilebildiği plastik oldukça da dayanıklıdır. İkinci dünya savaşında naylon paraşüt üretimi ile hayatlara girmeye başlayan plastik, şimdi kadın çorabından, jumbo jet gövdesi üretimine kadar hayatımızın her yerinde. Plastik, tıp tarihinde ise tek kullanımlık şırınga ve iğne, tüp vb. gibi yüzlerce parçanın icadını ve sıhhi şekilde bir defa kullanılmasını sağlayarak birçok hayat kurtarmıştır. Yine aynı plastik birçok ulaşım aracının hafiflemesini, yani daha az yakıt tüketmesini sağlamış; yeri geldiğinde bir kap olmuş ve Afrika’ya temiz su taşımıştır. Gıdalarımızın bozulmadan uzun süre dayanmasını sağlayan da yine plastiklerdir. Bunlara rağmen plastik maalesef göründüğü kadar masum değil. Çoğunu ambalaj, kap, ürünün tamamı ya da bir kısmı olarak kullanıp attığımız plastiklerin doğada yüzlerce yıl sonra çözündüğünü biliyoruz. Bu sebeple, bu atıkların geleneksel arazi doldurma yöntemiyle bertaraf edilmesinin etkili bir yöntem olmadığını konusunda da bir fikir birliği var. Buna ek olarak yaklaşık 8 milyon ton atık plastik denizleri ve okyanusları kirletmekte ve canlı hayatını olumsuz etkilemektedir. Plastik doğada çözündüğünde de tamamen tehlikesiz değil, zira çözünen plastik, mikro plastik diye adlandırılan ve gözle görülemeyen parçalara dönüşüyor ve sulara karışarak deniz canlılarını zehirliyor.

Peki ya geri dönüşüm? Atık plastiğin büyük bir bölümü diğer çöplerden ayrıştırılmadan gömülmekte ve doğada ancak yüzlerce yıl içinde çözünebilmektedir. Sürekli gelişen teknolojiye rağmen hala kullandığımız plastiğin bölgelere göre yüzde sekiz ila yüzde otuzunu geri dönüştürebiliyoruz. Plastik geri dönüşümü; toplama, ayırma, parçalama, yıkama, eritme ve granülleştirme sırasıyla yapılan uzun işlemler zincirinden oluşuyor. Geri dönüştürülmüş granüller, genellikle ısıl işlemle başka bir plastik ürüne dönüştürülebilirler. Şunun altına çizmekte fayda var, çoğu plastik türü geri dönüştürüldüğünde çıkan granüllerden tekrar aynı ürüne dönüştürülemezler. Örneğin bir PET su şişesinden tekrar PET su şişesi ya da benzer bir kap üretilemez, bunun yerine granüller polyester ipliklerine dönüştürülebilirler. Plastiğin birçok çeşidi bulunmakla birlikte hepsi aynı kolaylıkla geri dönüştürülemezler. Çevreci bir görüşle, tüketim alışkanlıklarımızı şekillendirebilmemiz için aşağıdaki tabloyu referans alarak geri dönüştürülmesi zor ürünleri tüketmemeye çalışmanızı tavsiye ederim.

Piyasa ekonomisinin devamı “ürün yaşam döngüsü” ne bağlıdır. Pazardaki tüm ürünler bir ömre sahiptir ve bu ömür genellikle üretici tarafından önceden belirlenmektedir. Plastik ise şu ana kadar ucuzluğu sebebiyle bu döngüye dâhildi. Fakat görünen o ki, fazla dayanıklı olan bu ürünün atığı önü alınamayan bir bertaraf krizine yol açtı (Bakınız: Büyük Pasifik çöp alanı). Sürekli satın alınıp çöpe atılması gereken plastikler için en iyi seçenek doğada çözünebilen bir alternatif icat etmekten geçiyordu. Biyo-çözünebilir ürünler de bu konuda geleceği en parlak aday olarak karşımıza çıkıyor. Günlük yaşamımıza yavaş yavaş ambalaj ve çözünebilir poşetler olarak giren bu ürünler ışık, hava ve su ile temas ile yaklaşık bir yıl içinde doğada bakteriler yardımıyla CO2 ve CH4 gibi moleküllere ayrışabiliyor (ikisinin de azılı sera gazlarından olduğunu hatırlatmakta fayda var). Biyo-çözünebilir plastikler mısırın içindeki laktik asitten üretiliyor bu sebeple görece “sürdürülebilir” bir kaynaktan üretildiği söylenebilir, fakat üretim süreci hayli karmaşık ve henüz pahalı. Hâlihazırda popülerleşen etanol gibi biyo-yakıtların üretiminde kullanılan mısırın bir de endüstriyel ölçekte plastikler için üretildiğini şahsen hayal edemiyorum. Bu tip endüstriyel tarım ürünlerin üretilmesi için gereken arazi doğal orman oluşumlarının yok edilmesiyle açılarak zaten dünyada büyük bir problem yaratmış durumda. Biyo-çözünebilir plastikle ilgili bir diğer sorun da aslında bu ürünlerin kasten zayıf tasarlanmış olmaları. 60 santigrat derece üzerinde bozulan bu ürünler, dayanıklı plastik arayışımıza da çare olmayacak gibi gözüküyor. Kısa dönemde tüketiciler olarak yapabileceklerimiz, petro-kimya türevli plastiğe olan talebimizi düşürmek ve geri dönüşümde üstümüze düşeni yapmakla sınırlı. AB, geri dönüştürülmesi çok zor ya da imkânsız olan plastiklerin kullanımını tamamen engelleyecek bir tasarı üzerinde çalışmaya başladı bile.

Fotoğraflar: National Geopraphic, Justin Hofman ve Randy Olson.

Kaynaklar

1. https://www.nature.com/articles/s41467-018-04565-2

2. https://www.nationalgeographic.com/magazine/2018/06/plastic-planet-waste-pollution-trash-crisis/

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın

Plastiklerin için Yeşil bir Gelecek Mümkün Mü?

Son yüz yılın ekonomik büyümesini ne mümkün kıldı diye sorulunca aklıma hep iki şey geliyor: motorin ve plastik. Birisi malların tırlarla, gemilerle ve trenlerle dünyaya ulaşmasını sağlar ve dünyada yarı mamul ve bitmiş mamul ticaretini mümkün kılarken, diğeri de ucuz tüketim maddelerinin ve ambalajların yapı taşı olarak “kullan-at” yani hızlı tüketim kültürünün kurulmasını sağladı. Motorin yüksek miktarlarda ve yaygın olarak kullanılmasının doğurduğu sonuçlardan diğer yazılarımda doğrudan ve dolaylı şekilde bahsettim. Motorinin dokunmadığı neredeyse hiçbir şey yok, oturduğunuz koltuğun taşınmasından, bu yazıyı yazdığım cihazın dünyanın bir ucundan ithal edilebilmesine kadar her yerde hayatımızdaki görünmez bir güç, motorin. Plastik de aynı kaderi paylaşıyor, oturduğunuz odada çevrenize bir bakın, kaç ürün plastik ya da türevinden üretilmiş, belki şu an ilk defa farkına varacaksınız. Sadece yüz yıl öncesine kadar günlük hayatımızda olmayan bu icat şu an hayatımızın her yerinde. Plastiğin ise doğada çözünemediğini ve çevreye zararlı olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Peki, buraya nasıl geldik?

Plastik, petrol rafine edilirken çıkan atık gazların değerlendirilmesiyle icat edilmiştir. Dünyanın yıllık plastik üretimi şu an yaklaşık 450 milyon ton civarındadır. Birçok farklı şeklin kolayca verilebildiği plastik oldukça da dayanıklıdır. İkinci dünya savaşında naylon paraşüt üretimi ile hayatlara girmeye başlayan plastik, şimdi kadın çorabından, jumbo jet gövdesi üretimine kadar hayatımızın her yerinde. Plastik, tıp tarihinde ise tek kullanımlık şırınga ve iğne, tüp vb. gibi yüzlerce parçanın icadını ve sıhhi şekilde bir defa kullanılmasını sağlayarak birçok hayat kurtarmıştır. Yine aynı plastik birçok ulaşım aracının hafiflemesini, yani daha az yakıt tüketmesini sağlamış; yeri geldiğinde bir kap olmuş ve Afrika’ya temiz su taşımıştır. Gıdalarımızın bozulmadan uzun süre dayanmasını sağlayan da yine plastiklerdir. Bunlara rağmen plastik maalesef göründüğü kadar masum değil. Çoğunu ambalaj, kap, ürünün tamamı ya da bir kısmı olarak kullanıp attığımız plastiklerin doğada yüzlerce yıl sonra çözündüğünü biliyoruz. Bu sebeple, bu atıkların geleneksel arazi doldurma yöntemiyle bertaraf edilmesinin etkili bir yöntem olmadığını konusunda da bir fikir birliği var. Buna ek olarak yaklaşık 8 milyon ton atık plastik denizleri ve okyanusları kirletmekte ve canlı hayatını olumsuz etkilemektedir. Plastik doğada çözündüğünde de tamamen tehlikesiz değil, zira çözünen plastik, mikro plastik diye adlandırılan ve gözle görülemeyen parçalara dönüşüyor ve sulara karışarak deniz canlılarını zehirliyor.

Peki ya geri dönüşüm? Atık plastiğin büyük bir bölümü diğer çöplerden ayrıştırılmadan gömülmekte ve doğada ancak yüzlerce yıl içinde çözünebilmektedir. Sürekli gelişen teknolojiye rağmen hala kullandığımız plastiğin bölgelere göre yüzde sekiz ila yüzde otuzunu geri dönüştürebiliyoruz. Plastik geri dönüşümü; toplama, ayırma, parçalama, yıkama, eritme ve granülleştirme sırasıyla yapılan uzun işlemler zincirinden oluşuyor. Geri dönüştürülmüş granüller, genellikle ısıl işlemle başka bir plastik ürüne dönüştürülebilirler. Şunun altına çizmekte fayda var, çoğu plastik türü geri dönüştürüldüğünde çıkan granüllerden tekrar aynı ürüne dönüştürülemezler. Örneğin bir PET su şişesinden tekrar PET su şişesi ya da benzer bir kap üretilemez, bunun yerine granüller polyester ipliklerine dönüştürülebilirler. Plastiğin birçok çeşidi bulunmakla birlikte hepsi aynı kolaylıkla geri dönüştürülemezler. Çevreci bir görüşle, tüketim alışkanlıklarımızı şekillendirebilmemiz için aşağıdaki tabloyu referans alarak geri dönüştürülmesi zor ürünleri tüketmemeye çalışmanızı tavsiye ederim.

Piyasa ekonomisinin devamı “ürün yaşam döngüsü” ne bağlıdır. Pazardaki tüm ürünler bir ömre sahiptir ve bu ömür genellikle üretici tarafından önceden belirlenmektedir. Plastik ise şu ana kadar ucuzluğu sebebiyle bu döngüye dâhildi. Fakat görünen o ki, fazla dayanıklı olan bu ürünün atığı önü alınamayan bir bertaraf krizine yol açtı (Bakınız: Büyük Pasifik çöp alanı). Sürekli satın alınıp çöpe atılması gereken plastikler için en iyi seçenek doğada çözünebilen bir alternatif icat etmekten geçiyordu. Biyo-çözünebilir ürünler de bu konuda geleceği en parlak aday olarak karşımıza çıkıyor. Günlük yaşamımıza yavaş yavaş ambalaj ve çözünebilir poşetler olarak giren bu ürünler ışık, hava ve su ile temas ile yaklaşık bir yıl içinde doğada bakteriler yardımıyla CO2 ve CH4 gibi moleküllere ayrışabiliyor (ikisinin de azılı sera gazlarından olduğunu hatırlatmakta fayda var). Biyo-çözünebilir plastikler mısırın içindeki laktik asitten üretiliyor bu sebeple görece “sürdürülebilir” bir kaynaktan üretildiği söylenebilir, fakat üretim süreci hayli karmaşık ve henüz pahalı. Hâlihazırda popülerleşen etanol gibi biyo-yakıtların üretiminde kullanılan mısırın bir de endüstriyel ölçekte plastikler için üretildiğini şahsen hayal edemiyorum. Bu tip endüstriyel tarım ürünlerin üretilmesi için gereken arazi doğal orman oluşumlarının yok edilmesiyle açılarak zaten dünyada büyük bir problem yaratmış durumda. Biyo-çözünebilir plastikle ilgili bir diğer sorun da aslında bu ürünlerin kasten zayıf tasarlanmış olmaları. 60 santigrat derece üzerinde bozulan bu ürünler, dayanıklı plastik arayışımıza da çare olmayacak gibi gözüküyor. Kısa dönemde tüketiciler olarak yapabileceklerimiz, petro-kimya türevli plastiğe olan talebimizi düşürmek ve geri dönüşümde üstümüze düşeni yapmakla sınırlı. AB, geri dönüştürülmesi çok zor ya da imkânsız olan plastiklerin kullanımını tamamen engelleyecek bir tasarı üzerinde çalışmaya başladı bile.

Fotoğraflar: National Geopraphic, Justin Hofman ve Randy Olson.

Kaynaklar

1. https://www.nature.com/articles/s41467-018-04565-2

2. https://www.nationalgeographic.com/magazine/2018/06/plastic-planet-waste-pollution-trash-crisis/

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın