Vatandaşın kesesinden özel sektör borçlarını kamulaştırmak

Ekonomimiz, yılın üçüncü çeyreğinde (Temmuz-Ağustos-Eylül), iki haneli rakamlarda yani yüzde 10’un üzerinde büyümüş olabilirmiş. Başbakan Binali Yıldırım’ın açıklamasına göre “bu yılın üçüncü çeyrek büyümesi çift haneli olursa şaşırmamamız, yılsonu büyüme yüzde 7 olursa yine şaşırmamamız gerekiyor.”


ABD’nin, AB’nin yüzde iki büyüdüğü için sevindiği, dünyanın yükselen gücü, ciddi oranda ticaret fazlası ve bunun sonucu olarak döviz rezervine sahip Çin’in dahi yüzde 7’nin altında büyüdüğü bir dünyada, tüm dünyayı kıskançlıktan çatlatacak oranda bir büyüme oranı bahsedilen. http://ekonomi.haber7.com/ekonomi/haber/2380070-cinin-buyume-rakamlari-aciklandi


Onca “istihdam desteğine” karşın, TÜİK rakamlarına göre dahi yüzde 10’un altına düşürülemeyen bir işsizlik söz konusuyken gerçekleşeceği söylenen bu “mucizeyi” ya da bu “büyük başarıyı” nasıl değerlendirebiliriz?


Öncelikle, uzun süredir söylediğimiz bir gerçeği, büyüme ve kalkınmanın aynı şey olmadığını bir kez daha hatırlatmakta yarar olduğu kanısındayım. “Ekonomik büyüme”, ekonomik faaliyetlerdeki nicelikseldeğişimi(parasal büyümeyi)ifade eden bir kavram. Ekonomik faaliyetlerin içeriği, üretimin yapıldığı yer (ülke, bölge), üretim süreci,mülkiyet yapısı, çalışanların sigortalı ve sendikalı olmaları, gelir dağılımındaki adalet, bölgeler arası dengesizliklerin giderilmesi, ortalama yaşam süresi, eğitim düzeyi, bebek ölüm oranları, vb. gibi süreç ve niteliğe ilişkin hususlar, “kalkınma” kavramından farklı olarak, “ekonomik büyümenin” konusu ve parametresi değil. http://odatv.com/umit-boyner-kalkinma-kelimesini-yanlis-kullaniyor–0202111200.html


Bu kısa ama önemli hatırlatmayı yaptıktan sonra, gelelim esas konumuza,‘nereden çıktı bu müthiş büyüme’ sorusunun yanıtını araştırmaya başlayalım.


Bu noktada iki temel soruyu yanıtlamamız gerekiyor. Birincisi;Bu büyüme için gerekli kaynak kim tarafından ve nereden sağlanıyor? İkincisi ise;Ne büyüyor?


Birinci sorunu yanıtı için öncelikle bakılması gereken yer, özelleştirme ve borçlanma rakamları. Son dönemde nispeten etkisi azalmış bulunan özelleştirme “gelirleri”, yeni Orta Vadeli Program (OVP) ile kırlar ve sular satılığa çıkarılarak yeniden bütçe finansmanı açısından önemli bir hale getirilmeye çalışıldığını ifade ederek, son dönemdeki esas kaynak olan borç konusuna gelelim.


Hakan Özyıldız’ın, 2017 Şubat ayında yazdığı, “Borçluyum Kederliyim Her Ne Desen Haklısın” başlıklı yazıdan aynen alıntıladığım aşağıdaki tabloda, borç konusunda 2002’den, 2016 sonuna kadar gelinen noktayı ayrıntılı olarak görmek mümkün.




Tablonun ortaya koyduğu iki önemli husus var. Birincisi; toplam borçlardaki (kamu, özel, hanehalkı) yüzde 800’ü aşan artış. Bu miktara yaklaşık 70 milyar dolar (bu günkü kurla, yaklaşık olarak 265 milyar TL) özelleştirme gelirleri de eklendiğinde, AKP döneminin, satarak ve borç alınarak yaşanan muhteşem bir “ödünç refah dönemi” olduğunu söylemek mümkün. Dikkat çeken ikinci konu ise; kimin ne kadar borçlandığı. 2012-2016 döneminde kamunun toplam borcu, yaklaşık olarak 3 kat artarak 271,6 milyar TL’den, 803,8 milyar TL’ye çıkarken, 2002 yılında 94,4 milyar TL düzeyinde olan özel sektör borçları 19 kattan fazla artarak 1.709,5 milyar TL’ye yükselmiş. Hanehalkının durumu da farklı değil. 2002 yılında yalnızca 6,6 milyar TL düzeyinde olan hanehalkı borçları (tüketici kredileri ve kredi kartı), 2016 yılı sonunda 66 kattan fazla artarak 439,8 milyar TL’ye ulaşmış. Tablodan anlaşıldığı kadarıyla, söz konusu 14 yıllık dönemde kamu, toplam borçlanma oranının yaklaşık olarak üçte biri kadar borçlanırken, borçlanmadaki esas artış özel sektör ve hane halkları tarafından gerçekleştirilmiş.


Aşağıdaki tablo incelendiğinde de görüleceği gibi, Son bir yılda ise farklı bir görüntü söz konusu. Özellikle dış borçların yapısı incelendiğinde, özel sektörün borçlanma hızı yavaşlarken, kamunun borçlanma hızında ciddi bir artış olduğu göze çarpıyor.


Yıllar

Kamu+TCMB Brüt Dış Borcu (milyar ABD Doları)

Artış Hızı (%)

Özel Sektör Brüt Dış Borcu (milyar ABD Doları)

Artış Hızı (%)

2013, 4. Çeyrek

121,179


268,587


2014, 4. Çeyrek

120,271

0,75

281,641

4,86

2015, 4. Çeyrek

114,471

4,83

281,611

0,01

2016, 4. Çeyrek

120,660

5,02

283,799

0,77

2017, 2. Çeyrek

130,154

7,87

296,489

4,41

Tablo, Hazine Müsteşarlığı verilerinden faydalanarak oluşturulmuştur.


Hanehalklarının borçlanma hızı da ciddi bir şekilde artmış durumda. 2016 yılı Ağustos ayında 438,253 milyar TL olan bireysel krediler ve kredi kartları borcu, 2017 yılı Ağustos ayında yüzde 16’nın üzerinde artarak 510,658 milyar TL’ye çıkmış durumda.


Son bir yılda borçları hızla artan kesim kamu idaresi ve sıradan vatandaş olunca, büyümenin bedelini kimin ödediği de -doğrudan ve dolaylı olarak (vergiler, harçlar, kamusal hizmet bedellerindeki artışlar, vb) vatandaşın kesesinden finanse edildiği- çıkıyor ortaya. Bu noktada akla gelen soru, Kamu ve hanehalklarının borçlanma hızları artarken, özel sektörün borçlanma hızındaki düşüşün nedeninin ne olduğu, doğal olarak.


Bunun nedenini anlamak için, son bir yılda özel sektöre sağlanan kamusal teşviklere, desteklere, muafiyetlere, Kredi Garanti Fonu uygulamalarına bakmak gerekiyor. Kamu daha fazla borçlanarak teşvik, kredi garantisi, istihdam desteği, vb. uygulamalarla, bırakın yeni borç alabilmeyi, mevcut borçlarını döndürmekte zorlanan özel sektöre kaynak aktarıyor. Zor durumdaki özel sektör kamu kaynaklarıyla yaşatılmaya, ayakta tutulmaya çalışılıyor.


İronik bir şekilde, biryandan kamu malları/hizmetleri özelleştirirken, diğer yandan vergiler artırılıp borçlanarak elde edilen paralarla, yani vatandaşın cebine el atılarak özel sektör borçları kamulaştırılıyor.



Bunları da sevebilirsiniz