Cumhuriyet’i Bilmek Lazım!

21 ve 22 Eylül günleri (2017) haberlerden ve gazetelerden Recep Tayyip Erdoğan’ın (RTE) Batı’ya gönderilen öğrencilerle ilgili düşüncelerine yer verdiği bir konuşma yaptığını öğrendik. Sözü edilen öğrenciler Osmanlı’nın son döneminde Avrupa ülkelerine gönderilenlerdi. Ve bu öğrenciler öğrenim sürelerinin sonunda “Batı’nın gönüllü ajanları” haline gelmişlerdi. Önemli ölçüde doğruydu denilenler. RTE, yardımcıları tarafından bilgilendirilmişti ve bu bilgileri paylaşmıştı. Ancak bu bilgilerin altı doldurulmamış, konuyla ilgili olabilecek birçok şeyin sözü edilmemişti. Maksat, FETÖ terör örgütünün Avrupa’da ve ABD’de eğitim gören mensuplarını olumsuzlamaktı. Eksik olan ve kafa karışıklığına yol açabilecek olan şey, RTE’nin teşhir etmek istediği olgunun Batı’da eğitim görmekten değil, Amerikan emperyalizmine hizmet etmek için Batı’da eğitim görmekten ileri geldiğiydi.

Ayrıca RTE’nin konuşmasında Osmanlı’nın son döneminde yurt dışına gönderilenlerle başka dönemlerde gönderilenler arasında karşılaştırma yapmaya yarayacak herhangi bir bilgi, başka bir bilgi yoktu.

Yurt dışında öğrenim görmek, yanlış bir şey değildir, onursuz bir şey değildir, ajan ve hain olmak demek değildir, toplumunu inkar etmek demek değildir. Neden söylüyoruz bunları, bilgi eksikliğinin yarattığı boşluğun üzerinde durmak için. Bugün yurt dışında eğitim görenler arasında emperyalizme hizmet edenler elbette çıkar, ama ayrımı yapmak ve nedenini göstermek gerekir.

RTE’nin söylemi, yurt dışında öğrenim görenler için inciticidir. Çünkü ifadeler toptancı ve ölçüsüz bir biçemle (uslûpla) dile getirilmiştir. Bugün yurt dışında öğrenim görüp ülkesinde toplumuna ve devletine yararlı olmaya çalışan sayısız aydınımız bulunmaktadır.

İkinci bir sorun, yurt dışında öğrenim görmenin de mahkum edilir bir izlenim bırakıyor olmasıdır. Bunun yanlışlığı da ortadadır. Kaldı ki, RTE’nin kendi çocukları ve yakınları, ayrıca kadroları yurt dışında öğrenim görmüştür, ve bu, iddianın tutarsızlığının, amacını aştığının göstergesidir.

RTE’nin büyük bir olasılıkla bilmediği, biliyor olsa da sözünü etmekten kaçınmak durumunda olduğu tarihsel gerçekler üzerinde durmak gereği ortaya çıkmıştır.

18. yüzyılın sonundan başlayarak Avrupa’ya birçok alanda öğrenci gönderilmişti. Avrupa ülkeleri Osmanlılara karşı girdiği bütün savaşları kazanıyordu, bilim dünyası Avrupa merkezliydi, icatlar, yenilikler ve teknik gelişmeler oradaydı, Avrupa toplumları daha eğitimliydi, daha refah içindeydi, Avrupa toplumlarının yaşam kalitesi ve kültürel düzeyi yüksekti.

RTE, herhalde yardımcıları tarafından kendisine söylenmedi ve anlatılmadı, Türkiye’nin Cumhuriyet döneminde yurt dışına gönderdiği öğrencilerden söz etmiyor. Bilmiyor olsa gerek, ama ayrıca bundan söz etmemesi yerinde olmuş. Çünkü Cumhuriyet’in gönderdiği öğrenciler, söylemek istediği düşünce bakımından onun pek işine yaramazdı.

RTE’nin “Osmanlı’nın son dönemi”ni sözlerine dayanak yapması, eğer toptancı olmasıydı yerinde sayılabilirdi! Yeni Osmanlılar ve arkasından Jön Türkler, ya yurt dışında öğrenim görmüşlerdi, ya da yurt dışına gitmemiş olsalar da Avrupa kültüründen, metedolojisinden, siyaset biliminden yararlanmışlardı.

Cumhuriyet de Devrim sonrasında yurt dışına öğrenci gönderdi. Şöyle ki,

  • Türkiye tarihinin yurt dışına gönderilen öğrencileri en fazla Cumhuriyet’in ilk on yıllarında oldu

  • Bilim, sanat, eğitim alanlarında yurt dışında okuyan gençler Cumhuriyet’in ihtiyacı için gönderilmişlerdi

  • Cumhuriyet için gönderilen öğrenciler döndüklerinde Cumhuriyet’e hizmet edecekler, kendilerini, vatana, millete, topluma, bilime ve eğitime adayacaklardı

  • Kendilerine ne için gidecekleri anlatılmış, kavratılmış ve proje konusunda tam olarak bilgilendirilmişlerdi

  • Gönderilenler, ortaöğrenimin en başarılı öğrencileriydi ve dikkatle seçilmişlerdi

  • Başarma ve başarılı olma azmiyle yola çıktılar

  • Yurt dışındaki öğrenim sürelerinde bütün zorlukları aşmalarına yardım edildi, bütün sorunları giderilmeye çalışıldı, yönlendirildiler, denetlendiler

  • Kendilerinden istenenlerin ve beklenenlerin üstünde çalıştılar, hep başarılı oldular

  • Gittikleri yerlerde büyük bir milletin onurlu bireyleri, örnek vatandaşları gibi davrandılar, gidiş amaçlarına uygun resimler verdiler

  • Döndüklerinde kendilerinden isteyen görevlere hazırdılar, verilen görevleri tartışmasız ve gönüllü olarak kabullendiler ve bu görevlerde en yüksek derecelerde başarılı oldular

  • Binden fazla öğrenci arasında ülkemize dönmeyen bir-iki kişiden fazla değildi

  • Cumhuriyet bu aydınların ülkemize hizmetleriyle ayağa kalktı

  • Eğitimde, bilimde, sanatta ve bütün diğer alanlarda Türkiye Cumhuriyeti’ni ilerletttiler

  • Büyük bir kısmı, hizmet aşkı, yenilikçilik ve yaratıcılıklarıyla bilimin, sanatın, eğitimin, yöneticiliğin her alanında dünya çapında tanındılar

  • Emanet edilen Cumhuriyet gençliği onların omuzlarında yükseldi

  • Ve en önemlisi, aralarından ne ajan, ne hain, ne benliğini kaybeden çıktı, hepsi yurduna, ülkesine, Cumhuriyet’e ve Devrime bağlı kaldı ve hayatları boyunca Cumhuriyet’e hizmet ettiler

  • Ölene kadar topluma ve devlete karşı borçlarını ödemeye çalıştılar. Övünç kaynağımız oldular. 1

Bunları neden sıraladık? Osmanlı’nın gönderdiği öğrencilerle Cumhuriyet’in gönderdiği öğrencilerin farkını belirtmek için. Osmanlı ile Cumhuriyet’in farkını göstermek için. Çökenle, dağılanla yükselenin farkının bilince çıkması için. Geri ile ilerinin zıtlığının anlaşılması için. Ölmekte olanla yeni doğanın, çaresiz yaşlı ile dipdiri gencin aynı olmadığının görülmesi için.

Farklar şöyle özetlenebilir:

Büyük bir imparatorluk, büyük bir uygarlık olan Osmanlı, belirli bir dönemde zamanının en ileri ve en güçlü devleti olan Osmanlı, halkından koptuğu, bilimi reddettiği, yozlaştığı, bozulduğu, gerilediği, gericileştiği ve “son kullanma tarihi”ne yaklaştığı için çökmekte, tarihin karanlığına doğru ilerlemekteydi. “Hasta adam”dı ve “hastalığı”nın ilacı yoktu.

Devlet, Avrupalılara teslim olmuştu, devlet-i muazzama nın isteklerini yerine getirmekten başka bir şey yapmıyordu. Batı’ya boyun eğmenin belgeleri bir bir tarihe ekleniyordu, Islahat, Tanzimat, devletin düzeninin ve devletle halkın Avrupalıların istediği şekle sokulmasıydı. Borçlanma Osmanlı’yı kıpırdayamaz bir hale getirmişti. Devletin gelirlerine Avrupalılar, aralarında anlaşarak Düyun-u Umumiye tahsilat kurumu ile el koymuşlardı.

Bu yüzden devletine ve toplumuna hizmet etsin diye Avrupa’ya gönderilenler, çalıp çırpmanın, irtikabın, rüşvetin, çıkarcılığın olağanlaştığı ve meşrulaştığı, makam peşinde her şeyi yapmaya hazır insanların her yerde görüldüğü ortamda, kendileri de öyle olmaya yöneliyorlar ve öyle oluyorlardı. 2 İyiniyetle ve umutla gitseler dahi, sıraladığımız olguları yaşadıklarında umutlarını kaybediyorlardı.

Hükümetin nazırlarının hepsi ve yüksek devlet görevlileri, bir Avrupa devletine hizmet ederek varlıklarını sürdürmeye yönelmişlerdi. Başkent İstanbul’daki elçilikler devleti yönlendiriyor ve yönetiyordu. Bütün Avrupa ülkelerinde yüzyıllarca çekinilen Türkler, bütün Avrupa devletlerinin savaşlarda yüzyıllarda yenildiği ve korktuğu Osmanlı, haysiyetsiz, kendisiyle oynanan, zavallı bir durumdaydı.

Sonuç olarak söylenecek bazı şeyler var:

AKP iktidarında, son on yıllarda, Osmanlı’nın son dönemi de dahil olmak üzere “eski”ye özlem ve geçmişe özenme bir iktidar programına dönüştürülmüş durumda. Üstelik Osmanlı’nın son dönemi, II. Abdülhamid’in padişah ve halife olduğu yılları da içermekte, hatta “son dönem” esas olarak, Sultanımızı, tarihimizdeki “en önemli” Halifemizi, “Ulu Hakan”ımızı karşımıza çıkarmaktadır. “Osmanlı’nın son dönemi” Osmanlı’nın en kötü dönemidir, bu en kötü dönemin padişahı da II. Abdülhamid’dir.

Bugün gereksizliği ölçüsünde yanlış da olan bir II. Abdülhamid parlatılmasını yaşamaktayız. İnsan düşünmeden edemiyor, Osmanlıcılık diye akıl dışı bir akımın ve bunun propagandasının baskısı altındayken, Abdülhamidçilik diye bir akım 3 iktidar tarafından pompalanırken “Osmanlı’nın son dönemi”nin kötülenmiş ve dahi, kötü olduğu teşhir edilmiş olmuyor mu? Oluyor tabii, bindiği dalı kesenlerin ne durumlara düştüğü görülüyor.

Kaldı ki, “Osmanlı’nın son dönemi”, bir tarihin dibe vurduğu dönemdir. Bu aynı zamanda her şey kötüye gittiği için devrimin yolunun açıldığı dönemdir. Devrimden başka hiç bir şeyin hiç bir sorunu çözemeyeceği bir dönemdir. Bu yüzden Meşrutiyet Devrimleri yaşanmıştır, bu yüzden Cumhuriyet Devrimini yapmışızdır.

Gerçeklere karşı savaşanlar, gerçekler karşısında yenilgiye mahkumdur. Gerçeklere karşı savaşmak aymazlıktır, cehalettir, aymazlık ve cehalet safı ise hem kendini ele verir, hem kendini çürütür.

Tarihin doğru okunması önemlidir! Okuma yazması olmayanlar tarihi yanlış olarak da okuyamazlar!

1  Bu konuda geniş bilgi için bkz. Alp Hamuroğlu, “Cumhuriyet’in Bilim ve Kültür Öncüleri /Avrupa’ya Gönderilen Öğrenciler”, Bilim ve Ütopya , sayı 253, Temmuz 2015, s. 77-87.

2  “Osmanlı’nın son dönemi”ndeki çöküş ve çözülüşün tepe yaptığı II. Abdülhamid aşaması, bütün olumsuzluklar için çarpıcı örneklerle doludur. Geniş bilgi için bkz. Alp Hamuroğlu, “Halife II. Abdülhamid’in Panislamizmi ve Batı”, Bilim ve Ütopya , sayı 233, Kasım 2013, s. 26-40.

3  Alp Hamuroğlu, “’Abdülhamidçilik’ Nedir?”, Teori , sayı 328, Mayıs 2017, s. 18-28.

Bunları da sevebilirsiniz