Kadının Adı

“Kadının Adı Yok” kitabını okuduğumda daha lise yıllarında bir genç kızdım. 1980’li yılların Türkiye’sinde kendimden de bir şeyler bulduğum bu kitap, gazeteci-yazar Duygu Asena’nın kalemiyle ülkemizdeki geniş kitlelere kadın hakları kavramıyla ulaşmayı başarmıştır. 1987’de yayınlanan kitap, bir yılda 40 baskı yaparak yankı uyandırmış; daha sonra muzır yayın olarak nitelenmiş, ancak mahkemede aklanarak 53. baskıya ulaşmıştır. Çeşitli yabancı dillere çekilen ve Atıf Yılmaz tarafından aynı adla filme çekilen “Kadının Adı Yok”, bugün 68. baskısıyla okurlarını beklemektedir.

Kimilerinin ilk defa duyduğu; kimilerinin burun kıvırdığı; kimilerinin prensipte kabul edip uygulamada sınıfta kaldığı; kimilerininse siyaseten, dinen ve ahlaken tartışmalı bulduğu Kadın Hakları…

Kadına “kadın” demekten korkan ve nezaketin arkasına sığınarak kadını “bayan”laştıran bir anlayışın, kadınların haklarından bahsetmesini beklemek çok fazla iyimserlik galiba. Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğe baktığımızda kadın, “erişkin dişi insan, hatun, hatun kişi, zen” olarak tanımlanmaktadır. Kadın kelimesinin diğer tanımları arasında ise, “analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri, becerileri olan”; “hizmetçi bayan” ve “bayan” tanımları sıralanmaktadır. Güncel Türkçe Sözlük bu tanımları yaparken zaten bize Türkiye gerçeği ile ilgili bir mesaj vermekte ve hatta bu mesajı pekiştirmektedir. Kadının kamusal ve toplumsal alanda bir adının olmadığı; özel alana sıkıştırılmış ve belirli özellikleri ile sadece bu alana layık görülmüş bayanlar olarak biz kadınlar… Adını dahi tanımlamakta zorlandığımız ve dolayısıyla ataerkil çerçevenin dışında düşünülemeyen kadınların haklarından bahsetmek bir ütopya olsa gerek.

Aynı Güncel Sözlüğün erkeklerin sadece adlarını değil, sıfatlarını da uzun uzadıya tanımladığı düşünülürse, belki mesele çok daha iyi anlaşılabilir. Bir isim olarak erkek öncelikle, “yetişkin adam, bay, er kişi” olarak, daha sonra da sırasıyla, “insan, hayvan ve bitkilerin dişiyi dölleyecek cinsten olanı”; “koca” ve biyoloji biliminde “sperma oluşturan organizma” olarak tanımlanmaktadır. İsim olarak tanımlanmasının ötesinde “erkek” kelimesinin karşılığında sıralanan sıfatlar şunlardır: “sözüne güvenilir, mert”; “girintili ve çıkıntılı olarak bir çift oluşturan nesnelerden çıkıntılı olanı”, “sert, kolay bükülmez”. Kadın ve erkek isimlerinin en temel tanımlarında dahi kendini kolayca ifşa eden ve hatta dayatan ataerkillik ya da günümüzdeki yaygın kullanımıyla erkek hegemonyası, 2000’ler Türkiye’sinde kadının adının hala olmadığını ilan etmektedir.

Duygu, kitabında şöyle diyor kadın kahramanının ağzından: “Üniversiteyi bitirdim, koskoca diplomamı aldım… Hemen kendime bir kartvizit bastırdım. Üzerine mesleğimi ve adımı yazdırdım…” Ülkemizdeki kadınlara “Siz kimsiniz?” sorusunu yönelttiğinizde pek çoğundan alacağınız cevap, birinin kızı, diğerinin karısı/eşi, birinin annesi ya da çoğunlukla da evinin hanımı olduğudur. Kadınların çoğunluğu bu soruya verecekleri cevaba adları, meslekleri, ya da kendilerini özne olarak tanımlayan bir niteliklileri ile başlamazlar. Bunun geniş yelpazedeki nedenlerini 1980’lerden günümüze uzanan süreçte araştırmak, Türkiye’de kadının adının peşine düşmek demektir. Kadının kim olduğunu ya da olamadığını araştırmak oldukça zorlu ve uzun soluklu bir süreç: bunu yaparken çözüm yolları sunmak da gerek! 1999’da yapılan bir röportajında Duygu şöyle demektedir: “Hemen bir eğitim seferberliği yapardım. … Elimde bir imkân olsaydı bütün eğitim sistemini yerle bir eder, bütün bunları (çevre, temizlik, trafik, cinsellik, kadın-erkek eşitliği, kadın hakları) doğuştan itibaren çocuklara, insanlara vermeye çalışırdım.”

Bir bahar sabahı İstanbul’da doğan Duygu’ya, bir Mart sabahı İstanbul’da doğan Zerrin, kitabının yayımlanışından 30 yıl sonra “Kadının adı var mı?” diye sorabilseydi acaba ne cevap alırdı? Ben Zerrin, Dağarcık Türkiye ailesine “Merhaba” diyorum: “Bir kadın olarak ben varım!”

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın