Sermaye Kesiminin 70 Yıllık Demokrasi Mücadelesi

1979 yılında Sıkıyönetim Komutanlığından izin alarak yayınladıkları gazete ilanlarıyla Ecevit Hükümetinin düşmesine neden olan, 12 Eylül darbesi sonrasında sırf ekonomik bağımlılık politikalarının ülkede kök salmasına aracı oldukları için, darbe yöneticilerine Picasso muamelesi yapıp,resimlerini olmayacak fiyatlarla satın alan büyük sermaye, günümüzde “yılmaz demokrasi savunucusu” rolünü üstlenmiş durumda.( http://www.gazetevatan.com/ecevit-hukumeti-ni-deviren-tusiad-in-kurucu-baskani-o-yillari-anlatti-218178-yasam/ )

1948 yılında İstanbul’da İktisat Kongresi düzenleyerek, ekonomik ve siyasi bağımlılık politikalarını,demokrasi diye sunan/savunan, sürekli olarak değişimden, dönüşümden bahseden “büyük sermaye” cephesinde,geçen 70 yıla yakın süreye karşın ironik bir şekilde halen değişen bir şey yok. Dün olduğu gibi bugünde, bağımsız ekonomi olmadan bağımsız siyaset olamayacağını söyleyen yani antiemperyalist bir savaşın sonrasında kurulmuş olan Cumhuriyet’in kurucu değerleri olan üniter ulus devleti savunmayı demokrasi karşıtlığı olarak nitelendiriyor, bu görüşleri savunanları -zamanın ruhuna uygun bir şekilde-gerektiğinde komünist-anarşist,gerektiğinde ise popülist vb. diye tanımlayarak toplumun gözünde değersizleştirmeye çalışıyorlar.( http://www.ulusalkanal.com.tr/-abd-turkiye-ekonomisini-nasil-donusturdu-makale,1597.html )


Bitmez bir enerji ve motivasyonla, “daha demokratik” bir Türkiye yaratmak için 1940’ların sonunda, büyük toprak ağaları ve yabancı“uzmanlarla” kol kola çıktıkları yolda, aynı enerjiyle ve zamana göre değişen benzer nitelikli ittifak ilişkileri içerisinde yürümeye devam ediyorlar. Söyledikleri şey hep aynı:Kamu işletmeciliği, bürokrasi kötüdür,ülke kaynaklarının ve işgücünün verimli kullanılmasına engeldir. Özel sektör daha verimli çalışır. Türkiye’nin kaynakları kısıtlı olduğu için, ekonominin her alanı (kamu hizmet alanları dahil) yerli yabancı özel sektöre açılmalıdır. Bunun için ekonomi liberalize edilmeli, yabancı sermayeye karlarını özgürce yurt dışına çıkarma garantisi verilmeli, bürokrasinin (devletin) ekonomik işleyişe müdahalesi azaltılmalı, vergi yasaları özel sektörü destekleyecek şekilde düzenlenmeli ve tabii ki devlet yapısı bu politikaları gerçekleştirecek şekilde yeniden yapılandırılmalıdır. Bu yüzden de, ekonomiyi plan disiplinine alarak kısıtlı kaynakların toplumsal guruplar arasında dengeli dağıtılmasını amaçlayan 1961 Anayasasından ve bu Anayasanın yapılmasına sağlayan kadrolardan pek hoşlanmadılar. ( https://www.academia.edu/18513127/Unutulan_Kongre_1948_T%C3%BCrkiye_%C4%B0ktisat_Kongresi ), ( http://www.journals.istanbul.edu.tr/iuydta/article/view/1023019559/1023018601 )


Geçmişten bugüne, ekonomiye ilişkin istatistiki veriler, özelleştirme sonucunda yaşanan fahiş fiyat artışları ve hizmet kalitesindeki düşüş tam tersini gösterse de, aynı yalanın sürekli ve yüksek sesli söyleniyor oluşu, toplumda da benzer bir yargının oluşmasına neden oldu. Siyaseti de ipotek altına alan ekonomik bağımlık politikaları, “özgürlük” ve “demokrasi”yi sağlayacak araçlar olarak topluma sunuldu. Aksi görüşler yukarıda da belirttiğimiz gibi, bilimsellik dışı nitelemelerle gözden düşürülmeye, bu görüşleri dile getiren meslek odaları itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. ( http://www.emo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=90514#.WSq91mjyjIU )

Zaman değişti, küreselleşme, neo-liberalizm rüzgarını arkalarına alıp bir dönem sırtından beslendikleri ulus devleti de kendilerine engel olarak görmeye başladılar. Avrupa Birliği havucuyla da desteklenen yeni söylem, yetmez ama evetci zevatın cazgırlığında, etnik ve dini kimlik ifadelerinin daha özgürce ifade edilmesini sağlayacak şekilde ulus devlet küçültülmeli, yerel özerklikler desteklenmeli, yerel ile küresel ulus devlet araya girmeksizin doğrudan işbirliğine girebilmeli sözleriyle topluma sunuldu. Daha açık ifade edersek “üniter devletten vazgeçilmesi gerektiği” söylendi.

Gün geldi, “yetmez ama evetçiler, “liberal solcu”lar, iş dünyası, AKP” koalisyonu döneminde popüler olan bu söylem, söz konusu koalisyonun içerisinde güç paylaşımına dayalı olarak ortaya çıkan tartışmalar nedeniyle nispeten cılızlaştı.

Konjonktürel olarak cılızlaşan bu sesin, referandum sonrasında neo-liberal küreselleşmeciliğin siyasal ve finansal merkezlerinden gelen yoğun siyasi baskı ve eleştiriler sonrasında yeniden gürleşmeye başladığı görülüyor.

Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) tarafından Diyarbakır’da düzenlenen 39. Girişim ve İş Dünyası Konseyi  Toplantısında “Kent Bölge” kavramı çerçevesinde başlatılan bölgesel özerklik tartışmaları,Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve ABD’li Brookings Enstitüsü tarafından düzenlenen “Küreselleşmeye Karşı Korumacı ve Popülist Eğilimler” konferansında devam etti. Söz konusu toplantının açılışında konuşan Dernek Başkanı Erol Bilecik,“…Aslında sorunun özünde ekonomilerin küreselleşen yapısıyla, siyasetin ulusal ve yerel yapıları arasındaki uyumsuzluk yatıyor. Küresel sorunlara küresel çapta çözümler bulmak zorundayız. Siyasetin de bu dönemin gereklerine uyarlanması gerek…” diyerek, 1948 iktisat kongresindeki taleplerinin neo-liberal küreselleşmeci döneme uyarlanmış şeklini,genel geçer bir doğrudan, bilimsel bir gerçeklikten bahsedermişçesine bir kez daha dillendirdi. ( http://odatv.com/kuresel-sermayenin-yeni-oyunu-kent-bolge-2105171200.html ),( http://tusiad.org/tr/basin-bultenleri/item/9705-tusiad-brookings-enstitusu-konferansi-kuresellesmeye-karsi-korumaci-ve-populist-egilimler )

Referandum sonrasında, henüz referandum sonuçları açıklanmadan, referandum sürecine ilişkin tartışmaları sonlandırmak istercesine, neredeyse sandıklar kapanır kapanmaz bir açıklama yayınlayarak “Türkiye için toplumsal dayanışma içerisinde olmanın ve vakit kaybetmeden geleceğe bakmanın zamanıdır “39. Girişim ve İş Dünyası Konseyi  Toplantısında “Kent Bölge” kavramı çerçevesinde başlatılan bölgesel özerklik tartışmaları,Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve ABD’li Brookings Enstitüsü tarafından düzenlenen “Küreselleşmeye Karşı Korumacı ve Popülist Eğilimler” konferansında devam etti. Söz konusu toplantının açılışında konuşan Dernek Başkanı Erol Bilecik,“…Aslında sorunun özünde ekonomilerin küreselleşen yapısıyla, siyasetin ulusal ve yerel yapıları arasındaki uyumsuzluk yatıyor. Küresel sorunlara küresel çapta çözümler bulmak zorundayız. Siyasetin de bu dönemin gereklerine uyarlanması gerek…” diyerek, 1948 iktisat kongresindeki taleplerinin neo-liberal küreselleşmeci döneme uyarlanmış şeklini,genel geçer bir doğrudan, bilimsel bir gerçeklikten bahsedermişçesine bir kez daha dillendirdi. ( http://odatv.com/kuresel-sermayenin-yeni-oyunu-kent-bolge-2105171200.html ),( http://tusiad.org/tr/basin-bultenleri/item/9705-tusiad-brookings-enstitusu-konferansi-kuresellesmeye-karsi-korumaci-ve-populist-egilimler )

Referandum sonrasında, henüz referandum sonuçları açıklanmadan, referandum sürecine ilişkin tartışmaları sonlandırmak istercesine, neredeyse sandıklar kapanır kapanmaz bir açıklama yayınlayarak “Türkiye için toplumsal dayanışma içerisinde olmanın ve vakit kaybetmeden geleceğe bakmanın zamanıdır ” ifadesi kullanan TÜSİAD’ın,“toplumsal dayanışma” ve “geleceğe bakmak” derken neyi kastettiği sanırım şimdi daha net ortaya çıkıyor. ( http://www.sozcu.com.tr/2017/ekonomi/tusiaddan-referandum-aciklamasi-1796910/ )

Bunları da sevebilirsiniz