Reformasyon, FETÖ, Bağımsızlık ve Endüljans

Martin Luther’in adlı Alman din adamının Reformasyon’un öznesi olduğunu, İncil’i Almancaya çevirdiğini, Reformasyon’un Hıristiyanlığı Avrupa’da iki mezhebe böldüğünü, ayrılığın Protestanlığı yarattığını herkes bilir, ancak Reformun nedenleri ve “sonuçları” ile ilgili olan pek çok şey genellikle bilinmez. Örneğin, nedenler arasında, insanları dinle kandırma nın sürdürülemez bir hale gelecek kadar arttığı, yoğunlaştığı; Almanya’nın, kurtulmanın şart olacağı kadar en yüksek düzeyde bir dış güce bağımlılaştığı ve o dış gücün soygunu nun Almanya’yı soyup soğana çevirdiği vb. Reform deyince ilk akla gelenler değildir.

Çok iyi bilinmeyenlere ek: O Reform döneminde, Luther’in Reformasyonunda, Reformdan yana olarak, “köylü ayaklanmaları”nda rol almış kitleler, hasım olarak görülmüş, onlara savaş açılmış, köylüler ezilmişlerdir. Olayları başlatan Martin Luther (1483-1546) devrimi engellemiştir. Ayaklanan köylülerin devrimci önderi Thomas Münzer’i (1490-1525) rakibi olarak gören Luther, onunla savaşmış, onu yok etmiştir.

Bu yüzden Alman Reformasyonu halkçı değildir. Reforma damgasını vuran, üst sınıflardır, hükümdarlardır.

Reform’la Almanya, siyasal, ekonomik ve kültürel olarak bağımsızlaşmıştı. Dış güç (Roma) etkisizleştirilmişti. Papalığın sömürüsü ve mali tezgahlar sona erdirilmişti. Almanca Latinceden de kurtulmuştu. Latinceye bağımlılığını sona erdirmişti.

Bunları toplam olarak söyleyecek olursak, Reformasyon’un milli bir özelliği vardır. Bunun üstü örtülü gibidir, çünkü 16. yüzyıl milletleşmeden söz edilemeyecek bir erken zaman dır ve Reform, milletleşmenin uzağındaki bir toplum için “kurallara uymayan” bir başlangıç tır. Henüz zamanı gelmemiş bir süreç, hiç bir yerde başlamamış milletleşme süreci Almanya’da Reform’la yaşanmaya başlamış olmaktadır.

Bağımsızlık kavramı yoktur ama krallar ve prensler kendi topraklarında hükümdar olmak istemektedirler. Meşrutiyet kavramı bile henüz ortada yoktur ama hükümdarlar kısıtlanma içinde bunalmışlardır.

Almanya Reformla sömürüden kurtulmuştu ama Almanya’da hiç bir şey aslında değişmemişti. Halk gene yoksuldu, çaresizdi, mazlumdu. Dahası köylüler, yüz binlercesi öldürülerek, işkence edilerek, elleri kolları kesilerek, sakat bırakılarak, kör edilerek ezilmişti. Hükümdarlar Papalığa haraç vermiyordu ama imparatorluk da, prenslikler de bellerini doğrultamıyorlardı.

Peki din; din özgürlüğünden söz edilebilir, dinsel baskının kalkmış ve dinsel sömürünün bitmiş olduğu söylenebilir miydi? Yozlaşmış dinsel kurumlar düzeltilmiş, en azından biraz iyileştirilmiş miydi? Hayır.

Sonuçta; Papalık, Roma, Katoliklik, bunlar Almanya için bu üstesinden gelinmiş bu olumsuz şeyler, ne kadar gerici, ne kadar bilim ve düşünce düşmanı, ne kadar yobaz ve ne kadar baskıcı, yasakçı, işkenceci, şiddetçi ise, Protestanlık da aynı şekilde ve aynı ölçüde gerici, bilim karşıtı, bağnaz, baskıcı ve sömürücüydü.

Aydınlanmacı, bilimci, devrimci, halkçı ve düzen karşıtı olmamasına rağmen gene de Reform çığır açıcıydı. En azından kalıplar kırılmış, dokunulmazlara dokunulmuştu. Yalnız bu bile, “Avrupa”yı ortaya çıkaran, “Batı”yı yaratan nedenlerden biri olacaktı.



FETÖ’NÜN “PAPALIK” PROJESİ

FETÖ (Fetullah Terör Örgütü) yapılanması konusunda yazınımız oldukça zengindir. Bu yüzden meraklıların, fazladan öğrenmek istedikleri şeyler için, her konuda olmayacağı kadar kolaylıkları bulunmaktadır. Bu yüzden ayrıntılara girmeyecek, FETÖ’nün yalnız birkaç özelliğine değinecek, FETÖ’nün yalnız Reform’la ilişkilendireceğimiz iki tarafı üzerinde duracağız.

En son söylenecek olanları başta belirtelim, FETÖcülük dinci yobazlıktır, akıl almaz dogmaları insanlara dayatmaktır, soygunculuk ve dolandırıcılıktır, terörcülüktür, dış güçlere, günümüzde emperyalizme, özel olarak da ABD’ye ve onun politikalarına hizmet eden bir anlayıştır, halkına, toplumuna, milletine ve devletine ihanet etmektir. FETÖ bir alettir.

Yani FETÖ, gayrimillidir, dış güçlere hizmet eden bir mekanizmadır, aynı şekilde gericiliğin, baskının, şiddetin, yasakçılığın, istismarın, mubahçılığın, iktidar olma hırsının karşılığı, ahlaksızlığın karşılığıdır.

Bunların yanı sıra, ve bunların doğal sonucu olarak FETÖ örgütlenmesi, 16. yüzyıla kadar Roma’daki Papalığın Almanya’da ve aynı zamanda bütün Avrupa’da oynadığı rolü üstlenme hevesindedir. Hem yukarıdaki özellikleriyle, hem de İslam’ı emperyalizmin hizmetine sunma konusundaki şekillendirme çabalarıyla.

Ve bu yeni bir icat değildir. Tarihimizde gözden kaçmayacak kadar belirgin bir çizginin bugünkü versiyonudur.



HİLAFET, HALİFELERİMİZ, GERİCİLİK, DIŞ GÜÇLER VE CUMHURİYET

Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden silindiği döneme kadar Türkiye’de, Roma’nın değil ama Papalığın İslam’daki simetrisi sayılabilecek Hilafet kurumu vardı. Bu kurum, devletler dışında yapılanmamıştı, İslam’ın en güçlü devletindeydi ve ona dayanmaktaydı. Tarihte de her zaman böyle olmuştu. Osmanlı padişahlarının hepsi aynı zamanda halifeydi ama 19. yüzyıla kadar dinsel ve siyasal olarak halifeliklerini kullanma gereği duymamışlardı. Çünkü lüzum yoktu. İmparatorluk, gereğince etkiliydi, otorite yeterliydi, devlet gücüne ek bir mekanizmaya ihtiyaç bulunmuyordu.

Ancak Avrupa ülkeleri güçlendiğinde ve Osmanlıların gözünde düvel-i muazzama (büyük devletler) olduğunda padişahlar halife sanını kullanmaya, Hilafetin yararlı olacağını düşünmeye başladılar. Ne var ki, bu eğilim, devletin, ülkenin ve toplumun yararına değildi, gericiliğe, bağnazlığa ve dinsel sömürüye dönüktü. Halifelik ülkenin ve dinin savunmasına hizmet etmeyecek, büyük güçlere, dış güçlere hizmet edecekti.

Osmanlı’da esas olarak 19. yüzyılda devreye giren Hilafet , girer girmez önce Avrupa ülkelerine ve sonra da emperyalizme yaramıştı.

Daha öncesi de var ama bunun en çarpıcı örnekleri II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) yaşandı. Alman emperyalizmi, halife-padişahımızı yanına çekti, kendisine bağladı. Almanya emperyalist çıkarları için Panislamizmi “uyguluyordu”, halife-padişahımız da İslam birliğine hizmet ediyor görüntüsü vermeye yöneldi. Ama ne Alman Panislamizmi bir sonuç verdi, ne de İslam birliği bir şey yapıldı.

Halifelik, dinci kurumlar, tarikatlar, yobazlar ve padişah tarafından yıkılmaya çalışılan 1908 Meşrutiyet Devrimi, gericiliğin yönelimini göstermekteydi ve gericiliğe karşı yapılmıştı. Meşrutiyet’e karşı yapılan 31 Mart İsyanı ise, emperyalizmin tezgahıydı, bu tezgahın merkezinde İngiltere vardı, dinci gericiliği, karşıdevrimi kullanmıştı. Devrim, yeni ve zinde güç olarak gericiliğe karşı olan bu savaşı kazandı, gericiliği yendi, halife-padişah Abdülhamid de tahtını kaybetti.

Yeni yüzyılda Büyük Savaş çıktığı zaman (1914) müttefikimiz Almanya, halife-padişahımız V. Mehmet’e, savaştaki düşmanları olan İngiliz-Fransız İtilaf güçlerine karşı Cihad ilan ettirmeye kalktı. İslamiyet, İtilaf devletlerine karşı savacaktı. Ancak Cihad çağrısı bir işe yaramadı, 20. yüzyıl gibi bir dönemde feodal çağların kurumlarıyla sonuç alınması mümkün değildi. (Buna karşılık, feodal kurumlara değil, satın alarak ve kandırarak feodal ilişkiler içindeki geri Arap kabilelerine dayanan ve onları emperyalist çıkarları için kullanan İngiltere başarılı oldu.)

Cihan Savaşı sona erdikten sonra başlayan Kurtuluş Savaşımızda, halife-padişah Vahdettin din kurumları ve tarikatlarla birlikte İngiltere’nin hizmetine girmişti, bağımsızlık mücadelesi önderlerine idam kararları çıkartıyorlardı. İngiliz uçakları Anadolu’da şeyhülislamın bildirilerini dağıtıyordu. Bu bildilerde yazılanlar, direnişçilerin, milli mücadelecilerin dinsiz, işgalci Yunanların dost, emperyalist İngiltere’nin kurtarıcı olduğuydu!

23 Nisan 1920’de Ankara’da Meclis açıldı, böylece Cumhuriyet kurulmuş oldu, 29 Ekim 1923’te ise ilan edilecekti. Padişahlığın lağvedilmesinin ardından Halifelik kurumu da ortadan kaldırıldı. Kaldırılmasını istemeyenler ve engel olmaya çalışanlar İngilizcilerdi. Kurtuluş Savaşçılarının yararlanacağını sandığından Halifeliğe önce karşı çıkan İngiltere, Cumhuriyet tarafından kaldırılınca Halifeliğe bu sefer sahip çıktı ve onu yeniden kurmaya kalktı. Kendisi kullanacaktı. Başarılamadı.

Bağımsızlık mücadelesi yürütülürken ve sonrasında İngiltere’nin örgütlediği, desteklediği, beslediği dinci yobazlar birçok Cumhuriyet düşmanı isyan yaptı. Amaç, Hilafeti ve saltanatı geri getirmek, emperyalizme hizmet etmekti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikan emperyalizmi ise Türkiye’de İslami gericiliği, cemaatçiliği, tarikatçılığı canlandırmaya yöneldi. 1950 sonrasında Hilafetin sözü edilmeye başlandı, 1980 sonrasında Türkiye, Amerika’nın “Ilımlı İslam”ının örnek ülkesiydi! 90’lı yıllar “Alman İslamı”nın ve çeşitli Batı ülkelerinin İslam politikalarının birbirleriyle yarıştığı veya bütünleştiği yıllardı. Yeni bin yıl, 70’li yıllara doğru kurulmuş Fetullah örgütünün Amerikan emperyalizminin projelerinde başrole getirildiği “yeni yıldız”ın dönemiydi. ABD’nin tek kutuplu dünya hevesi döneminde FETÖ henüz Avrupa’ya “açılmamıştı”, örneğin Almanya’da yoktu, ama Asya ve Afrika’da açılan okullar ve yapılan yatırımlar, Türk devletinin de desteğiyle harikalar yaratıyordu!

Bütün Hıristiyan dünya, Amerika’nın FETÖ örgütüne kucak açtı, Fetullah’ı tanıdı. Vatikan öylesine tanıdı ki, papa Fetullah’ı Roma’ya davet etti, onunla görüştü. Ortak projeler yaratılmaya çalışıldı (örneğin, “Dinlerarası Diyalog”, İstanbul’da Vatikan benzeri İslami bir merkez kurma vb.). FETÖ haçlı projesiydi.

Fetullah Gülen, bütün dünyada İslam’ı temsil ediyor du, temsiliyet olarak muhatap olacak, Batı’nın İslam’daki tek muhatabı olacaktı! Bunun anlamı ve beklenti, geleceğin halifesi olmasıydı. Ama bu halife, ABD’nin halifesi olarak hazırlanıyordu.



ABD’NİN PROGRAMI, FETÖ’NÜN KULLANILMASI

Kırk yıldan fazla (elli yıl yakın) oldu, ABD emperyalizmi Nurculuk tarikatının bir uzantısı olarak, “komünizmle mücadele programı”nın bir fedaisi olan Fetullah Gülen’i kullanarak özel bir dinci-komplocu-mubahçı bir örgüt kurdu. Bir yandan gizli çalışma ve örgütlenme yürütülürken, diğer yandan Gülen’in propagandası yapılıyordu. Fetullahçılık Amerika’ya dayandığından 70’li yıllardan sonraki hiç bir iktidar, Türkiye’deki hiç bir hükümet Gülen’e, örgütüne, faaliyetlerine, yatırımlarına, okullarına, haraç toplamasına karşı çıkmadı, engel olmadı. Bütün siyasetçiler çekiniyor, çekinmeyenlerse tehditler ve şantajlarla bastırılıyordu.

Program, Cumhuriyeti yıkmak ve Amerikan emperyalizminin ülkemizde tam hakimiyetinin kurulmasını sağlamaktı.

Fetullah’a karşı çıkmak, antiemperyalist olmayı ve Cumhuriyet’i savunmayı gerektiriyordu.

Bu arada Gülen hareketinin yalnız yerel ve Türkiye içi bir çalışma yürütmediği, uluslararası alanda yatırımlar yaptığı, CIA ajanlarının yönetiminde okullar, üniversiteler kurduğu, eğitim sistemleri ve kültür faaliyetleri görünümünde kıtalararası bir aktör olduğu görüldü, daha doğrusu gösterildi.

Bunca geniş çaplı yatırım ve faaliyetin kaynağı? Bunların, bir tarikat mensubunun, bir cemaatin, yerli gericiliğin, Türkiye içi bir örgütlenmenin boyunu aştığı ortadadır.

Dünya çapında faaliyet ve örgütlenmenin dayanağı? Bu kadar büyük ve etkili yapı, iç desteklerle bu duruma gelemez.

Araştırmaya ve keşfetmeye gerek yok! Her şey biliniyor.

Finans kaynağı Amerika’ydı. Yatırımcı ABD’ydi. Uygulayıcı CIA’ydı. Siyasal destek genel olarak emperyalizmdi. Batı dünyası dayanaktı.

Bunlar ABD emperyalizminin programı nın uygulanmasıydı.

Fetullah’ın uluslararası itibarı yüksektir, Fetullah ABD himayesinde uluslararası bir figürdür.



***



Ancak kırk yıldan fazladır, kurulduğundan bu yana, Fetullah’ın görünen faaliyetlerinin altındaki niyeti ve ABD’nin programını anlamış devrimciler ve yurtseverler Gülen’e, Fetullahçılığa ve FETÖ’ya karşı mücadele ediyor.



FETÖ, REFORMASYON VE FETÖ’YE KARŞI GEREKLİ OLAN “REFORM”

FETÖ’nün Hıristiyan Reformu dönemindeki Alman Kilisesinin gerici örgütlenmesiyle örtüşen özelliği, yukarıda varlık dayanağını açıkladığımız gibi, bir dış güce hizmet etmektir. Dinsel istismarın dünya tarihinde ilk kurumlaşmış örneği ve en iyi örgütlenmişi olan Papalık, bütün Avrupa ülkelerini ve toplumlarını haraca kesmiş, bütün devletleri kendine bağımlı kılmıştı. Almanya’daki gerici papacılar da Roma’ya bağlıydı.

Bugün FETÖ, Almanya’nın ipleri Papalığın elinde olan gerici Kilise örgütlenmesinin benzeridir. Ve yüz yıldan fazladır, tarihimizdeki bütün gerici, karşıdevrimci, yobaz İslami hareketler gibi, emperyalizmin hizmetindedir ve ABD emperyalizmine bağımlıdır.

FETÖ’nün dış güce hizmet etme ve bağımlılaşma özelliği, 16. yüzyıl Almanyasındaki Papalığa hizmet eden uşaklık düzeniyle de aynı şeydir, onunla örtüşmüştür!

“Sevap paketleri”, FETÖ’nün marifetleri arasında herkesin yeterince bilmediği bir şeydir. Bunun üzerinde duracağız, çünkü bu, Hıristiyanlığın Reformuyla arasında kurulacak ilişkinin en önemli iki unsurundan biridir.

Sevap paketleri, bu dünyada nasıl yaşanırsa yaşansın, ne yapılırsa yapılsın, öteki dünyadaki durumu garantilemek içindir. Yalnız bunun için değil, aynı zamanda “bu dünya” içindir. “Paketler”in satışı yapılmaktadır. Satış, alanlar ve satanlar arasındadır, gizlidir. Ama önemli olan, alanların, “örgüte para verip örgütün olanaklarından yararlanıyor” olmalarıdır. FETÖ’nün bu yolla elde ettiği gelir, “tahminlerin çok üstünde”dir. “Aylık yüzlerce milyon dolardan söz ediliyor.” (İsmet Özçelik, “FETÖ’nün ‘Sevap Paketleri’”, Aydınlık , Mayıs 2017, s. 10.) Ayrıca “cennette arsa satışı” da yapılmaktadır! Ve daha benzer birçok şey.

Endüljans, Papalığın piyasaya sürdüğü kağıtlarla günahlardan arınmayı sağlayan ve cennete gitme garantisi veren bir düzenbazlıktı. Önceleri Kiliseye kendiliğinden bağışlarda bulunanlara teşekkür mahiyetinde hazırlanan sembolik bir belgeydi. Sonraları, nedamet getirip Kilisenin istediklerini yapanlara verilen af belgesi halini almıştı. Daha sonraları ise, amacından saptırıldı, kâr amacıyla dolaşıma sokuldu, kötüye kullanıldı. Endüljans, giderek yaygınlaştırıldı, sistemleştirildi, memurları, büroları oluşturuldu. 16. yüzyılın başında öyle bir hale gelmişti ki, bütün Avrupa’da en önemli “ticaret” durumundaydı. Almanya’da ise neredeyse bütün nüfusu hedef kitlesi yapmış olan bir ahlaksızlık sektörüydü! Kandırma, Luther’in beğenmezliklerini ateşleyen bir rol oynadı, istismar ve soygun olarak toplumun tam desteğini alan endüljans karşıtlığı , Reformun nedenleri arasında en önde geleni ve gelişmelerin tetikleyicisiydi.

FETÖ’nün yöntemleri ve mekanizmaları, Papalığın 16. yüzyıldaki sahtekarlığı, ahlaksızlığı, çıkarcılığı, kandırmacaları ve soygunu ile örtüşmüştür!

Ayrıca, aynı Almanya’da gerici Kilisenin “meşru” olması gibi, Fetullah’ın gayrimeşru örgütlenmesi meşrulaştırılmıştır. Siyasi çevrelerde Fetullah’ı övme yarışına girilmişti. Çıkarcılar FETÖ’da birleşmişti. Fetullah ne yaparsa olumlanıyordu. Örneğin, Fetullah “Kutlu Doğum” haftası diye bir şey olsun dedi, böylesine uydurma, saçma ve akıl dışı isteğe ve icada, gerek dinsel, gerekse siyasal çevrelerden karşı çıkan olmadı. Çünkü Fetullah Amerika’nın himayesindeydi.



***



Türkiye Cumhuriyeti aslında dinde “Reform” yapmıştı. Laiklik Cumhuriyet’in temel ilkeleri arasındaydı. Eğitim birleştirilmiş, bilimselleştirilmişti. Dinsel kurumlaşma ortadan kaldırılmıştı. Tebaa, özgürleşmiş, yurttaş olmuştu. Toplumu saran hurafeler, safsatalar temizlenmişti. Kuran Türkçeleştirilmişti. Dilimiz, Kuran ve dinsel yazının dili olan Arapça en başta olmak üzere yabancı dillerin hakimiyetinden ve etkisinden kurtarılmıştı. Devlet, halkçılığı benimsemiş, halka hizmet temel ilkelerden biri olmuştu.

Özgürleşme, bağımsızlaşma, halkçılık ve laiklik, hepsi bir aradadır. Hepsi birbirini tamamlamakta, birbiriyle birleşmektedir. Cumhuriyetin gereğidirler.

Cumhuriyet, devrimdi, çağlar öncesiyle bağları koparmaktı.

Cumhuriyet, kendine güvenmekti, bağımsızlıktı.

Cumhuriyet ne kadar saldırıya uğratıldı ve törpülendiyse, bağımsızlık, halkçılık, laiklik ve özgürlükler o ölçüde zarar görmüştür. Cumhuriyet’in saldırı uğraması sürecinde zirve, FETÖ’ye aittir. Tarihinde Cumhuriyet’e en büyük zararı FETÖcülük vermiştir.

FETÖ’yla mücadele, aydınlanmadır, Cumhuriyetçiliktir, antiemperyalizmdir, Amerikan emperyalizmine karşı durmaktır.

FETÖ’den kurtulma mücadelesi, ABD emperyalizminden kurtulma mücadelesinin parçasıdır.

Ne mutlu, FETÖ’nün ne olduğunu anladım ve FETÖ’yla mücadele ediyorum diyene!



Bunları da sevebilirsiniz