Milliyetçilik Osuruk Gibiymiş…

Bu yazımda Saygıdeğer İzzet Efendi’ ye yanıt vereceğim. Siz buna ders de diyebilirsiniz. Çünkü her güzelliğe layık ülkem, milliyetçiliği bilmeyen ülkücüler ile solculuğu bilmeyen solculardan o kadar çok şey kaybetti ki, hala da kaybetmeye devam ediyor.

Önce Saygıdeğer İzzet Efendi , 2000 yılında yayınlanan Kato Polemos (Kahrolsun Savaş – Ege’de Türk Yunan Barışı) kitabımı görsün. Kapak resmindeki bereli yaşlı hanım Yunan komünist direnişçisi yazar Dido Sotiriyu’dur. Hani “Benden Selam Söyle Anadoluya” kitabının yazarı. Resimde onun elini sıkan görünmeyen kişi de benim. Bu kitabı okumadan, bilmeden Yunanistan’ı eleştiriyorum diye bana ırkçı dediysen, yanıtını epey uzun alacaksın, bilmediğini sana bildireceğim.

Milliyetçilik osuruk gibiymiş… Bu lafı hangi zaman diliminde, hangi dünya ve yurt koşulları içinde olduğunu saptayamadığımız İngiliz filozofu Bernard Shaw söylemiş, iyi de etmiş. (Milliyetçilik osuruk gibidir, herkesinki kendine güzel kokar.- George Bernard Shaw.)

Ama bu lafı, Saygıdeğer İzzet Efendi , beni ırkçılıkla suçladığı bir yazım sebebiyle bana sosyal medyada iletmiş. Beni neden ırkçılıkla suçlamış, hepsini anlatacağım. Ama ırkçılık bahsi açılınca hiç hesapta olmayan milliyetçilik bir osuruk gazı olarak nasıl gündeme geliyor ki?..

Irkçılık ile milliyetçilik aynı şey mi?..

Bu insanların sosyolojiden, tarih biliminden, uluslararası ilişkilerden, gerçek sosyalizmden, hatta gerçek komünizmden neden haberleri yok?…

Demek ki, Saygıdeğer İzzet Efendi ’nin kafasında ırkçılık, milliyetçilik ve bilumum vatanseverlik kavramları karmakarışık bir çöp tenekesi, leş yuvası, bağırsak bakiyesi gibi bir şey.

Bunları teker teker anlatacağız. Bazı Türkiye lafazan işe yaramaz solcularının (!) daima klasik Türkiye Sağı’nın işine yarayan, hatta güncel Diktatör’e tuğla taşıyan amansız hastalığına dikkat çekeceğiz, Saygıdeğer İzzet Efendi ’ye de bize bu fırsatı verdiği için müteşekkiriz.

Saygıdeğer İzzet Efendi , bir gerçek portre. Amansız bir inşaat ve emlak kapitalizminin hüküm sürdüğü, sağda veya solda politika ile uğraşan hemen her figürün ya emlakçı, ya inşaatçı, ya müteahhit, ya da arsa yağmacısı olduğu, trilyon dolarların lüks yapılara ve yatlara, portlara, plaj kulüplerine, eğlence yuvalarına aktığı bir gözde kıyı kasabasında gerçek emek-sermaye çelişkilerini görmeksizin, sabahın köründe ilçe meydanı girişinde gündelik iş bekleyen gariban Kürt işçilerin dertlerinden habersiz, sığınmacı Suriyeli fakir ailelerin nasıl geçindiklerinden bilgisiz, ama her koşulda sol jargon kullanarak özellikle belediyeye hakim sol partinin çevresinde kimlik yaratmış bir kişi.

Bizi de aynı beldede tek tapulu evinde oturan emeklilik günlerini geçiren bir eski gazeteci bunak olarak gördüğü için, daima halkın içinde halkla beraber, çarşıda, pazarda, kahvede ilçe sakinleriyle garibanlarla haşır neşir gördüğü için, hiçbir zaman devlet, finans-kapital, holding yalakalığı, iktidar yanaşmacılığı, Folkart filan, kaymakamlık, belediye başkanlığı, parti- purtu, ihale- mihale katlarında zerremizi görmediği için, herhalde gözüne kestirdi.

Ben kendisini ciddiye alıyorum.

Bu yüzden yanıt vereceğim. Daha yanıta başlamadık bile.

Saygıdeğer İzzet Efendi , kısa aralıklarla iki kez tam bir trol ağzı ile bize sosyal medyada “ırkçı” suçlamasında bulundu.

  1. Bunlardan birincisi Beşiktaş’ın Yunan takımı Olimpiyakos’u 4-1 yenerek elediği maç esnasında profilime yazdığım (YAŞA BEŞİKTAŞ.. 4 – 1… Kahraman Beşiktaş.. Palikaryalar’ı parçaladın.. Senden başka sevincimiz kalmadı bu ülkede… Yaşa Karakartal…) cümlesi üzerine oldu.

Bu yazım Facebook’ta 163 beğeni, 17 yorum, 11 paylaşım sağladı. Ev hanımlarında lise öğrencilere, belediye çalışanlarından Çiftlikköy Kartalları’na kadar geniş bir çevre beni destekledi.



Bir tek Saygıdeğer İzzet Efendi , bana ırkçı dedi..



(Bu arada Maç günü Yunan gazeteleri “Bizans Konstantinapolis’i yeniden zapta gidiyoruz” başlığı ile çıkmıştı. Yalan değil, arşivler ortada.. Biz de Palikaryalar hapı yuttunuz dedik. Palikarya, Yunan babayiğit kabadayısı demektir, küfür için değil, övgü için kullanılır, öğrenin bunları)



  1. İkincisi ise, 1 Ocak 2017 tarihinde “Dağarcık Türkiye” sitesinde yayınlanan “Vatanın Hikayesi Namus Borcumuzdur ” başlıklı ana metindir. Metin, Kanal D tarafından yayınlanan “Vatanım Sensin” dizisindeki fahiş hatalar üzerineydi. Bu ana metin bir iki gün sonra Sözcü gazetesi tarafından aynen alınarak manşette yayınlandı. Yine aynı metin bu kez Yeni Asır gazetesi tarafından benim onayım alınarak, ama oluşturulmasında hiç katkım olmadan 24 Mart 2017 tarihinde epey kısaltılmış olarak “Bu Diziyi Ancak Bir Yunan Böyle Çekerdi” başlığı ile muhabir kardeşim Tansu tarafından yayınlandı. Burada da eleştirdiğim, tarihsel sosyo-politik olarak Yunan Emperyalizmi idi. Saygıdeğer İzzet Efendi , bir daha beni ırkçılıkla suçladı. Yani bir Yunan takımını, sahada 10 kişi kalarak elediğimizde veya Anadolu’ya saldıran Yunan Emperyalizmine karşı çıktımızda karşımızda dünyanın en ağır suçu kabul edilen “ırkçı” küfrü ile karşılaştık.



Oysa eski gazetem Yeni Asır’da çıkan bu yazı kırık gönlümü okşamıştı. Yazıyı paylaşırken Facebook’ta başına şöyle bir ibare koydum:



YENİ ASIR, BENİ “HAYALİ CİHAN DEĞER” GEÇMİŞE GÖTÜRDÜ…

1982 – 2002 yılları arasında çok şey borçlu olduğum gazetem Yeni Asır’da tam 20 yıl geceli gündüzlü, hatta eve dahi gitmeyerek gazete bobinleri arasında uyuyarak çalıştım. 20 adet Hasan Tahsin Gazetecilik Ödülü kazandım. İlk kitaplarımı yazdım. Bu gazete sayesinde ismim sokaklara, parklara verildi. Ancak patronumuz Dinç Bilgin’in hapse girmesi üzerine gazeteye el koyan muhterisler tarafından işten atıldım. İstemeye istemeye iki ay geciktirerek Hürriyet’e geçtim. Yeni Asır, ondan uzak olsam da daima kalbimin bir köşesinde yaşadı. 15 yıl sonra, 24 Mart günü ilk kez yeniden Yeni Asır’ın bir geniş haberinde yer aldım. Çok duygulandım çoook… Her şeyimi borçlu olduğum gazetem yeniden beni hatırlamıştı. Benimle konuşarak haberi yapan genç Tansu kardeşimi bağrıma basıyorum. Devirler ve zamanlar gelip geçecek, ama ülkemin en eski gazetesi daima yaşayacaktır ümidindeyim.



Facebook’ta bu paylaşımım, şu okuduğunuz yazıyı yazdığım 26 Mart 2017 Saat: 17.30 sularında 188 beğeni, 47 yorum, 25 paylaşım aldı. Beğeni, yorum ve paylaşımlar içinde diplomatlar, emekli veya muvazzaf askerler, avukatlar, gerçek solcu politikacılar, vatansever insanlar, sendikacılar ve daha önemlisi ülkenin her köşesinden tarih akademisyenleri var.



Yalnızca Saygıdeğer İzzet Efendi , Yunanistan’ı eleştirince nasırına basılmışcasına havaya zıplıyor. Yine bana ırkçı dedi.



Fetullah Gülen filmlerinin senaristi, aynı zamanda “Vatanım Sensin” dizisinin senaristidir. Resmi açıklamaya göre FETÖ’cü asker sivil darbeci 346 kişinin Yunanistan’a sığındığı, Yunanistan’ın hızla çevremizdeki adalara asker çıkardığı, nice adayı halka ağır silah dağıtarak savaşır hale getirdiği, Kıbrıs müzakerelerinde hiçbir Türk hakkını kabul etmediği bir ortamda bu söz konusu “nasır” nasıl bir şeydir anladınız mı?.. Ben anladım, biraz sabır…Teker teker yanıt vereceğiz.



Ama önce “Ege” isimli bir yorumcunun dizi hakkındaki bamtelini yakalayan görüşlerini de aktaralım.

Neredeyse Yunanlılara acıyasım geldi diziyi izleyince. Kimseyi “delil”olmadan tutuklamayan Yunan askerleri, sokakta işgali protesto eden Türk ahaliyi “güruh” gibi gösteren anlatım, yaralı Yunan askerini Türk hemşire ve doktoruna emanet edecek kadar “iyi niyetli(!) Yunanlı işgal kuvvetleri, FETÖ’ye gönderme yapan- hatta aklamaya çalışan – her hain zannettiğin “hain” değildir algısı, daha neler neler. Çok zekice (!) kurgulanmış bir dizi operasyon. 24.03.2017 ,12:38”

Devam ediyoruz..

Saygıdeğer İzzet Efendi , benim sayfamda Sedat Kiracı isimli bir takipcim ile giriştiği tartışmada şunları söyledi:

  • Tuğrul Keskin in “Zito i Epanastasis” kitabını okuyun lütfen. Yaşar abi de okusun veya kitap hakkında bilgi edinsin. Orada Anadolu’yu işgale gönderilen Yunanlı komünist askerlerin nasıl işgale karşı çıktıklarını, direndiklerini ve daha gemide gelirlerken nasıl Yunanlı piyonlar tarafından denize atılarak boğulduklarını ve de Türklere karşı silah kullanmadıkları için Balçova’da nasıl kurşuna dizildiklerini de göreceksiniz. Demek ki neymiş?… Daha fazla uzatmayalım.



Bu yorumuna, Sedat Kiracı’ya hitaben anında benden yanıt aldı:

  • Sedat arkadaş, Tuğrul’un kitabından çok uzun yıllar önce söz konusu Yunan Komünist Partisi üyesi askerlerin öldürülmelerini defalarca yazı ve kitaplarımda ilk kez anlattığımı, Kato Polemos (Kahrolsun Savaş) isimli kitabımın Yunanistan’da övgü aldığını, Yunan Cumhurbaşkanı tarafından makamına davet edildiğimi, Kara Yunanistanı Yunan adalarında defalarca yaptığım konferans ve etkinlikler sebebiyle bizzat Ödül Komitesi Başkanı Andreas Politakis ağabey (toprağı bol olsun) tarafından Yunanistan kesiminden Abdi İpekçi Dostluk Barış Büyük Ödülü’ne aday gösterildiğimi, Tuğrul’un, kitabını yazmadan önce bana defalarca danıştığını, kitap basıldıktan sonra Tuğrul’cuğuma bazı medya ve tarihçiler tarafından saldırı başlatılınca onu ilk önce basına demeç vererek koruduğumu bu İzzet arkadaş bilmez. Çünkü her şeyi öncelikle onlar bilir. Bizi Çeşme’de halk arasında çayhane köşelerinde emeklilik günlerini geçiren bir yaşlı bunak gibi gördüğü için, Beşiktaş’ın Olimpiyakos zaferine alkış tuttuğum için yine “Irkçı” diye saldırmıştı. Şimdi esasa geliyorum. 346 darbeci FETÖ’cünün Yunanistan’a sığındığı bir ortamda, Fetullah Gülen filmlerini yapımcısı, bir FETÖ’cü olan senaristin “Vatanım Sensin” dizisindeki densizliklerine sonuna kadar karşı çıkacağım. Beyefendinin soy ismindeki Albayrak, bizim yüreğimizde gürül gürül dalgalanır. Devam edeceğim.

Ve yazmaya devam ettim.

  • Devam ediyorum. Meyhane ağzı ile değil, akademik ve bilimsel yanıt vereceğim bu arkadaşa. Nisan başı yayınlanacak bir sol entellektüel dergide başyazı olarak. Bu tür gerçek Emperyalizmden habersiz sol görünümlü kişilere bir cevabım olacak. Yunan tarafını daima sol gören oysa İkinci Dünya Savaşından sonra 5 yıl süren iç savaşta bütün Yunan solunu ve ELAS denen Yunan Halk Kurtuluş Ordusu taraftarlarını kesen, yok eden Emperyalizmin desteğindeki Yunan Kapitalizminin devamı olan olgunun şu anda denizin öte tarafındaki bire bir Avrupa Birlikçi komşumuz olduğunu belgelerle anlatacağım. Diyeceksiniz ki, değer mi?.. Değer… Derginin ismini de veriyorum. Dağarcık Türkiye.. İnternetten hemen bulunur. Selamlarımla.



Şimdi gelelim araya bir parantez açmaya. Türk – Yunan ilişkilerini nasıl görürüm?.



TÜRK – YUNAN İLİŞKİLERİNİN BAM TELİ

Vatanım Sensin” dizisini eleştirdiğim 1 Ocak 2017 tarihli Dağarcık Türkiye Sitesi’ndeki “Vatanın Hikayesi Namus Borcumuzdur” başlıklı yazımda, benimle konuşan Sözcü gazetesi muhabiri Gökmen Ulu bana şu soruyu yöneltmişti, verdiğim yanıt didaktik olarak en anlaşılır görüşlerimi özet olarak kapsar:

-Gerçek anlamda Türk-Yunan dostluğu için hangi yöntemle sanat eserleri yaratılabilir?

Çok basit… 1919’da İzmir’in işgalinde veya günümüzde en gerçek Türk dostları Yunan komünistleridir. İzmir’in işgaline karşı çıkmışlardır. Bu bize örnek olmalı. Yunanlılar, Osmanlı egemenliğine karşı çıkarak isyan ettiler ve kendi ulus devletlerini kurdular. Saygı duymalıyız.

Türkler de Yunan işgaline bir kurtuluş savaşı ile karşı çıktılar, zafere ulaştılar ve kendi ulus devletlerini kurdular. Bu iki eylem birbirine karşıt hareketler değil paralel uluslaşma hareketleridir. Osmanlı’ya ilk kurşunu atan Etniki Eterya Cemiyeti üyesi Aleksandr İpsilanti ile Yunan işgalcilerine İzmir’de ilk kurşunu atan Gazeteci Hasan Tahsin’in kurşunları birbirlerine karşıt kurşunlar değil, paralel kurşunlardır. Her iki ulusun emperyalist, yayılmacı eylemlerine karşı atılmış ortak kurşunlardır. Bu kurşunlar sayesinde iki ulus bağımsız oldular. Bu yüzden, bu iki ulus coğrafya olarak veya tarih olarak simetrik iki ulustur. Bu ilişkilerimizin bam telidir. Bunu göremeyen hiçbir lafazan isterse solcu olsun, ayakları yere basmıyordur. Ortamızda da ortak denizimiz var. Tam bu anda nice barışçı sanat eylemleri yapılabilir. Emek, sosyalizm ve karşılıklı iki yurdun yurtseverliği anlamında nice estetik ağırlığı olan senaryo bizi bekliyor. Eğer Emperyalizm izin verirse diyelim. Ama Vatanım Sensin’de bunları göremeyiz.

Hasan Tahsin’i, Yılmaz Güney canlandırmak istemiş

Evet. Çekeceği filmin senaryosunu da bana yazdırdı. Çünkü bana hapisten görev verdiği 1977 yılında Hasan Tahsin’i Yaşatma Derneği başkanıydım. Hasan Tahsin ile ilgili tüm gizli açık ayrıntıları ben biliyordum ve sürekli yayınlıyordum. Yılmaz Güney, 13 Temmuz 1976’da 19 yıla mahkum olarak hapse girdi. Hapisten başyardımcısı rahmetli Altan Yalçın’ı bana gönderdi. İzmir’e gelen Altan Yalçın ile Güney Filme gittik. Senaryoyu hemen benim yazmamı istediler. Sinema tarihçisi Agah Özgüç ile Yılmaz Güney’in Paris’te yakın dostu olan Şeyhmuz Güzel’inde yazı ve kitaplarında anlattıkları gibi Yılmaz Güney’in en büyük arzusu İzmir’in İşgali ve Hasan Tahsin’in hayatını filme çekmekti

Senaryoyu 3 ay gibi kısa sürede yazıp teslim ettim Güney Film’e… Sevinçle kabul ettiler. Bu arada tarihi dönemin ayrıntıları, kostümler, Rum yaşantısı gibi bin bir sorun için 15 kişilik ayrı bir genç araştırmacı gurup çalışmaktaydı. Hepimizi ateşleyen şey, hapisteki bu büyük sanatçının Hasan Tahsin aşkıydı, bana hapisten gönderdiği mektupları her okuyuşumda ağlarım. Yılmaz Güney de hapiste iken, Hasan Tahsin’in Bükreş Hapishanesi’nden sevgilisi Vedia Hanım ile kızkardeşi Binnaz Hanıma gönderdiği mektupları okurken ağlarmış. O mektupları da hapishaneye ben göndermiştim

– Sonra ne oldu?

Yılmaz Güney 9 Ekim 1981’de yurtdışına firar etti ve 9 Eylül 1984’te 47 yaşında vefat etti. Böylece o muhteşem film çekilemedi. Çok hayıflanırım. Çünkü benim senaryom baş düşmanı Emperyalizm olarak görüyor ve Türk-Yunan halklarının dostluğu temelinde yükseliyordu. 1988 yılı civarında Fatoş Güney İzmir Kadifekale’de yaşayan Yılmaz Güney’in annesini ziyaret etmek amacıyla İzmir’den yurda giriş yaptı ve bir özel mekanda buluşup gerçekleşmeyen film projemizi konuştuk. Yanımızda, beni Fatoş hanımla buluşturan genç gazeteci Nebil Özgentürk de vardı. O film çekilse idi, “Vatanım Sensin” gibi sonraki dizilerde çarpıtma yapmaya kimse cesaret edemezdi.

YUNAN İÇ SAVAŞINDA NELER OLDU?

Şimdi gelelim Yunan İç Savaşı’ na…

Ama önce Nazilerin ve Faşistlerin Yunanistan’ı işgal edişlerini anlatalım.

Kato Polemos (Kahrolsun Savaş) kitabımda uzun uzun anlattım. Rezistans isimli kitabımda ise şiir olarak yer verdim. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar ve İtalyanlar Yunanistan’ı işgal ettiler. Yunan Kralı Mısır’a kaçtı. Ne Yunan ordusu kaldı, ne Yunan hükümeti. Tüm subaylar silahlarını bıraktı. Silah bırakmayanlar örneğin daha sonra Kıbrıs’ta göreceğimiz Albay Grivas, (X) isimli bir milis örgütü kurup Naziler’e katıldı. Bu örgüt savaş sonrasındaki Yunan solunun dibine kadar kesilip biçilmesinde başrolü oynayacaktır.

Yunanistan işgal altındayken, ülkede tık çıkmaz iken 1942 Temmuzunda bir sabah dağlardaki Domnista köy meydanına üç silahlı adam indi. Kilisenin çanını hızla çaldırarak köylüleri meydana topladılar. Öne çıkan çapraz fişeklikli ve burma bıyıklı bir silahlı adam şu konuşmayı yaptı:

– Yurtseverler! Ber topçu albayı Aris’im… Bu günden itiaren aziz ülkemizi işgal eden yabancı güçlere karşı isyan bayrağını yükseltiyorum. Burada askere alacağım bir avuç adamın binlerce kişilik kahraman bir ordu haline geleceğini göreceğiniz günler yakındır. Delikanlılarınızı bana verin”.

Köylüler, eli silah tutan tüm insanlar, bir komünist olan Aris’in o gün o meydanda kurduğu Yunan Ulusal Kurtuluş Ordusu’na (ELAS) katıldılar.

Ha ne dersin Saygıdeğer İzzet Efendi , komünist direnişçi Aris’in milliyetçiliği osurukmuy muş? Komünist yeri geldiğinde yurt milliyetçiliği yapamaz mıymış?..Ne dersin? Bunları bilir misin?. Bu analizleri yapabilir misin?

Devam ediyorum.

ELAS’ın kahraman halk savaşçıları, altı ay sonra Yunan kıta karasında onbinlere ulaştılar ve kahramanca bir gerilla savaşı sonucunda Naziler’in böğrüne çöktüler. Hitler, sekiz adet zırhlı tümeni Rusya cephesinden çekerek Yunanistan’a gönderdi ama para etmedi.

Savaş biterken, tüm Yunan kentleri ELAS tarafından kurtarıldı.

Eyy Saygıdeğer İzzet Efendi , bu muazzam kahramanlık kokan destanı, Ataol Behramoğlu’na nazire yaparak YUNAN DİRENİŞİ başlığı altında şiirleştirmiştim. Oku bakalım.

Ne anlatır Yunan dağları

Şafakta ayaklanacağını tüm esirlerin

Ne anlatır Yunan dağları

Elefteria, irini, dimokratia

(özgürlük barış demokrasi)



Direniş sirtakisidir çağlayanların

İşgal edilirken Anadolu

Kato polemos (kahrolsun savaş) demektir

Hellas işgal edilirken ise

Ya istiklal ya ölüm diyerek kükremek

Ve ölmektir ELAS için

Bunu anlatır Yunan dağları

Bu kadar uzak… ve bu kadar yakın.



İşte böyle Saygıdeğer İzzet Efendi , konuş bakalım şimdi. Albay Aris’e ve ELAS’ın onbinlerce kahramanına ne oldu savaştan sonra?… Konuş..



Hepsi öldürüldüler, katledildiler. Savaş sonrası Yunanistan’ın üstüne çöken İngiliz – Amerikan Emperyalizmi solculara karşı iç savaşı başlattı. İngiliz paraşütçüler Yunan şehirlerine iniyor, Amerikan gemileri Yunan kıyılarına yanaşıyordu. Çünkü ELAS komünistti. Bu yüzden yok edilecekti. Hepsi sağcı, ırkçı ve dinci Yunan milis kuvvetleri yeni Yunan Ordusu olarak donatıldılar. Toz kondurmadığınız Sovyetler Birliği ise hiç kıpırdamadı, sessiz aldı. İspanya İç Savaşı’nda komünistleri nasıl sattı ise, Stalin Yunan komünistlerini de sattı. Nasılsa Doğu Avrupa’ya el koymuştu, şimdilik bu ona yeterdi.

Konuş Komünist Saygıdeğer İzzet Efendi…

İç Savaşı Batı Emperyalizmi kazandı. Solcuları yok ettiler. Diktatörlük kuruldu. Sonra göstermelik bir demokrasi oyunu oynandı, NATO’ya girildi. 1969’da Albaylar Cuntası darbe yaparak Yunan Faşizmi’ni tırmandırdı. 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta darbe yapan katil Nikos Sampson Atina’daki darbeci subayların has adamıydı.

Tüm bunlara rağmen Yunanistan Avrupa Birliği’ne alındı. Şu anda Yunanistan gerçeği, iç savaşta onbinlerce kahraman solcuyu öldüren uğursuz bir tarihin somut olarak önümüze getirdiği bir olgudur.

Sen yine git Sakız adasına, sirtaki oyna, uzo iç, halkların kardeşliğinden söz et. Bunları yapacaksın doğal ki, ama karşındaki rejimin ne olduğunu bil. Çarşı kilisende 90 küsur yıl sonra ayin yapan papazların hümanizmin kıyısından bile geçmediğini bil. Belde meydanındaki kahraman gerillacı efemizin heykelini kaldıran belediyeyi destekle alkışla, böylece barışa hizmet ettiğini san. O heykelin Yunan düşmanlığını değil, yurt bağımsızlığını temsil ettiğini aklına hiç getirme. Beni de Yunan adalarından yüklü bahşiş alacak, ona göre yalaka haber yapacak sözde gazetecilerden sanma. Sakın ha… Tenezzül bile etmeyiz…

Bu konuda son sözüm şudur.

  1. Türkleri en çok seven Yunanlılar, komünistlerdir. Daima bu, budur.

  2. Emperyalizme karşı ortak direniş, barışçılık ve emek-sermaye çelişkisi temelinde yükselmeyen hiçbir Türk-Yunan sanat eserine, dizisine, filmine inanmam. Bu yüzden “Vatanım Sensin” berbat bir tv dizisidir. Ben diziyi işte bu mantık çerçevesinde eleştiriyorum..

Yunan tarafını eleştirdim diye Saygıdeğer İzzet Efendi bana “ırkçı gömleği” giydirdi ya, işte o yüzden konuları çok uzattım, affola… Konuşacak hiçbir şey kalmasın bundan böyle, çarşı başında bir küçük selam yeter. Ama isteyen arkamdan kuyumu kazar, vız gelir.

Şimdi artık esas onumuza girelim.

Nedir ırkçılık, milliyetçilik?..

EMPERYALİZM, IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK (Ulusalcılık)

Şimdinin Cumhurbaşkanı bir zamanlar Başbakan iken, “Milliyetçiliği ayaklar altına aldık” demişti, hatırla Saygıdeğer İzzet Efendi

Zamanın Dışişleri Bakanı da “Ulusalcılıkla hesaplaşmamız gerek!” dediydi.

Haydi bakalım… Bu zatların tümüne, bu arada Saygıdeğer İzzet Efendi’ ye de bir güzel ders vereyim de cümle alem şahit olsun..

Hemen ilk cümlemizi şöyle kuralım: İnsan neden ulusalcı veya milliyetçi olsun ki?

Yani bir ülkenin milliyetçisinin (veya ulusalcısının) duyguları, Eskimoları veya Angola halkını neden ilgilendirsin ki? Eğer bir duygunun evrensel yansıması varsa o, tarihe geçecek bir pozitif duygudur. Yoksa insanlık tarihinde virgül bile olamaz, değil mi?

Madem insanlık, yerelden ulusala, ulusaldan evrensele uzanırken tüm dünya insanlarına “ortak bir uygarlık” sunmayı amaçlıyor, öyle ise bu dünyada milliyetçiliğe yer yoktur demek lazımdır ki, bu sonuç teorik mantık açısından doğrudur.

Ama pratikte kazın ayağı öyle değildir tam olarak.

Örneğin… Ülke işgal altındayken, ulusal direnişin dağlardan köylere yayılması gerekliyken, daha sonra devrim dalgası yükselirken, üstelik Emperyalizm sınırsız savaş gücü ile genç devrimi tehdit ederken, yani bağımsızlık sonrası devrim inşa edilirken, daha açıkçası ulus-devlet ayağa dikilirken “milliyetçilik” öylesine gereklidir ki, sanki başka hiçbir silah görünmez ortalıkta, “dinin devrimci gücünden” başka! (Milliyetçilik derken savunma pozisyonundan söz ediyoruz, saldırı isteğinden değil, sakın saptırma konuyu).

Hoppala.. Neler diyorum ben?

Milliyetçilik diyorum. Dinin devrimci gücü diyorum. Olur mu böyle şeyler, anlatalım bakalım.

Milliyetçilik ve din!

Faşizmin azgın ordularına karşı vatan Rusya´yı savunmak için kiliseleri açtırarak papazları vatan savunması ayinleri düzenlemeyi teşvik eden, şairlere vatan için destanlar yazmayı emreden Stalin´ e sorun bakalım, işgal altında iken bir halkı uyandırmak için milliyetçi ruhiyat ile devrimci din, silah mıdır yoksa Marx´ın afyonları mı?

Hemen Tolstoy’ a geçelim… Hümanizme bağlanmış bu eşsiz Rus yazarı, milliyetçiliği halkları birbirine karşı kışkırttığı ve savaşların sebebi olması yüzünden tek kelime ile reddetmiştir. Ama romanlarında ve yazılarında anavatanı savunmak için savaşmayı ve bu yönde edebiyat yapmayı ise reddetmemiştir. Vatana bir saldırı olduğu zaman yurtseverliği ve yurt sevgisini bütünüyle kucaklamıştır. Bu sebepten anavatan savaşını anlatan “Harp ve Sulh ” romanını yazmıştır.

Ataol Behramoğlu bu konuda şu yorumu getirir: “ Tolstoy´un boş inanç diye nitelediği yurtseverlik, romanlarında çeşitli tiplerini yaratarak eleştirdiği egemen sınıfların, aristokratların, kendi çıkarları yolunda halk kitlelerini etkilemek için kullandıkları sahte, şoven, ırkçı, sömürgeci sloganlardır. Eleştiri oklarının hedefi Rus Çarlığının emperyalist siyaseti, aristokrasinin ve Rus ordusunun yozlaşmış, kişiliksiz kariyerist, temsilcileridir. Aynı toplumsal kesimlerin içinden çıkan gerçek savaşçı kahramanlar ve özellikle de sıradan halk insanın gösterişsiz ve doğal yurt sevgisi ise Tolstoy´un övgüsünün odağındadır.” (Cumhuriyet Pazar, 16 Ocak 2011)

Günümüz siyasi ayrımlarının getirdiği kavram ambargosuna veya kargaşasına girmeden, milliyetçi, ulusalcı, yurtsever veya vatansever, ne derseniz deyin bu tür ruhiyatın veya hissiyatın geçerli olduğu tarihi dönemler vardır. Bu dönemler Emperyalizme karşı direnişin yükseldiği tarihi zamanlardır. Türk Kurtuluş Savaşı´nda ve Türkiye Cumhuriyeti´nin devrim yıllarında olduğu gibi.

Milliyetçilik osurukmuş haa?… Dur daha bitmedi..

Mehmet Akif´in İstiklal Marşı ile Nazım Hikmet´in Kuvayı Milliye Destanı, bu tür yüce amaçlara dönük kaleme alınmış edebiyat yapıtlarıdır. (Emperyalizmi burada sömürgecilik sonrası yükselen Batı Avrupa-ABD´nin azgın, saldırgan ve savaşçı vahşi kapitalizmi anlamında kullanıyorum.)

Lenin, Mao, Ho-Şi-Mihn, Fidel Castro, Gandi, Chavez, Alman işgali altında iken De Gaulle, Nazizme karşı mücadele ederken Sir Winston Churchill, hepsi de böyle düşündüler ve yanılmadılar. Milliyetçiliği ve dini, anti-emperyalist direnişte ve savunmada kullandılar; savaşçılıkta, militarizmde, emperyalist yayılmada ve komşuya saldırmada değil. İşte o zaman ırkçılığın, faşizmin silahı olurdu çünkü bu kritik kavramlar.

İşgal veya tehdit altındaki her ulus veya her etnik yapı, emperyalizme karşı, milliyetçi ve dindar hassasiyetten umut kıvılcımları kazanabilir. Iraklı veya Filistinli direnişçiye soralım bakalım onun ruhunu ne ayakta tutuyor. Binlerce yıl göçmen olarak nice ülkede yaşamış Yahudilere soralım bakalım, onları neler ayakta tuttu bunca yüzyıl?

Oysa sonsuz barış ve sükunet içinde, normal demokratik ve çağdaş bir toplumda milliyetçiliğe gerek yoktur, örneğin İsviçre şairi karlı dağlarına şiir yazarken neden ulusunu göklere çıkarsın ki? Göklere uzanan sadece karlı Alp zirveleridir.

Oysa Türkiye halkı, 21. Yüzyılda kanlı bir şekilde ilerlerken, yeniden kendini savunmak için savunmacı çağdaş milliyetçiliğini ve ırkçılıktan yakından uzaktan ilgisi olmayan yurt vatanseverliğinin muhtevasını aramak ve bulmak zorundadır. Yoksa tarihten silinmesi an meselesidir! Yoksa egemen belediye menfaatlerinin paylaşıldığı coğrafyalarda müteahhit solculuğu havasıyla milliyetçiliği ayaklar altına almak, osuruk diye iğrenmek, yalnızca o coğrafyalarının tümünü tapusu altına almak isteyen muhafazakar vahşi kapitalist DİKTATÖR’ün işine yarar. Halk çünkü o zaman senin yanına değil, diktatörün yanına gider. Mahallenden muhtar adayı olduğunda bir oy alabilirsin ancak.

Halka sorup oylayalım bakalım. Her gün Emperyalizmin kiralık terör ordularına onlarca şehit veren bir ulustan, ülkesini korumak için ulusalcı veya milliyetçi olmamayı beklemek doğal insanlık mıdır, yüzde yüz teslimiyet midir? Üstelik halkın kara günlerinde milliyetçi veya ulusalcı olmamak, Allah´ın yoluna yüce tek Tanrılı son dinin kurtarıcı ve kucaklayıcı ana fikrine sığar mı? Gerçek din Şeytan´ın emrindeki Emperyalizmin can düşmanı değil midir?

Hesaplaşacakmış!

Ayaklar altına almış!

Osurukmuş..

Hadi ordan…

İşte Nazım, işte yurtseverlik…

Arkadaşlar… Sevgili okuyucu…

Nazım Hikmet´in Kuvayı Milliye Destanı’nda işgal altındaki İstanbul´u anlatırken savurduğu dizeleri hatırlayın:

Biz ki İstanbul şehriyiz

İşte arz ederiz halimizi

Türk halkının yüce katına.


Mevsim yazdır, 919´dur.

Ve teşrinlerinde geçen yılın,

dört düvele teslim ettiler bizi,

gözü kanlı dört düvele

anadan doğma çırılçıplak

ve kurumuştu

ve kan içinde idi memelerimiz…


Biz ki İstanbul şehriyiz,

Fransız, İngiliz, İtalyan,

Amerikan ve bir de Yunan

Bir de zavallı Afrika zencileri

yer bitirir bizi bir yandan,

bir yandan da kendi köpek döllerimiz:

Vahdettin Sultan ve damadı Ferit,

ve İngiliz muhipleri ve mandacılar..


Biz ki İstanbul şehriyiz,

Yüce Türk halkı,

Malumun olsun çektiğimiz acılar..”


Yahu, düşün düşün, bir türlü bir fark göremiyorum..

Şu yukarıdaki şiirin yazıldığı dönem ile yaşadığımız dönem arasında ne fark var ki?

O zaman da bir devletimiz vardı güya..

Şimdi de var..

O zaman da millet acı çekiyordu..

Şimdi de çekiyor…

O zaman da içimizde köpek dölleri vardı…

Köpeklere hakaret olmasın

Şimdi içimizde şeytan dölleri dolu…

Böyle zamanları şairler kaydeder.

Şairlerdir halkın direnişini belgeleyenler..

O zaman Nazım Hikmet varmış. Şimdi ise kimsemiz yok. Kimse direniş şiirimizi yeniden doğurmuyor. Yeni savaşçı şairlerimiz yok.

Ama vatanseverliğe osuruk diyen beyefendiler, bilge adam pozunda boy göstermekte..

Çok, ama çok kötü…

Paris Nazilerce işgal altındayken, Aragon direniş şiirleri yazardı. Bir kafeye oturur. Elsa´ya şiirler yazardı. Oysa Elsa, Fransa demekti.. Şiirlerde Elsa ağlardı, dövünürdü, aşk için çırpınırdı.

Oysa vatan Fransa anlatılırdı o şiirlerde.

Üstat şiirini bitirince bir bisikletli genç gelir, masadan kağıdı alırdı.

Doğru bir yeraltındaki elle baskı yapan bir matbaaya. Basılan şiir, bisikletli tarafından okul çıkışlarında, fabrika vardiya değişimlerinde, çarşıda, pazarda, gençlere, işçilere, halka dağıtılırdı.

Böylece şiirleri okuyan Fransa direnmeye devam ederdi.

Rezistans (Gizli Direniş Örgütü), yani gizli bir radyodan Aragon’´un şiirlerini okuyarak günlük direniş konuşmalarına başlardı.

Sonuç, Rezistansın zaferidir.

Her yıl işte bu yüzden, Paris´te Zafer Takı´nın altından “ Zafer Yürüyüşü” yapar Fransızlar.. Göğüsleri madalyalı eski Rezistans üyeleri, aileleri ve gençler. Irkçı mıydı, rezistans üyeleri, yoksa ırkçı Nazilere karşı mı savaşıyorlardı?.. Kavramları açıkça yazıyoruz, sakın karıştırma elma ile armudu.

Haydi öyle ise, Gezi Direnişi zamanı yazdığım bir şiir sunalım..

DİRENİŞ DİLİYORUM

Sana direniş diliyorum

bombalarla inleyen mazlum dünya

gözü yaşlı ülkem, kemençem, çaydaçıram

mahzun memleketim, vatanım


sessiz şehit ailelerim

emekçi insanlarıyla

işçisi, işsizi, esnafı ve köylüsü

tüm ter ve kan akıntılarıyla, anadolum

vatan ve namus diyen, akdeniz´lim doğulum

tüm yurtseverliğiyle balkanlım, kafkasyalım

silivri kahramanlarıyla karadeniz´lim egelim

benim yurdum, kelepçeli masum subayım

sana direniş diliyorum


satılmayan kalemi, öğretmeni, öğrencisi

yeşil ormanları, mavi kumsalları

çorak bozkırları, bembeyaz başlıklı dağları,

yörük obaları ve varoş halkıyla

camisi, cemevi göbek havası ve semahıyla

eyy memleketimin halk kurtuluş ordusu

memetler okyanusu can feda sana

haydi cennete çevirelim cehennem vatanı

sana direniş diliyorum


yeter ki istiklal savaşını hatırla

yeter ki duy hasan tahsin´in ilk kurşununu

canlandır ruhunda kara yılan´ı, yörük ali´yi, sütçü imam´ı

kocatepe´ye tırmanan sarışın kurdu

yeter ki hisset

kurtuluşa doludizgin koşan kalpaklı süvarileri

işte o zaman işiteceksin

şafakla birlikte gürleyen top seslerini

sana direniş diliyorum


yılbaşı akşamı bordum´da

cevat şakir caddesi´ne

poşet içinde bırakılan

gülümser” bebek

sana direniş diliyorum


yüzyılın başında

emperyalizm vadisi´ne

çıplak bırakılan

vatan bebek”

hele bir davran

parçala sahte alın yazını

tarihini kendin yaz ecdadın gibi

yükselt ki sancağını başın öne eğilmesin!


Saygıdeğer İzzet Efendi , ben bu şiirimde yaşarım. Irkçılık bizde iş tutmaz. Biz ırka inanmayız. İnsana ve ulusa inanırız… Milliyetçilik bizim için osuruk gazı değil, anamızın helal ak sütü gibi vatan kokusudur.

Ama ille de osuruktur diye ısrar ediyorsan son sözümüzü söyleyelim: Yurdum insanının leş gibi osuruğunu, Emperyalizmin esanslı, aromalı, ıtırlı, mis gibi osuruğuna sonuna kadar tercih ederiz.


Selamlarımla Saygıdeğer İzzet Efendi


Ha diyeceksin ki, bu kadar uzun yanıt vermene ne gerek vardı? Bana eleştirilerini özelden yazsaydın, ya da telefon açsaydın, sahilde karşılaştığımızda o sevimli tavrınla sitem etseydin bu kadar uzun teorik yazıya gerek yoktu. Ama 5000 sosyal medya arkadaşımın önünde apaçık bana imalı bir suçlamada bulunursan, ben bu yazımı yazmak ve 5000 sosyal medya arkadaşıma göndermek zorundayım. Bir o kadar Dağarcık Türkiye okuyucusu var, onlarda okuyacaklar.

Temiz ismimizi zor kazandık arkadaş..

Arkadan hançerlenmeyi kabul edemeyiz.


BİTTİ (şimdilik)


………………………………………………………………

EK – 1

Söz konusu Yeni Asır haberi

Bu diziyi ancak bir Yunan böyle çekerdi’

23.03.2017,

Araştırmacı yazar Yaşar Aksoy, Kanal D’de yayınlanan ‘Vatanım Sensin’ dizisinde, 15 bin İzmirli’yi katleden Yunan askerleriyle, ‘Türk kanı içmek sevaptır’ diyen Hrisostomos’in ‘centilmen’ olarak gösterildiğini söyledi. Aksoy, “Vahşi katliam yapan Yunanlılar dizide iyi karakter gibi gösteriliyor” dedi

Kanal D’de yayınlanan ve İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edildiği günleri anlatan “Vatanım Sensin” dizisinde Yunan askerlerinin centilmen ve iyi niyetli gösterilmesi tepkilere yol açtı. İzmir tarihiyle ilgili araştırmalarıyla tanınan yazar Yaşar Aksoy, “Bu diziyi Yunanlılar çekseydi ancak böyle kendilerini iyi bir şekilde gösterebilirlerdi. Böyle komedi olamaz” dedi.

İşgali destekleyen hain

“Centilmen olarak gösterilen Yunan askeri ilk bir ayda 15 bin İzmirli’yi katletti. İlk kurşunu sıkan gazeteci Hasan Tahsin’in vücudunu paramparça etti” diyen Aksoy, “Sonrasında vahşi bir katliam gerçekleştirildi. Katliam alayları oluşturarak Türkler’i katletmeye devam ettiler. Dizide gerçekte var olmuş tarihi karakterler kullanılacaksa kurgu dahi olsa toplumsal hassasiyetler göz önüne alınmalıdır” diye konuştu. Dizide işgal zamanında İzmir Rum Metropoliti Hrisostomos’un hümanist biri gibi gösterildiğini dile getiren Aksoy, “Oysa, Hrisostomos bir numaralı vatan hainiydi. Bu hain, Türklerle Rumlar’ın kardeş kavgasının baş sorumlusudur. İşgal öncesi ve sonrasında kiliselerde ‘Türk kanı içmek sevaptır’ diye konuşan adam centilmen olamaz. Bu sözleri Yunan belgelerinde de sabittir. Papaz efendi Yunan ordusunun işgalini desteklemiş ve kışkırtmıştır” dedi.

‘O vals tam bir yalan’

Yunan Teğmen Leon karakterinin, Türk kadınları Yıldız ve Hilal’le sırasıyla aşk yaşamasını da eleştiren Aksoy, “Aşk yaşamayı bırakın bir Yunan teğmen o dönemde Türk kadınına centilmen olmamıştır. Tam tersine o dönem yaşanan katliam ve ırza geçme vakaları had safhadadır. Bunun dışında dizide yer alan bir diğer komedi Yunan işgal komutanı Albay Zafiryu ile Yunan askeri valisi Steryadis’in şehirdeki Rum, Levanten, Musevi ve Türk kesimi resepsiyona davet edip devasa bir Yunan bayrağı önünde Kral Konstantin’in işgal bildirisini okumasıdır. Bu olay doğrudur.

Ancak yanlış olan oraya gelen Müslümanlar eşlerini evde bırakmıştır. Müslüman kadınlar oraya gelse bile çarşafsız gelmiş. Yani Türk kadının orada Yunan subayı ile vals yapması yalandır. Ayrıca bildiri okunduğu esnada Nesim Navaro isimli İzmirli Yahudi tüccar ‘Türkler geri gelecektir’ diye bağırıp Yunan bayrağını parçalamıştır. Bu mükemmel ayrıntıyı güçleri yetiyorsa koysunlar senaryoya. Diziyi Yunanlılar çekseydi ancak böyle kendilerini iyi bir şekilde gösterebilirlerdi. Böyle komedi olamaz” diye konuştu.

‘Hasan Tahsin’i paramparça ettiler’

Yunanların İzmir’e çıktığı ilk gün kendilerine kurşun sıkan gazeteci Hasan Tahsin’i paramparça ederek şehit ettiklerini söyleyen Yaşar Aksoy, “Hasan Tahsin’in vücudunun parçaları daha sonra toplanarak bugünkü adı Bahribaba olan Maşatlık Tepesi’ne gömüldü. Aynı gün yüzlerce İzmirli’yi süngülediler. Daha sonra Rum militanlardan katliam alayları oluşturarak on binlerce Türk’ü acımasızca öldürdüler. Dizideki gibi kibarca bildiri okuyup Türkler’i sürgün etmediler. Tam tersine katliam gerçekleştirerek ortadan kaldırdılar” dedi.

‘Berbat bir kopya’

Dizide, İzmir’deki Yunan ordusu içinde casus olarak bulunduğu gösterilen Albay Cevdet’in gerçekte Mustafa Kemal Atatürk’ün Yunan ordusu içinde bir numaralı casusu Osmanlı Jandarma Yüzbaşısı Gavur Mümin’in berbat bir kopyası olduğunu kaydeden Aksoy, “Mümin Bey, Kurtuluş Savaşı esnasında İzmir’de değil Yunan Genelkurmayı içinde faaliyet halindedir. Büyük Taaruz sırasında Yunan kumandanı Trikopis ile takas edildi.

Yurda dönünce de rütbesi albaylığa yükseltilmiştir. Yunan Genelkurmayı’ndan Ankara’ya aktardığı istihbaratlar sayesinde İzmir Balçova’daki mezarının üzerinde “Kurtuluş Savaşı’nın bir numaralı casusu” ibaresi vardır. Cevdet rolü, gerçek Mümin Efendi’nin şahsiyetini de incitmektedir” dedi.

TANSU EDİP GÖKBUDAK

.

EK 2 – Yaşar Aksoy’a mesajlar

Numan Pekdemir (İzmir Devlet Senfoni Orkestrası eski müdürü, kontrbas sanatçısı)

Yaşar abicim aynen katılıyorum düşüncelerine. Evet Yeni Asırdaki günlerini ve özellikle İzmirin kültür ve sanat hayatına kalemin ile verdiğin desteği unutamayız.Hatta Star da ve Hürriyetteki günlerinde bile. Ayrıca özellikle İzmir tarihini en iyi bilen araştırmacı yazarlarımızdan biri olarak da İzmir ile ilgili yaptığınız çalışmalarınızı takip etmeye çalıştım. Sizin gibi bir yazarı tanımaktan her zaman mutlu oldum..Tekrar teşekkürler bilgiler için..

Bahri Eskin (Öğretim Üyesi)

Değerli Yaşar Aksoy hem dizi senaristlerine hem yönetmene tokat gibi bir tarih ve hakikat dersi vermiş. Böyle kurgu olmaz! Daha o İngiliz uşağı Yunanlı işgalcilerin yaptıklarının canlı tanıkları da çocukları torunları da yaşıyor. Bunlar nasıl insanlar ki böylesi filmler çekerken tarihçilerimizden destek danışmanlık vb almazlar. Ayıptır, utanç vericidir. Aziz Nesin yazdığı çocuk kitabında (Bize bu yurdu verenler) bu işgal günündeki vahşeti anlatır ve baş öykülerinden biri olarak kitapta yer alır. Hadi kalın kitapları okumadınız bari çocuk kitabı okusaydınız öğrenirdiniz. Değerli Aksoy bizleri toplumu aydınlattığınız için size saygılarımı sunuyorum. Türk halkı tarihini manüpüle edilmiş dizilerle değil gerçek tarihçilerimizden aydınlarından okuyarak öğrenmelidir.

Berkant Kipöz (Gazeteci)

Yaşar Aksoy’a ırkçı demek sadece komik değil biraz da acınası.. Okuduklarım bana biraz Narsizmi tarif etti.. Bilmeden bilirler ya hep.. Hatta başkası bilmez o bilir tek.. Nasıl işine gelirse öyle haklıdır.. Bilmediği bilinince evirir çevirir başka yerden bir haklılık arar.. Sevgiler, selamlar Yaşar Abi, çok uyma sen..

Bahri Eskin (Öğretim üyesi)

Eğer Yaşar Aksoy’a saldırı olmasaydı şaşardım. Neden mi? Bu ülkede Emperyalizme onun dayattığı kültüre karşı mücadele et, ister solda ister sağda hatta İslamcı kanatta yeral fark etmez, hemen saldırıya uğrarsın. Çünkü bu dava milliler ile gayrı millilerin arasındadır. Gerisi hikayedir! Milli insanları da malumunuz ırkçılık ve faşistlik gibi şeylerle suçlama ezberleri vardır. Ama etnik faşizmi, bölücülüğü aslında Emperyalizmle işbirliği ile olanlar vb uygular. Bu zavallı kişilik yapılarını biz tarihimizde çok gördük yaşadık. Bazıları da Kuvayı Milliye Anadolu da savaşırken tramvay işçilerine işgal İstanbul’un da bildiri dağıtmayı sosyalistlik zanneder. Geçiniz! Kimin kim olduğu duruşuyla bellidir. Güneş balçıkla sıvanmaz.

EK – 3 (ÖNEMLİ NOT)

GERÇEK SOLCULUK NEDİR?

Saygıdeğer İzzet Efendi’ nin yaşadığı solculuk soslu vahşi kapitalist turizm beldesinde iki tane gerçek solcu (veya sosyalist – komünist) insan tanıdım. Onları da anlatıp gerçek solculuğun ne olduğunu apaçık gözler önüne serelim:

AYDIN KORMAZ : Gazeteci… Beldede tek başına çok uzun yıllardır canla başla uğraşıp bir gazete çıkaran ve devrimci sesini her fırsatta yükselten bir fikir işçisi. Her darbede zindana atılmış, sürülmüş, işinden olmuş, kan kusmuş ama boyun eğmemiş bir yiğit insan. Böyle solcuya şapka çıkarırım.

RASİM ÖZGÜL: Bir dağ başındaki ıssız mahalleye muhtar olduktan sonra canla başla çalışıp mahallenin tüm dertlerini omuzlayan, yolunu, elektriğini, suyunu, emniyetini sağlamak için didinen bir emekçi insan. Fahrettin Paşa Mahallesi’nin gururu. Böyle solcuya ceketimi iliklerim.

Gerisi boş laf… Şu toprağa tek bir fidan dikin de sonra gelin konuşalım.

Osurukmuş haaa..

Vatan güzel kokar, sen merak etme…



Bunları da sevebilirsiniz