Soğuk, Sıcaktan Daha mı İyidir?

İlk” Soğuk Savaş

Soğuk Savaş, bir siyasal terim ve tamlama olarak ilk kez Orta Çağ Hıristiyanlığı ile İslamlık arasında yaşanan gerilim dönemi için 13. yüzyılda kullanılmıştı. (1)

Hıristiyanlık ile İslamın arasındaki savaşlar, din savaşları olarak Avrupa’nın Hıristiyanlaşmasından, Hıristiyanlığın Avrupalılaşmasından çok sonra başladı. O zamana kadar İslam’ın Hıristiyan ülkelerle ve ordularla savaşları olduysa da bunlar iki dinin arasındaki savaş görünümünde değildi. Yani bu savaşlar, dinler arası savaşlar niteliğinde olmuyordu. İspanya’da karaya çıkan İslam birlikleri İspanya’daki küçük Hırıstiyan prensliklerin zayıf ordularını kolaylıkla altetmişti, zorluk çekmeden kuzey İspanya’ya ulaşmıştı. Burada devreye Avrupa’daki en büyük devlet olan Frank Krallığı girdi. Yeni dinin silahlı güçlerini durdurmaya çalıştıysa da bunda çok fazla başarılı olamadı. İslam orduları, zaten gidecekleri sınıra kadar gitmişlerdi, o sınırda kaldılar.

800 yılından sonra, Papalık bütün Avrupa’da iktidarı ele geçirmeyi veya başka türlü söylersek, çeşitli devletlerde iktidarı paylaşmayı başardığında (2) yüzyıllar sürecek dünyanın ilk önemli soğuk savaşı başlamıştı. Bu soğuk savaş, Hıristiyan Avrupa ile Doğu uygarlığı arasındaki soğuk savaştı. İslamlık henüz Doğu’yu temsil etmiyordu ama Doğu’ydu.

11. yüzyıla, Haçlı Seferleriyle “soğuk”tan “sıcağa” geçilene kadar süren Hıristiyanlık-İslamlık soğuk savaşının nelere malolduğu, ne sonuçlara yol açtığı, genellikle üzerinde durmaya değer bulunmaz. Oysa Avrupa tarihini olumsuz bir şekilde etkileyen en önemli süreçlerden biridir. Daha doğrusu bu, Avrupa’yı, kıtanın bütününü, en olumsuz ve en zarar verici şekilde biçimlendiren bir süreçtir.

Şöyle ki:

Dönem, Batı Roma İmparatorluğu’nun ortadan kalktığı, Roma kültür ve uygarlığının ise Avrupa’dan neredeyse tamamen temizlendiği bir dönemdir. Avrupa’nın en önemli uygarlık geçmişi olan Roma’nın yolları ve yapıları, sanatı ve bilimi, teknolojisi ve kültürü, yönetilme ve yaşama tarzı olarak her şeyi, yok olmaya yüz tutmuştur. Avrupa’nın bir “uygarlık belleği” bulunmuyordu. Ortaya çıkan Cermen devletleri ve devletçikleri, Roma’ya özenmekle ve Roma gibi olmak istemekle birlikte, Roma İmparatorluğu’nun düzeyine hiç bir alanda yaklaşamayan örgütlenmeler ve yönetimler kurmuşlardı. “Roma” mirası, yalnızca Hıristiyanlığın merkezi ve yöneticisi olmayı kafasına koymuş, başka türlü de varlığını sürdüremeyecek olan “Papalık”tan ibaretti. Bütün Avrupa’da, Avrupa’nın eski dinleri ve inanışları yok edilmişti, izleri bile ortadan kaldırılmaya çalışılmaktaydı, Hıristiyanlık dışı her şey Avrupa’dan temizlenmişti ve temizlenmekteydi. İmparatorluğun eline geçmiş Hıristiyanlık, Avrupa Hıristiyanlığının eline geçmiş devletler halinde yeni bir şekle girmişti. Devletin kullandığı dinden, dinin kullanacağı devletler durumuna düşülmüştü.

Bunların sonucu ise:

Avrupa ekonomik olarak çökmüştür. Üretim, sürdürülme zorlukları içindedir. Avrupalıların yaşam kalitesi giderilmesi zor ölçülerde düşüş göstermiştir. Sağlık sorunları olağanüstü derecelerde büyümüştür, sağlık hizmeti yoktur, korunma ve tedavi yanlış bulunmakta, tıbbi müdahaleler Tanrının işine karışmak sayılmaktadır. Nüfus artmamakta, hatta azalmaktadır (10. yüzyıla kadar, yani 500 yıldan fazla bir süre hep iniş içinde olacaktır). Eğitim “yoktur”. Okuma-yazma oranı saray-Kilise ortamı dışında tutulacak olursa neredeyse sıfırdır. Hıristiyanlık, daha doğrusu Papalık “kılıç” sahibidir, iktidarlar ikilidir. Roma, “iktidarı”nı, ancak toplumların kendisine mutlak itaatiyle yürütebileceği bir yolu kullanmaktadır. Din adı altında safsatalar savunulmaktadır, öğreti de kalmamıştır. Baskı vazgeçilmezdir. Yasaklar, kitanın toplumsal sağlığını onarılamaz ölçülerde tahrip etmiştir. Çeşitli nedenler ve bahanelerle kitlesel kıyımlar birbirini izlemektedir. Siyaset, geriliğin sürdürülmesi üzerine kurulmuştur. Avrupa toplumları çeresizlik içindedir.

Batı Avrupa’daki bu çöküş, kısmen barbar istilaları gibi dışsal, kısmen de Hıristiyanlığın ve Hıristiyan gücünün yükselişinin sonucu”dur…(3)

Ve Avrupa artık “karanlığın” içindedir. Tarih, Avrupa’da “durmuştur”! Tarihin sonu gelmemiştir ama tarih ilerlememektedir.

Avrupa’nın tek çözümü, her şeyden önce, Hıristiyanlığa ve dine karşı yürütülen mücadelerde yatmaktadır. “Avrupa’da tarihin ilerlemesi”, ancak bu mücadelelerle, Hıristiyanlığa, dine, Papalığa karşı yürüttüğü mücadelelerle olacaktır.

ilk Soğuk Savaşin Sonuçlari

Sıkışmış ve daralmış Avrupa, yürüttüğü soğuk savaşı nihayet 1095 yılında sonlandırdı. İslam’a karşı güç olmak isteyen Hıristiyanlık, Roma’nın, Papalığın öncülüğünde sıcak savaşa geçti, tarihin ilk büyük (ve en büyük) topyekun savaşı başlatıldı. Avrupalı kitleler kandırılmış ve seferber edilmişti. Haçlı Seferleri, üç yüzyıla yakın sürdü, sürdürüldü. Bu kadar uzun sürmesinin ve dünya tarihinin en uzun süren büyük savaşı olmasının nedeni, kesin zafer olana kadar bitirilmemesi gerektiği yolundaki belirleme ve ısrardı. Ancak “kesin zafer”e bir türlü ulaşılamadı. Bırakalım kesin zaferi ulaşmayı, Seferler bütün olarak bakıldığında zaferle de ilerlemiyordu, ve zaferle sonuçlanamazdı. Bu nedenle Seferler, “kesin yenilgi”yle sonuçlanana kadar sürdürüldü. Bu arada milyonlarca insan öldü, öldürüldü, milyonlarca insan yerlerinden edildi, milyonlarca insanın hayatı karardı, bunların yanında ölçüsüz ve benzersiz bir tarih ve doğa tahribatı yaşandı. İnsan emeği ile ortaya çıkan büyük bir uygarlık birikimi yok edildi. İnsanlığın gördüğü zarar ve yıkım tarih boyunca bir daha bu kertede yaşanamayacak gibiydi. (4)

Peki Avrupa’nın Orta Çağı’nın Soğuk Savaşının hazırladığı ve neden olduğu bu büyük savaşın hiç mi yararı olmadı? Elbette çok yararları oldu Haçlı Seferlerinin. Bu yararlar ve kazançlar yalnız Avrupalılar içindir. Ama bu, bedel olmadan edinilebilecek yararlar ve kazançlardı bunlar. Uygarlık, hem “bulaşıcıdır”, hem de gizlenemez, saklanamaz, sakınılamaz, esirgenemez ve kendi dışındaki dünyadan uzak tutulamaz bir olgudur. Avrupa’nın Haçlı Seferleri sayesinde edindikleri, kazandıkları, bu savaşlar dönemi yaşanmadan da edinilebilir, kazanılabilirdi. Ancak Avrupa uygarlık almayı, uygarlık edinmeyi, uygarlaşmayı ve uygar olmayı seçmedi, uygar olmayı istemedi. Almak kolaydı, reddetti. Hatta ayağına kadar geldiği halde. (5)

Özünde uygarlık ile barbarlık ve gelişmişlik ile gerilik arasında bir savaş olan Haçlı Seferleri öncesi Hıristiyanlık-İslamlık soğuk savaşı, aslında tarihin ilk soğuk savaşı değildir. Burada “ilk” kelimesini kullanmamız, bu soğuk savaşın ilk olarak bu şekilde adlandırılmasındandır.

20. Yüzyilin Soğuk Savaşlari

Soğuk Savaş kavramının sonraki aşaması 20. yüzyılda Doğu ve Batı bloklaşmalarının ortaya çıktığı ikinci büyük savaş sonrasında görüldü. Aslında Sovyet Devrimi ve bu devrimin ayakta kalması, Birinci Dünya Savaşı dönemi arkasından fiili olarak “soğuk savaşı” başlatmıştı, ama bu soğuk savaş, soğuk savaş olarak anılmadı ve (sonraki gibi) “gerçek soğuk savaş” muamelesi görmedi. Adlandırılmadığı gibi, inkar edilebilir özellikteydi. Avrupa, “barışı” yaşıyordu, barış “içinde”ydi! Savaşan taraflar açısından bakıldığında Almanya savaşılmayacak kadar yenilmişti, savaşamayacak kadar yenilmişti! Hatta bir daha savaşamazdı! Yeni düşman olan Devrim ise, şaşırtıcıydı ve ne olacağı belli değildi!

Sonuçta Birinci Dünya Savaşı sonrası soğuk savaşına “soğuk savaş” denmedi. İki nedenden dolayı.

Birincisi, Avrupa, savaştan öyle yorulmuştu ve öyle zararını görmüştü ki, savaşın ne adını duymak istiyordu, ne yeni bir savaşa hazırlanmayı kabul edebilirdi. Bütün Avrupa toplumları zarar görmüş ve savaştan bıkmıştı. Bunun nedeni de, dört yıllık “Cihan Savaşı”nın, dünyanın bu kadar kısa bir süre içinde o günlere kadar yaşadığı en büyük nüfus kaybı ve yıkım olmasıydı.

Almanya hariç Avrupa’da savaşı düşünecek ve seslendirecek kimse yoktu. Çünkü, yeni bir savaşı isteyecek ve buna mecbur olacak ölçüde ağır şartlarla yenilgisi istismar edilen Almanya, savaş mağduru olmakla birlikte, Avrupa’da hakim olan haleti ruhiyeyle çakışmayan hırslı ve saldırganlığa açık bir duruma girmişti. Versailles Antlaşması (1919), emekli bir askeri personel olan Karl Haushofer’in ifadesiyle “haksız barış”tı. (6) Bu haksız barışın sonucu olarak, hiç bir zaman ödeyemeyeceği miktarda bir “savaş borcu”na mahkum edilen Almanya’nın neredeyse yeni bir savaş istemekten başka çaresi yoktu. Batısında Fransa ve Belçika’ya, doğusunda Danimarka’ya topraklarından geniş ve önemli alanları kaybetmişti. Almanya, işgal edilmemişti ama bundan daha kötüsü yapılmış, fazla incitilmiş, gururuyla fazla oynanmıştı. Hitler’in yolunu döşeyen de bu oldu. Galip İtilaf Devletleri, Almanya’nın bu ağır şartlı barışı kabullenemeyecek bir durumda olduğu ve olası gelişmeler bunu apaçık gösterdiği halde, önce havalara baktılar, arkasından, böyle bir şey olmayacakmış ve olmazmış, olamazmış gibi düşüncelerle hem kendilerini, hem toplumlarını ve hem de dünyayı kandırmaya çalıştılar. Ve dahası, Hitler’in saldırganlığına destek ve dayanak olacak politikaların da sahibi oldular. Başta İngiltere ve Fransa, “yatıştırıcılık” siyasetlerini izlediler, tavizlerle saldırganlığı önleyeceklerini savundular. (7) “Artık Almanya’nın [bir daha] doğrulamayacağı, kapitalist ülkeler arasında savaş olmaması gerektiği [sürekli] söyleniyor“ ve ABD basınında hep bu “haykırılıyor”du. ABD ise, NAZİ Almanyasının “sanayileşmesi”ne katkıda bulunmak için elinden geleni yaptı. “ABD ile Büyük Britanya, Almanya’nın ekonomik yönden kalkınmasına yardım ettiler”, çünkü “kalkındığı zaman [onu] Sovyetler Birliği’ne karşı yöneltmek, sosyalizmin yurduna karşı kullanmak niyetindeydiler”.(8) Almanya yanında ve Almanya dışında, galipler için, daha doğrusu Batı dünyası için soğuk savaş tarafı olabilecek ikinci bir ülke ve başka bir sistem daha vardı; Sovyetler Birliği ve sosyalizm. Bu konuda sonuç almayı biraz da zamana bırakmışlardı. Batı dünyası, aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin nasıl olsa ayakta kalamayacağı öngörüsü ve beklentisiyle edilgen olmayı seçti. Kaldı ki, Sovyetler Birliği’ne ve sosyalizme açıkça ve adı verilerek bir savaş yürütmek, dünya çapındaki gelişmeler açısından büyük tepkilere, bunun sonucunda da büyük zararlara yol açabilirdi. Topludurumun (konjonktürün) sinyalleri dikkate alınıyordu; çünkü sömürgeler çözülüyor, antiemperyalizm kavramı yayılma gösteriyordu. Gün, milletlerin uyanışı, bağımsızlık mücadelelerinin yayılışı ve sosyalizmin yükselişi günüydü.

Aslında Batının sosyalizme karşıt anlayışı ne vazgeçilebilir, ne de ertelenebilirdi, bunun altında da, sistem sorunu yanında ve onun dışında Batının Doğu ile uzlaşmaz çelişmesi yatıyordu. Doğudan Devrim çıkmıştı, Doğu ayağa kalkıyordu. Ancak, günler savaşıyor gibi olmanın, savaşın sözünü etmenin, hele hele yeni savaşlar açmanın günleri değildi.(9)

İkincisi, savaşlar arası dönemden sonraki İkinci Dünya Savaşının “karışık” özelliği, Sovyetler Birliği’ne karşı tam olarak ve hakkı verilerek sürdürülememiş, olması kaçınılmaz olan dönemin özel “soğuk savaşını” da “kesintiye” uğratmıştı! Daha doğrusu hem önemsizleştirmiş ve hem de silikleştirmişti. Bu karışıklık, Sovyetler Birliği’nin esas gövdesiyle ve her şeyiyle, hem orduları, hem faşizme karşı mücadele anlayışı ve hem de barışçılığıyla “Batı”nın “Demokrasi Cephesi” içinde yer almasından ileri gelmiştir. İtilaf devletleri arasında Sovyetler Birliği düşmanlığı “ertelenmiş”tir, Batı kapitalizmi için sosyalizm o günlerde yan yana olunabilecek bir “sistem”dir, emperyalizm içinse milletlerin bağımsızlık isteklerini, en azından savaş boyunca fazla önemsememek ve dikkate almamak, hatta böyle bir “sorun” yokmuş gibi davranmak mümkündür.

Bu yüzden bu dönemde emperyalizm, bu dönemin Soğuk Savaşını biraz ileri bir tarihe iteleyecek ve erteleyecekti. Ve kavramın kullanılmasını da yeni çıkacak sıcak savaşın sonrasına bırakmıştı. Böylece “sorunlar” ortadan kalkmış olacak ve “soğuk savaş” hakkı verilerek yürütülecekti.

Belki de savaş sırasında Sovyetler Birliği ve sosyalizm ortadan kalkabilirdi.

Sonuçta, İkinci Dünya Savaşına giden süreçte, bu yıllarda, yani yeni bir büyük savaşa hazırlık döneminde, hedefinde soğuk savaşın konusu olmaya her bakımdan uygun Sovyetler Birliği yeterince öne çıkarılmamıştır.

Birliği ve ortak savaşı sürdürmek için, askeri ve siyasi cephenin bütünlüğünü bozmamak için razı olunan şeyler vardır. Bu yüzden, ve bu sayede, biraz öncesinde olduğu gibi, ikinci büyük savaş yıllarında da bir başka savaş, bir “soğuk savaş” yaşanmamış gibidir.

Soğuk Savaş Nedir?

Soğuk Savaş, adı konmamış savaş, savaş yokmuş gibi düşünülen savaş, yöntemi değişmiş savaş olarak ortaya çıkmaktadır. Değişen yöntem, savaşılmıyormuş gibi davranarak “savaşmaktır”. Ama önemli olan özellik, bu dönemin taraflarca, savaşa hazırlık gibi görülmesinde, değerlendirilmesinde ve kullanılmasındadır. Zaten İkinci Dünya Savaşı sonrasının soğuk savaşının “barış içinde” bir silahlanma yarışı olduğunu bilmeyen yoktur. Dünya tarihinin en yüksek düzeyde ve karşılıklı olarak silahlanması bu dönemdedir. Ve “savaşa hazırlık”, savaşın kendisi değildir!

İkinci Dünya Savaşı sonrasının ünlü ve herkes tarafından kabul gören adıyla Soğuk Savaşının sıcak tarafı vardır. Çok sayıda ve dünyanın birçok yerinde savaşlar yürütülmüştür. Ama bu sıcak savaşların gerçek “savaş”lar gibi görülmemesinin ve algılanmamasının esas nedeni, bu savaşların Batı ülkelerinin toprakları dışında yapılmasıdır. Avrupalılar ve Kuzey Amerikalılar “Soğuk Savaş”larında savaş yaşamamaktadırlar, yaşamamışlardır. Bu savaşların olumsuz etkilerini ve zararlarını kendi hayatlarında görmemişlerdir.

Silahlanma yarışı vardı, peki ama silahlar kulanılmıyor muydu? Batı’nın (emperyalizmin) bu dönemdeki seferberliği esas olarak Asya’yı hedef almıştı. Ve Kore ile Çin’e karşı yürütülen dönemin ilk sıcak savaşı başlangıçtı ve gerçek bir savaştı. Arkasından Fransa ve ABD’nin Hindiçini savaşları dünyanın gündemine oturdu. Önce Fransa kendi sıcak savaşını kaybetti. Emperyalizme direnen Vietnam ve Kamboçya, aynı Kore gibi, ABD’yi topraklarından dışarı attı, püskürttü, yenilgiye uğrattı. Sonra da başka savaşlar birbirini kovaladı. Hem Asya, hem de Afrika ateş topu oldu. “Barış içindeki dünya”, güya Soğuk Savaşı yaşıyordu, “savaşılmayan bir savaşı” yürütüyordu, ama Batı ülkeleri dışında, savaşı çıkartanlar dışında çok yerde insanlar kitleler halinde ölüyor, öldürülüyordu. Burada Soğuk Savaşın önemli bir özelliğini görüyoruz; Batı dünyasının dışında, Batı dünyasının topraklarından uzaklaştırılmış çatışmalar, muharebeler, bombalar, kyımlar vb. Savaşlar ve ölüm, metropolden perifere kaydırılmıştır, “dünya”dan (her yerden) bazı ülkelere döndürülmüştür, genelden yerele, büyükten küçüğe evrilmiştir, ayrıca savaşlar “sınırlandırılmıştır” ama yaygınlaştırılmıştır, sınırlandırılarak çoğaltılmıştır! Her yerde olabilir ama Batı’da değil!

Böylece, Soğuk Savaşın da savaşlar barındırdığı, Soğuk Savaşta da gerçek savaşlar, ölümler olduğu ortaya çıkıyor. Bu savaşların her zamanki korkunç savaşlardan, bildiğimiz savaşlardan herhangi bir farkı yok. Soğuk Savaş da savaştır!

Bugünkü Soğuk Savaş!

Soğuk Savaş, “savaş türleri” içinde üzerinde en çok durulmuş olan konulardan biri olmalı. Siyasetin popülerleşmesinin ve tarihteki en üst düzeyde güncelleşmesinin bunun bir nedeni olduğu gerçekse de, esas neden, “barış dönemi”nin açıklanmasının Soğuk Savaşın kendisinde olmasından kaynaklanıyor. Barış dönemi yaşadığımız varsayılmıştır.(10) Hala da öyledir.

İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan Soğuk Savaş, Doğu Bloku ile Batı Bloku olarak dünyamızı iki kampa bölmüştü. Dünya tam bir iki kutupluluk içine girmişti. Doğu Bloku çözüldükten sonra dünya “tek kutuplu” oldu! Batı için yeni bir düşman, ABD için yeni bir hedef gerekiyordu. Soğuk Savaş kavramı, bugün artık ABD ve Batı ile hedef aldığı İslam ülkeleri arasındaki gerginliklerin ve karşılıklı restleşmelerin karşılığı haline gelmiştir. Bu yaşadığımız, örtülü de olmayan ama gene de soğuk savaş gibi olan durum, “soğuk savaş” tarihinin, adıyla açıkça denmese bile soğuk savaş kavramının tarihle bağını önümüze koyan bilinen üçüncü ve son örneğidir.

Bütün bunlara rağmen, bildiğimiz normal savaş olacaksa, onun yerine ve “onu önlemek için” soğuk savaş olsun diye düşünülebilmektedir. Oysa gene insanlar ölmektedir, gene bombalar patlamaktadır, gene savaş stratejileri yürürlüktedir. Soğuk Savaş, ısınıp biraz sıcak da olsa soğukluğundan bir şey kaybetmiyor! Çünkü Soğuk Savaş, savaş olduğu kabul edilmek istenmeyen gerçek bir savaştır. Bu gerçek savaş ise, soğuk savaş olduğu kabul edilmek istenmeyen bir soğuk savaştır!

Gelelim yazı başlığındaki sorumuzun yanıtına.

Soğuk savaş tercih edilen bir savaş olamaz, birincisi, tercih nedeni olacak bir özelliği yoktur, çünkü, gene savaştır, ayrıca, daha az zararlı değildir, aynı şekilde zararlıdır. Dünya tarihinin gösterdiği gibi, soğuk savaşlar, sıcak savaşların öncülü ve hazırlığıdır. Bu nedenle soğuk savaş seçimi, iki kez savaşı, iki ayrı tür savaşı da birbiri arkasına davet etmek demektir. Nasıl olsa arkasından sıcağı gelecektir. Ve savaş ikiye katlanacaktır.

Aralarında seçim yapılamaz!

Daha önce belirttiklerimize dayanarak söyleyebiliriz ki, soğuk savaşlar, “hazırlık” olduklarından dolayı “daha iyi” sıcak savaşlar içindir. Hazırlığınız ne kadar iyiyse, hazırlığın o ölçüde yararını görürsünüz, yani hazırlık, iyi hazırlanma, zararı artırmaktadır.

Bütün bu açıklamalar, soğuk savaşın yaygın olarak “tercih edilen bir savaş” türü olduğu gerçeğini ne yazık ki değiştirmiyor. Çünkü soğuk savaşı, savaş yokmuş gibi düşünme imkanı vardır. 1945 yılından bu yana, Soğuk Savaş olmakla birlikte, bugüne kadar “barış içinde yaşadık” ve halen de “yaşamaktayız” diye düşünülebilmektedir!

Savaşın sıcak mı soğuk mu olması gerektiğinden çok daha önemli olan konu, savaşın bu iki “türü”ne de karşı olmaktır. “Savaşların kaçınılmazlığını yok etmek için emperyalizmi yok etmek gerekir” (11), ayrıca bugün savaş ile savaş önleyici etkenlerin denge durumuna girdiği çok özel bir döneme girmiş bulunuyoruz. Savaş önlenebilir de, önlenemeyebilir de. (12) Her zaman böyle değildi.


Kaynaklar:

  1. A.B. Bozeman, Politics and Culture in International History, Princeton University Press, Princeton 1960, s. 426; akt. Gerard Delanty, Avrupa’nın İcadı, Adres Yayınları, Ankara 2014, s. 112.

  2. Frank Kralı Pepin (714-768), Papa Stephanus (?-768) tarafından 754 yılında “Frank kralı” olarak takdis edilince ordularını papanın emrine vermişti. 800 yılında ise Papa III. Leo (750-816), büyük Frank kralı Pepin’in oğlu Şarlman’ı (Carolus Magnus, 742-814) imparator ilan edip tacını eliyle giydirmişti. Böylece Avrupalı kral ve imparatorlar papaya bağlı ve bağımlı olurken, Papalık da iktidarlara ortak oluyordu. Hıristiyanlığın Avrupa hakimiyeti anlamında siyasal özelliği bu süreçte ortaya çıktı ve giderek kökleşti.

  3. Goody, 2012, s. 83.

  4. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Alp Hamuroğlu, Hıristiyanlık, İslamlık ve Avrupa / Doğu’dan Batı’ya Uygarlık Kapıları (Endülüs, Sicilya, Haçlı Seferleri), Bilim ve Gelecek Kitaplığı, İstanbul 2016, s. 245-353.

  5. Burada kastedilen, Orta Çağ’da Avrupa kıtasında yüzyıllar boyunca var olan Endülüs ve Sicilya uygarlıklarıdır. Bu konuda geniş bilgi için bkz. aynı eser, s. 149-243.

  6. Colin Flint ve Peter J. Taylor, Siyasi Coğrafya / Dünya – Ekonomisi, Ulus-Devlet ve Yerellik, Nobel Yayıncılık, Ankara 2014, s. 5.

Jeopolitik alanının kurucusu sayılan Haushofer, 1924 ile 1944 yılları arasında Zeitschrift für Geopolitik başlıklı bir sürekli bir dergi çıkarmış, bu kavramın bir disipline dönüşmesinin temelini hazırlamış ve önem kazanmasını sağlamıştır.

  1. Jeopolitik alanının kurucusu sayılan Haushofer, 1924 ile 1944 yılları arasında Zeitschrift für Geopolitik başlıklı bir sürekli bir dergi çıkarmış, bu kavramın bir disipline dönüşmesinin temelini hazırlamış ve önem kazanmasını sağlamıştır.

  2. İngiltere Başbabakanı Arthur Neville Chamberlain (1937-1940) ve Fransa Başbakanı Eduard Daladier’nin (1938-1940) “savaşa karşı” özel teslimiyetçi politikaları. Bu yatıştırıcılık politikaları, barış için bir işe yaramadığı bir yana, Hitler’in çıkaracağı belli olan savaşın gelişini kolaylaştırmış, savaşın ilk yıllarındaki zaferlerinin de nedeni olmuştu.

  3. J. Stalin, Son Yazılar / 1950-1953, Sol Yayınları, Ankara 1977, s. 89-90.

  4. Dönemin ve bu şartlarda ortaya çıkan “teori”lerin toplu değerlendirilmesi için bkz. Stalin, “VI. Kapitalist Ülkeler Arasında Savaşların Kaçınılmazlığı Üzerine” bölümü, aynı eser, s. 87-91.

  5. Bu konuyu ele alan başka bir yazı için bkz. Alp Hamuroğlu, “’Barış Ütopyası’ ve ‘Savaş’ / Mayınlı arazide Futbol Maçı: Suriye”, dagarcikturkiye.com, Aralık 2015.

  6. Stalin, aynı eser, s. 91.

  7. Bu konuda dikkate değer ve önemli bir değerlendirme için bkz. Semih Koray, “Artık Devrim Savaşı Önleyebilir”, Aydınlık, 21 Aralık 2015, s. 11.

Bunları da sevebilirsiniz