Dünya Basınından Türkiye / Ortadoğu

23 Temmuz 2015 Al Ahram Weekly- Mısır Sayed Abdel Migued Türkiye ve İran Nükleer Anlaşması İran nükleer sorunu henüz sona gelmedi ve sona gelmekten hayli uzak. Geçtiğimiz Salı günü Viyana’da imzalanan tarihi anlaşma, İran İslam Cumhuriyeti’nden başlayarak, Bereketli Hilal’de, Ortadoğu’da ve eski Osmanlı İmparatorluğu corafyasında daha çokça tartışılacak ve etkisini bırakacak bir yankı dalgasının başlangıcına işaret ediyor. İş ve ticaret çevreleri ile Anadolu’nun doğusundaki halk, müzakerelerin başarılı olduğu yönündeki haberleri duyar duymaz, medya aracılığı ile memnuniyetlerini belirttiler. Aynı zamandan gözleri, -aslında hiçbir zaman kelimenin gerçek anlamıyla kapalı olmasa da şimdi yasal olarak ve tamamen açık olacak olan; Türk halkının, ekonomik büyümenin azalmasına, yaşam standartlarının düşmesine ve bütçe açıklarına koşut olarak uzun zamandır beklediği sıçrama için medet umduğu- sınırlara ve sınır kapılarına çevrildi. Ayrıca, tüccarlar için artık BM tarafından dayatılan kısıtlamaları aşmak için alınan o önlemlerin hiçbirisine ihtiyaç olmayacak. Böylece, kaçakçılığın ağır yükünden de kurtulmuş olacaklar. Ancak, Türk siyasal elitleri, o kadar niteliksizce çılgına dönmüş değildi. Doğru, bütün olarak, heyecanlarını gizlemediler ve gözlerini Fars komşuları ile olan ticaret hacmini 14 milyar dolardan 30 milyar dolara çıkarmaya çevirdiler. Ama aynı şekilde, ölümle sonuçlanabilecek umutsuzluk anlarının ardından müzakere maratonununun bitmesiyle derin bir oh çektikleri de doğru. Öte yandan, bu düşünceler iktidarda veya muhalefetteki Türk politikacıların bir dizi korku ve endişesi ile gölgelendi. Eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül sevincini ilk açıklayanlardadı. Avusturya’nın başkentindeki uzun diplomatik mücadelenin, Soğuk Savaş’ın sonundan beri elde edilen en büyük başarılardan bir tanesi olduğuna dikkat çekti ve bütün taraflara, P5 +1 ile İran’a özellikle de cesaret ve kararlılıklarından dolayı ABD Başkanı Barack Obama, ABD Sekreteri John Kerry, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’e tebriklerini iletti. Fakat “bu büyük anlaşmanın” maddelerini yorumlamanın önemini vurguladı. Ayrıca, artık İran’ın bölgedeki diğer sorunların çözümü için Ortadoğu politikasını değiştirmesini umduğunu belirtti. Son olarak, “Bu diplomatik zafer bölgeyi çalkalayan diğer sorunlara bir model olarak hizmet edebilir” şeklinde konuştu. Ahmet Davutoğlu hükümetinden Bülent Arınç, Tahran’ı, krizin çözülmesinde Türkiye’nin rolünü reddetmemeye çağırdı. İran bu konudaki minnetini açıklamalıydı. Çağrıları karşısında Gül ve Arınç’a hadleri bildirildi. Kendi ülkeleride “tarihsel zafer” nedeniyle övünen Ruhani hükümetinden yetkililer, Anadolu’daki mevkidaşlarının vurguları konusunda yorum yapmadı. İran Ruhani Lideri Ali Hamaney, ülkesinin Ortadoğu politikasının devam edeceğini, Irak, Bahreyn ve Yemen ve özellikle de Suriye’deki dostlarına destek olmayı sürdüreceğini vurguladı. Öyle görünüyor ki, İran’ın vurgusu yalnızca Gül’ü değil, ayrıca ve özellikle Erdoğan’ı kışkırtmak anlamında geliyor. Türkiye Cumhurbaşkanı, son olarak İran’ın bölge politikasına saldırmış, İran’ın bölgedeki güçlerini çekmesini ve bölge devletlerinin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı duymasını istemişti. Erdoğan, ayrıca, İran Devrim Muhafızları’nın, Suriye ve Irak’taki savaşa müdahale etmesini eleştirmişti. Bu sebeple, Erdoğan’ın nükleer anlaşmaya yönelik tepkisi oldukça mesafeli idi. Bu, Erdoğan, ekonomik çalkantının eşiğindeki ülkesi açısından hayati önemde olan anlaşmadan mutsuz olduğundan değil, aksine; bu anlaşma Suriyeli rakibinin devrilmesini uzatacak olduğu içindi. Bu davranış, Erdoğan’ı -Esad’ devirme takıntısı ve Türkiye’nin çıkarlarını görmezden gelen marjinalleşen bölgesel ve uluslararası rolü çerçevesinde- suçlayan muhalif ve entellektüel çevrelerin eleştiri ve ironisini alevlendirdi. Türkiye’nin, 2010’da başlayan, ve 2013’te Türkiye’de düzenlenen önemli bir toplantıda sonlanan, İran nükleer krizini çözme girişimi, Ankara’nın arabulucuğunu açık olarak reddeden P5+1’in itirazı ile karşılaştı. Türkiye açığa alınırken, Ahmedinejad döneminde şeytani olarak görülen İran, Ruhani yönetiminde yeni köprüler oluşturmaya çalıştı. Bu durum analistler tarafından, Ankara’nın “sakıncalı” Ortadoğu politikaları nedeniyle, Batı’nın Ankara’yı kendi bölgesel ve uluslararası çevresinden soyutlama girişiminin bir göstergesi olarak değerlendirildi. (…) Özetle, Türkiye AKP döneminde, yalnızca Batı’da değil, Ortadoğu’da da prestijini kaybetti. 25 Temmuz 2015 Press TV-İran ‘Suriye hükümeti Türkiye’nin temel hedefi’ Press TV, Washington’dan eski ABD dış politika analisti James Jetras ile söyleşi yaptı. Presss TV, Jatras’a, Ankara’nın Suriye’deki IŞİD ve Irak’taki askeri hedefler konusundaki tutumu hakkındaki görüşlerini sordu. Aşağıda okuyacaklarınız söyleşinin özetidir.. Press TV: Türkiye, IŞİD hedeflerini vurduğunu iddia ediyor. Fakat, dünden beri olanlar, Türkiye’nin Tekfirci teröristlerden ziyade, Kürt militanları hedef aldığını gösteriyor. Ankara’nın kendi anti-Kürt ajandasını gerçekleştirmek için IŞİD’i kullandığı konusundaki görüşleriniz nelerdir? Jatras: Açıkçası bu, Türkiye ajandasının bir parçasıdır. Fakat bu, şimdiye kadarki durumdan belirgin bir kırılma ile sonuçlanabilir. Türkiye’nin hava sahasını ve üslerini, IŞİD karşıtı koalisyonun, özellikle de Washington’un kullanımına açması, uçuşa yasak bölgenin oluşturulması anlamına gelir ki bu durum, ne doğrudan IŞİD’in aleyhinedir, ne de Kürtler’in. Bu politika doğrudan Suriye hükümetinin aleyhinedir. İlginçtir ki, görebildiğim kadarıyla bu duruma Suriye hükümetinden gelen bir tepki de yok ve ben bu konuda taktik bir anlaşma olup olmadığını merak ediyorum. Şimdiye kadar Türkiye’nin temel endişesi hiçbir şekilde IŞİD olmadı. Türkiye IŞİD’i hatta Kürtler’i bir düşmandan ziyade bir kazanç olarak gördü. Öte yandan acil olarak devrilmesi gereken Esad hükümeti idi. Şimdi yanıtlanması gereken soru ise, Suruç’taki bombalama nedeniyle, Türkiye’nin politikasında bir kırılma olup olmayacağı. Türkiye’nin Esad’ı devrimektense, IŞİD’e ya da Kürtler’e mi odaklanacağı. Press TV: Türkiye ve ABD’nin Suriye topraklarının Türkiye sınırına yakın olan bölümünde uçuşa yasak bir bölge oluşturmakta anlaştığına dair raporlar var. Bunun, tıpkı işgalinden önce Irak’ta yapıldığı gibi, Suriye’yi işgal etmek için oluşturulmuş bir komplo olabileceği yönündeki görüşleriniz nelerdir? Jatras: Başından beri korkulan da bu açıkçası. Fakat ilgiç olarak, Türk medyası sınırda 90 km boyunca uçuşa yasak bölge konunsunda alaşıldığını iddia ederken Washington, böyle bir anlaşmayı reddediyor. Yani, bu gerçekten de üzerinde uzlaşılmamış bir şey olabilir. Bence gerçekten neler olduğunu, asıl hedefin kimler olduğunu ve bunların Suriye savaşı için anlamının ne olduğunu gelecek günlerde göreceğiz. Press TV: Peki sizce, Suriye hükümetini devirmeye yönelik olası bir komplo durumunda Rusya ve Çin’in duruma müdahale etme olasılığı var mı? Jatras: Rusya ve Çin’in doğrudan müdahil olacağını zannetmiyorum. Fakat, bu Ortadoğu’yu geniş olarak ilgilendiren bir konu. Burada Washington’da, medya kuruluşlarının çoğunda, İran ile yapılan nükleer anlaşmadan sonrada, Esad’ın devrilmesinin artık giderek daha az olası olduğu, çünkü anlaşmadan sonra bölgesel ve küresel güç dengesinin Esad’ın lehine değiştiği belirtiliyor. Bu çerçevede, belki Türkiye’de, Suriye’ye Esad’a karşı müdahale amacıyla bir geri yol arayışındadır. Ve bence, artık ABD’nin bu yolda Türkiye ile beraber olması çok daha düşük bir olasılıktır.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın

Dünya Basınından Türkiye / Ortadoğu

23 Temmuz 2015 Al Ahram Weekly- Mısır Sayed Abdel Migued Türkiye ve İran Nükleer Anlaşması İran nükleer sorunu henüz sona gelmedi ve sona gelmekten hayli uzak. Geçtiğimiz Salı günü Viyana’da imzalanan tarihi anlaşma, İran İslam Cumhuriyeti’nden başlayarak, Bereketli Hilal’de, Ortadoğu’da ve eski Osmanlı İmparatorluğu corafyasında daha çokça tartışılacak ve etkisini bırakacak bir yankı dalgasının başlangıcına işaret ediyor. İş ve ticaret çevreleri ile Anadolu’nun doğusundaki halk, müzakerelerin başarılı olduğu yönündeki haberleri duyar duymaz, medya aracılığı ile memnuniyetlerini belirttiler. Aynı zamandan gözleri, -aslında hiçbir zaman kelimenin gerçek anlamıyla kapalı olmasa da şimdi yasal olarak ve tamamen açık olacak olan; Türk halkının, ekonomik büyümenin azalmasına, yaşam standartlarının düşmesine ve bütçe açıklarına koşut olarak uzun zamandır beklediği sıçrama için medet umduğu- sınırlara ve sınır kapılarına çevrildi. Ayrıca, tüccarlar için artık BM tarafından dayatılan kısıtlamaları aşmak için alınan o önlemlerin hiçbirisine ihtiyaç olmayacak. Böylece, kaçakçılığın ağır yükünden de kurtulmuş olacaklar. Ancak, Türk siyasal elitleri, o kadar niteliksizce çılgına dönmüş değildi. Doğru, bütün olarak, heyecanlarını gizlemediler ve gözlerini Fars komşuları ile olan ticaret hacmini 14 milyar dolardan 30 milyar dolara çıkarmaya çevirdiler. Ama aynı şekilde, ölümle sonuçlanabilecek umutsuzluk anlarının ardından müzakere maratonununun bitmesiyle derin bir oh çektikleri de doğru. Öte yandan, bu düşünceler iktidarda veya muhalefetteki Türk politikacıların bir dizi korku ve endişesi ile gölgelendi. Eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül sevincini ilk açıklayanlardadı. Avusturya’nın başkentindeki uzun diplomatik mücadelenin, Soğuk Savaş’ın sonundan beri elde edilen en büyük başarılardan bir tanesi olduğuna dikkat çekti ve bütün taraflara, P5 +1 ile İran’a özellikle de cesaret ve kararlılıklarından dolayı ABD Başkanı Barack Obama, ABD Sekreteri John Kerry, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’e tebriklerini iletti. Fakat “bu büyük anlaşmanın” maddelerini yorumlamanın önemini vurguladı. Ayrıca, artık İran’ın bölgedeki diğer sorunların çözümü için Ortadoğu politikasını değiştirmesini umduğunu belirtti. Son olarak, “Bu diplomatik zafer bölgeyi çalkalayan diğer sorunlara bir model olarak hizmet edebilir” şeklinde konuştu. Ahmet Davutoğlu hükümetinden Bülent Arınç, Tahran’ı, krizin çözülmesinde Türkiye’nin rolünü reddetmemeye çağırdı. İran bu konudaki minnetini açıklamalıydı. Çağrıları karşısında Gül ve Arınç’a hadleri bildirildi. Kendi ülkeleride “tarihsel zafer” nedeniyle övünen Ruhani hükümetinden yetkililer, Anadolu’daki mevkidaşlarının vurguları konusunda yorum yapmadı. İran Ruhani Lideri Ali Hamaney, ülkesinin Ortadoğu politikasının devam edeceğini, Irak, Bahreyn ve Yemen ve özellikle de Suriye’deki dostlarına destek olmayı sürdüreceğini vurguladı. Öyle görünüyor ki, İran’ın vurgusu yalnızca Gül’ü değil, ayrıca ve özellikle Erdoğan’ı kışkırtmak anlamında geliyor. Türkiye Cumhurbaşkanı, son olarak İran’ın bölge politikasına saldırmış, İran’ın bölgedeki güçlerini çekmesini ve bölge devletlerinin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı duymasını istemişti. Erdoğan, ayrıca, İran Devrim Muhafızları’nın, Suriye ve Irak’taki savaşa müdahale etmesini eleştirmişti. Bu sebeple, Erdoğan’ın nükleer anlaşmaya yönelik tepkisi oldukça mesafeli idi. Bu, Erdoğan, ekonomik çalkantının eşiğindeki ülkesi açısından hayati önemde olan anlaşmadan mutsuz olduğundan değil, aksine; bu anlaşma Suriyeli rakibinin devrilmesini uzatacak olduğu içindi. Bu davranış, Erdoğan’ı -Esad’ devirme takıntısı ve Türkiye’nin çıkarlarını görmezden gelen marjinalleşen bölgesel ve uluslararası rolü çerçevesinde- suçlayan muhalif ve entellektüel çevrelerin eleştiri ve ironisini alevlendirdi. Türkiye’nin, 2010’da başlayan, ve 2013’te Türkiye’de düzenlenen önemli bir toplantıda sonlanan, İran nükleer krizini çözme girişimi, Ankara’nın arabulucuğunu açık olarak reddeden P5+1’in itirazı ile karşılaştı. Türkiye açığa alınırken, Ahmedinejad döneminde şeytani olarak görülen İran, Ruhani yönetiminde yeni köprüler oluşturmaya çalıştı. Bu durum analistler tarafından, Ankara’nın “sakıncalı” Ortadoğu politikaları nedeniyle, Batı’nın Ankara’yı kendi bölgesel ve uluslararası çevresinden soyutlama girişiminin bir göstergesi olarak değerlendirildi. (…) Özetle, Türkiye AKP döneminde, yalnızca Batı’da değil, Ortadoğu’da da prestijini kaybetti. 25 Temmuz 2015 Press TV-İran ‘Suriye hükümeti Türkiye’nin temel hedefi’ Press TV, Washington’dan eski ABD dış politika analisti James Jetras ile söyleşi yaptı. Presss TV, Jatras’a, Ankara’nın Suriye’deki IŞİD ve Irak’taki askeri hedefler konusundaki tutumu hakkındaki görüşlerini sordu. Aşağıda okuyacaklarınız söyleşinin özetidir.. Press TV: Türkiye, IŞİD hedeflerini vurduğunu iddia ediyor. Fakat, dünden beri olanlar, Türkiye’nin Tekfirci teröristlerden ziyade, Kürt militanları hedef aldığını gösteriyor. Ankara’nın kendi anti-Kürt ajandasını gerçekleştirmek için IŞİD’i kullandığı konusundaki görüşleriniz nelerdir? Jatras: Açıkçası bu, Türkiye ajandasının bir parçasıdır. Fakat bu, şimdiye kadarki durumdan belirgin bir kırılma ile sonuçlanabilir. Türkiye’nin hava sahasını ve üslerini, IŞİD karşıtı koalisyonun, özellikle de Washington’un kullanımına açması, uçuşa yasak bölgenin oluşturulması anlamına gelir ki bu durum, ne doğrudan IŞİD’in aleyhinedir, ne de Kürtler’in. Bu politika doğrudan Suriye hükümetinin aleyhinedir. İlginçtir ki, görebildiğim kadarıyla bu duruma Suriye hükümetinden gelen bir tepki de yok ve ben bu konuda taktik bir anlaşma olup olmadığını merak ediyorum. Şimdiye kadar Türkiye’nin temel endişesi hiçbir şekilde IŞİD olmadı. Türkiye IŞİD’i hatta Kürtler’i bir düşmandan ziyade bir kazanç olarak gördü. Öte yandan acil olarak devrilmesi gereken Esad hükümeti idi. Şimdi yanıtlanması gereken soru ise, Suruç’taki bombalama nedeniyle, Türkiye’nin politikasında bir kırılma olup olmayacağı. Türkiye’nin Esad’ı devrimektense, IŞİD’e ya da Kürtler’e mi odaklanacağı. Press TV: Türkiye ve ABD’nin Suriye topraklarının Türkiye sınırına yakın olan bölümünde uçuşa yasak bir bölge oluşturmakta anlaştığına dair raporlar var. Bunun, tıpkı işgalinden önce Irak’ta yapıldığı gibi, Suriye’yi işgal etmek için oluşturulmuş bir komplo olabileceği yönündeki görüşleriniz nelerdir? Jatras: Başından beri korkulan da bu açıkçası. Fakat ilgiç olarak, Türk medyası sınırda 90 km boyunca uçuşa yasak bölge konunsunda alaşıldığını iddia ederken Washington, böyle bir anlaşmayı reddediyor. Yani, bu gerçekten de üzerinde uzlaşılmamış bir şey olabilir. Bence gerçekten neler olduğunu, asıl hedefin kimler olduğunu ve bunların Suriye savaşı için anlamının ne olduğunu gelecek günlerde göreceğiz. Press TV: Peki sizce, Suriye hükümetini devirmeye yönelik olası bir komplo durumunda Rusya ve Çin’in duruma müdahale etme olasılığı var mı? Jatras: Rusya ve Çin’in doğrudan müdahil olacağını zannetmiyorum. Fakat, bu Ortadoğu’yu geniş olarak ilgilendiren bir konu. Burada Washington’da, medya kuruluşlarının çoğunda, İran ile yapılan nükleer anlaşmadan sonrada, Esad’ın devrilmesinin artık giderek daha az olası olduğu, çünkü anlaşmadan sonra bölgesel ve küresel güç dengesinin Esad’ın lehine değiştiği belirtiliyor. Bu çerçevede, belki Türkiye’de, Suriye’ye Esad’a karşı müdahale amacıyla bir geri yol arayışındadır. Ve bence, artık ABD’nin bu yolda Türkiye ile beraber olması çok daha düşük bir olasılıktır.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın