Bilim Dışı Yollara Tutunmak

Marksistler ve genel olarak devrimciler eskiden kendi ideolojilerine «bilimsel sosyalizm” derdi. Bilime vurgu adettendi. Şimdilerde de benzer vurguları yapanlar olsa da onların bilimin içeriğini boşaltarak bu vurguya yeltendiğini görüyoruz. «Bilimin yol göstericiliği” artık bazıları için tebessüm yaratan bir naiflikten ibaret veya daha da iddialı başkaları açısından «modernist, kalkınmacı ve kapitalist anlatının bir parçası”dır.
Bilimin yol göstericiliğinden sapmanın Marksist gelenek içerisinde gerçekleştiğini görüyoruz. Bu geleneğin izini sürdüğümüzde Frankfurt Okulu’nu buluyoruz.

Modernite karşıtlığı, Frankfurt Okulu yazarlarında o denli fazla ki hedefleri genişliyor, Aydınlınma’ya da saldırıyorlar. Aydınlanmanın bilimsellik anlayışını Aydınlanmanın Diyalektiği adlı eserlerinde «büyücü geçmişi”ni unutması üzerinden eleştiriyorlar (Horkheimer, M., Adorno, T., Dialectic of Enlightenment, trans. Edmund Jephcott, Stanford University Press, CA: 2002). İddialarına göre modern öncesi halkların gerçek nesnelerin yerine koydukları büyü nesneleri soyutlamanın önemli bir aşaması olmalarına karşın büyücü saiklerin ürünüdürler. Onlara göre bilim de benzer şekilde gerçek nesnelerin ilişkilerini açıklarken yeni fakat soyut nesneler üretirler (kavramlar, formüller gibi). Bu yeni nesneler, gerçeklikteki nesnelere birebir denk düşmezler ve bilim insanları nesne üretimlerinin gerçeklikten bir kopuş olduklarının farkına varmazlar. Kendi mitsel geçmişlerine yabancılaşmışlardır. Oysa bilim ile din veya bilim ile büyü ortaktır; bilim, büyücü geçmişinden kopmuştur.

Bu zavallı argümanın ardında, din ve bilimin veya büyü ve bilimin ortak bir edimi olduğu gerçeğine dayanır. Elbette ikisinde de insanlar soyutlama yaparlar. Bu ortaklıkta gerçek nesneleri temsil etmeye yarayan soyutlamalar yapmayı ve böylelikle soyut nesneler üretmeyi ikisinden birinin alanına sınırlamak zavallılıktır. Aydınlanma karşıtlığıyla soyutlama edimini ve nesneleri temsil etmeyi bile bilim ile dinin ortaklaştığı ve insanlığın genel bir edimi olarak görmektense, dinin hanesine yazmaya kalkmışlardır. Çünkü Aydınlanma ve bilime karşı din ve büyü daha makbuldür bu yazarlara göre. Kendi ülkelerindeki ilerici güçlerle birleşemedikçe ve yalnızlaştıkça çırpınıp en genel kesime sarılmaya kalkışan bu sofistler, son tahlilde bilime karşı hurafeyi savunma noktasına gelmişlerdir.

Bu argümanın içinde geçtiği kitap üzerine övgü dolu sözler sarf eden Susan Buck-Morrs da kitap hakkında şunları söylüyor: «Aydınlanmanın Diyalektiği, kendi kendine yeten bir tarih felsefesi kitabı değildir… Bu kitap tarihe ilerlemeci, rasyonalist ve idealist bakışın eleştirel bir olumsuzlamasıdır.” (Buck-Morss, Susan, The Origin of Negative Dialectic, Macmillan Publishers, New York: 1977, s. 61)

Tarihe ilerlemeci ve rasyonalist bakışın ilerici eleştirisi de mümkündür. Ancak Aydınlanmanın Diyalektiği ‘ne bakıyoruz ilerici bir eleştiri bir yana, tarihe ilişkin içerisinde herhangi bir olguya işaret eden «idealist” karşıtı ne materyalist ne gerçekçi hiçbir olumlu eleştiri yok. Aydınlanma diye hedef alınan esasında devrimciliktir, ilerlemedir. Önerilen yol ise olgusal konulara olgulara dayanmadan, a priori bir şekilde günümüz travmalarından hareketle karşı çıkmaktır. Ortada Hitler mi var o halde sorumlu modernizemdir, aydınlanmadır. Ortada Stalin mi var o halde sorumlu olan ilerleme düşüncesidir. Stalin’in alternatifi nedir? Bu sorunun yanıtı Frankfurt Okulu’na düşmüyor her nedense. Bilimin yerine önerilen felsefi görünümlü yakınma edebiyatıdır. Yıllar sonra kendi açtıkları veya kendilerinin de dahil oldukları sürecin sonunu kendilerinden bütünüyle kopuk bir ürün olduğunu sanmış olacak ki Horkheimer , Akıl Tutulması adlı eserinde şunları yazıyor:

«Aydınlanma ve entelektüel ilerleme derken, kastettiğimiz insanın kötücül güçlere, perilere ve şeytanlara, kör talihe, duyduğu batıl inançlardan (ya da kısaca, korkudan özgürleşmesiyse) kurtulmasıysa, bugün adına akıl denenin ifşa edilmesi aklın yapabileceği en büyük hizmettir.” (Horkheimer, Max, Eclipse of Reason, Continuum, New York: 2000, s. 126).

Entelektüellik diye, Marksizm diye bu zırvaları ilericilerin önüne koyanlar büyük bir vebalin altındadır. Bunların yüzünden felsefenin adı kötüye çıkmıştır. Entelektüel düşmanı sözde devrimcilerin sarıldıkları tam da Zizekvari, Frankfurtvari argümanlardır.

Entelektüellerin mahalle baskısı sonucu zırvanın, anlaşılmazlığın «anlaşılır” ve «derin” argümanlarmışçasına karşılandığını görüyoruz. Erdinç Sayan «Kıta Felsefesi – Bilim ve Akla Muhalefet Çabasındaki Bir Felsefe Geleneğinin Eleştirisi” başlıklı makalesinde (makaleye academia.edu’dan ulaşılabilir) bilim dışı bir konumlanma sonucu üretilen felsefenin iddiasını çok net bir şekilde ortaya koyuyor:

«Bir taraftan dünyada bilimin ve onun dayandığı rasyonalitenin asla «ulaşamayacağı”, «nüfuz edemeyeceği” birtakım «hakikatler” olduğunu savunmak (ve bana sorarsanız böyle birtakım sözde «hakikatler” icat etmek), bir taraftan da bilimi küçümseyerek, bazen (birazdan göreceğimiz gibi) aşağılayarak, asıl hakikatlerin ancak felsefe—kendi yaptıkları türden felsefe—tarafından ortaya çıkarılabileceğini öne sürmek. (Sayan, s. 5)”

Felsefeye, teoriye sahip çıkılmadıkça ya «entelektüel derinlik” adına zırvalarla ya da devrimci kararlılık adına sistemin aklına yenilmekle baş başa kalıyoruz. Hakikate bağlı kalmanın tek yolu bilimin yol göstericiliğini savunan ve fiilen de bunun önünü açan felsefeye tutunmak ve bilimde ısrar etmektir. Zırvalarla aramıza mesafe koymanın tek yolu budur.

Bunları da sevebilirsiniz