Cumhurbaşkanı, kadın erkek eşitliğini fıtrata ters görmesiyle, hükümetin 10 senedir süren kadın politikasının çizgilerini belirgin bir şekilde göstermiştir. İlk olarak kürtaj karşıtı söylem ve yasa düzenlemelerine gidilmesiyle başlayan süreç yaşanmıştır. Başbakanlık döneminde «Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Ha anne karnında bir çocuğu öldürürsünüz ha doğduktan sonra öldürürsünüz. Hiçbir farkı yok.” sözleri tartışmalara yol açmıştır. Oysaki Türkiye’de ‘gebeliğin 10’uncu haftasının sonuna kadar yetkili kişilerce sonlandırılması’ 1983’te yasal olarak onaylanmıştır. 2004 yılında tekrar düzenlenen TCK 99.Maddesi ile bu hak yine korundu. Çünkü bireyin temel özgürlük ve hakları temel alındığında, kendi bedeni üzerinde söz sahibi olduğu kabul edilmelidir. Kadın çocuk doğurmak ya da doğurmamakta özgürdür. En önemlisi ise olağandışı olaylar sonucu ortaya çıkan gebeliklerde, kadının psikolojik durumu ve gelecek hayatı boyunca karşılaşacakları göz önüne alınmalıdır. «Tecavüz bebeğine devlet bakar”(2012 yılı Sağlık Bakanı Recep Akdağ) mantalitesi kabul edilemez. Bu zihniyet uygulama bulduğu anda Türkiye’de ve dünyada yasadışı kürtaj oranını yükseltecektir. Buna bağlı olarak anne ölüm oranında da önemli bir artış olacaktır. Ayrıca günümüze baktığımızda devlet hastanelerinde bekar kadınların kürtaj olamaması, kadını yasadışı ve sağlıksız koşullarda operasyona sürüklüyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, kürtajın yasaklandığı veya aile planlaması hizmetinin yeterli olmadığı ülkelerde her yıl sağlıksız koşullarda ve yasadışı kürtajlar nedeniyle 80 bin kadın yaşamını yitiriyor. Hükümetlerin asıl görevi kadınların yasal haklarını korumak ve bu haklarını en iyi koşullarda kullanabilmelerini sağlamaktır. Sağlık koşullarının iyileştirilmesi, kadın doğum ve doğum kontrol yöntemleri konularında eğitimin ilk sırada yer alması gerekir. Ancak maalesef ki ülkemizde bunların tam tersi bir işleyiş söz konusudur.
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun sezaryen doğum için «Bu işin doğalı, fıtratı normal doğumdur. Sezaryen bir ameliyat, manavdan muz almıyoruz” sözleriyle yeni tartışma konusu ortaya çıkmıştır. Hükümetin normal doğumu teşvik etmesi için yaptığı bazı çalışmalar takdir edilmelidir. Ancak bunu yaparken sezaryen hakkını sınırlamak ya da ortadan kaldırmaya çalışmak söz konusu olmamalıdır. Örneğin Samsun’da devlete ait Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi normal doğum yapan anneler için ‘keyifli doğum ünitesi’ kurmuş. Anne ve bebek sağlığı için oldukça önemli olan bu iyileştirme, sadece bu alanda ya da bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda kalmamalı. Türkiye’de birçok devlet hastanesi insani kullanım şartlarından çok uzaktadır. Son olarak Cumhurbaşkanı’nın doğum kontrol yöntemlerine de karşı olduğu söylemleri toplumu yanlış yönlendirmektedir. Geçtiğimiz ay, her katıldığı düğünde 3 çocuk ısrarına bir yenisini ekleyip «Bu ülkede yıllarca bir doğum kontrolü ihaneti yaptılar ve neslimizi kurutma yoluna gittiler.” sözleri eklenmiştir. Gerçi hatırlarsanız, Başbakanlık döneminde de «Yıllarca doğum kontrol mekanizmalarını kullandılar, adeta halkımızı kısırlaştırdılar” diyerek gündemde yer bulmuştu. Doğum kontrol yöntemleri tıbbi açıdan anne ve bebek sağlığını; sosyal açıdan gelir düzeyi, kalkınma hızı, işsizlik vb. faktörleri dikkate alır ve bu koşulları iyileştirici amaçla tercih edilir.
Hükümet ve çevresi bu söylem ve uygulamaları ile Türkiye’nin hem kendi anayasasına hem de taraf olduğu uluslararası anlaşmalara aykırı davranmaktadır. Türkiye’nin 1985 yılından bu yana taraf olduğu «Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”(CEDAW) kürtajı yasaklayan ve suç olarak gösteren yasalara karşı çıkmaktadır. Kadın bedeni üzerinden yapılan yanlış siyasetler ve olumsuz etkileriyle Türkiye, dış basında ve uluslararası ilişkilerinde yara almaktadır.
Son olarak Türkiye, Dünya Ekonomik Forumu’nun hazırladığı Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’na göre 2014 yılında 142 ülke arasında 125. sırada yer almıştır. Endeks ülkelerin kazanımları açısından kadın erkek arasındaki eşitsizliği üç ana başlıkta inceler: Üreme sağlığı, güçlendirme ve iş gücü piyasası. 0 ile 1 değerleri arasında not alan ülkelerde 0’a yakın not eşitliğin; 1’e yakın not ise eşitsizliğin daha büyük boyutlarda yaşandığını ifade eder. Türkiye’nin son notu 0.618 olarak açıklanmıştır. Tüm bu kötü tabloya rağmen kadın hareketlerine olan inancım nedeniyle, kadın-erkek eşitliğinde Türkiye’nin de artık olumlu adımlar atabilmesi umuduyla: ‘2015 Hoş gelsin!’