Politika ve Felsefenin Ortak Alanı

Bilimsel terminoloji bağlamında belirtildiğinde politoloji ve filozofi şekline bürünen yukarı başlıktaki ilk iki sözcüğün kapsamının ortaklaşa temsil ettiği olgu ve olayları araştıran disiplinlerin oldukça uzun ve eski bir tarihi geçmişi vardır.

Her iki sözcüğün ortaklaştıkları toplum konuları kapsamındaki olgu ve olaylara anlam vererek inceleyen bilgi edinimini ele almak isteyişimin nedeni özellikle gündelik siyasetin ötesinde politik sorunlara felsefi bir bakıştan yaklaşılması gerektiği yönündeki düşüncemdir. Bunun gerekçesi ise böyle bir ileri düzeyli soyutlayıcı hususun bırakın sıradan pratik siyasi kültürümüzde bulunmuyor olmasını, entelektüel kabul edilen kesimlerde dahi tutunamamış olmasının sonucu olarak toplumsal barış için son derece olumsuz durumlar hasıl etmesidir.

İşte buna dikkat çekmek istediğimden politika felsefesi ve meta (üst) teorisi konusunu soyutlayıcı bir boyutla ele alacağım

Politoloji veya genel bilinirlikle ifade edilirse siyaset bilimi veya kısaca politika, bir toplum disiplini olarak felsefenin Eski Yunan’da ortaya çıkışından birkaç yüzyıl sonra belirginleşmiş bir inceleme alanının adıdır. Genel bir kabul ile felsefenin Thales ile başladığı, politika disiplininin babasınınsa Aristo olduğu kabul edilmektedir.

Ama o zamandan başlayarak 19. Yüzyıla dek politika disiplini ayrık bir dal mahiyetinde görülmeyerek ahlak felsefesinin bir parçası kimliği ile ele alına gelmiş olduğundan ayrık bir dal kimliğinde olmamıştır. Politika biliminin felsefeden 19. Yüzyılda başlayan kopuşunun kökenindeyse siyaset pratiğinin tepeden inmeci normatif (düzgüsel) yaklaşımlı ahlak felsefesi yerine İngiliz, Fransız ve Amerikan siyaset pratiğinde görülen ampirik (görgül) yaklaşımın teorik alana egemen başlaması vardır. Böyle bir olgunun özündeyse çeşitli ülkelerdeki hükümet etme (iktidarı yönetme) biçimlerinin karşılaştırılmalı olarak incelenerek konunun derinlikli olarak incelenmesi yoluyla pratikteki olaylara açıklık kazandırılması yatmaktadır.

Öte yandan bugünlere gelindiğinde genel bir tanımlama ile politika araştırması (İng. policy search) olarak diye adlandırılmakta olan çalışmalar artık politik sosyolojide konu kapsamının ayrılmaz parçalar olmuşlardır. Vurgulanması gereken diğer bir şeyde politika araştırmalarının neredeyse tamamı çoklu disiplinli yaklaşım benimsenerek yapıldığından bunlardan bazılarının küçük ölçekliyken öteki bazılarınınsa büyük ölçekli modeller kurmaya yönelik olabilmesidir.

Diğer taraftan 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren politik bilimler davranış bilimlerinin son derece yoğun esen rüzgârından etkilenerek politik psikoloji akımının da siyaset sahnesinde bilimsel kimlikle yer tutmasına neden olmuştur. Psikolojinin siyaset alanında kullanılması kapsamındaki ilk araştırmalar özellikle ABD’nde önem kazanarak yaygın bir hal almış ve giderekten gündelik politikanın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.

Tüm bu gelişmelerin sonucunda da 20. Yüzyıl son çeyreğinde başta ABD olmak üzere pek çok ülkede artık «toplum ve siyaset mühendisliği” adıyla psikolojik yöntemlerle toplumsal ve siyasi manipülasyon ve güdümleme yapan siyasi bir araçsallık pratiğinin oluşmuş olduğu ve çok yaygın olarak kullanıldığı görülmektedir. Strateji araştırmaları adı altında son çeyrek yüzyılda tüm dünyada pıtırak gibi çoğalan sivil toplum girişimler bu duruma güzel bir örnek oluşturmaktadır.

Bu doğrultuda yarım yüzyılı aşan bir dönemde tüm dünyada politik sosyoloji ve politik psikoloji alanında yaşanan bu tür gelişmeler sonuçta yeni bir dal olarak siyaset antropolojisinin doğuşuna neden olmuştur. Ancak bu yenilik klasik çağ felsefesindeki gibi yukarıdan aşağıya düzgüsel akışın temsili olma yerine aşağıdan yukarıya talep akışınının tümevarımsal tarzda ele alınmasının teorik disiplini niteliğindedir.

Öte yandan teorik, yani yüksek düzeyde soyutlanmış bilgi-bilimsel içerikler politik yaşam pratiğinde ne denli çok kullanımda olurlarsa politik kültür de o denli olgunlaşmış bir hal almaktadır. Bu ise günümüz demokratikleşme ortamındaki uygulamalar için yaşamsal önemdedir.

Nitekim ‘Dünya Sistemi’nde merkezi temsil eden Batı politik kültürü ile çevreyi temsil eden «üçüncü dünya” siyasi kültürü kıyaslandığında Batı’da siyasi ve askeri çatışmaların asgari düzeyde olmasındaki anlayışlar bağlamındaki nedeni onların geçmişindeki siyasi pratik uygulamalarının artık teorik kavramsal düzeye ulaşmış olmasında yatmaktadır.

Öte yandan konu diyalektik bakış ile irdelendiğinde Batı’da tez-antitez pratiğinin çatışmacı ‘ikilisi’nde sentez temelindeki teorik ‘bir’e geçen bir dönüşüm sürecinin tamamlanmış olduğunu kolayca görmek olanaklıdır.

Özetle belirtmek gerekirse, süreçteki evrensel dengeler açısından ülkemizin acil ihtiyacının çatışmacı siyasi pratikten sentezci teorik siyasi yapılanışa geçmek olduğunu söyleyebiliriz. Bu noktada da aydın kesime çok görev düşmektedir.

Bunları da sevebilirsiniz