Sosyal ve teknik mahiyet ile 21. Yüzyıl’a küresel olarak bütünsel görüngeden ve bugünden bakıldığında iklim, doğal kaynaklar ve enerji konularındaki olayların dorukta seyredeceği bir asır olacağını şimdiden söylemek kehanet olmaz sanırım.
Konuyu, Türkiye’nin enerji ve madencilikteki mevcut durumunu değerlendirmeye tabi tutup halen küresel olarak harcıâlem olan enerji kaynakları ve madensel varlıkları bakımından irdelersek görünürde oldukça «zayıf” arz düzeyinde olduğumuzu anlamamak mümkün değildir.
Ancak konu, küresel-insani boyutta ortaya çıkmakta olan yenilikçi ihtiyaçların çeşitlenmesinin tatminine yönelik ileri ve yenilikçi gelecek teknolojilerin durumu ışığında ele alındığında konu değişmektedir.
Nitekim geleceğin yeni teknolojileri için gereken sınaî ve enerjetik hammaddeler konusunda küresel olarak yapılan karşılaştırmalarda Ülkemizin yeni, yeni ortaya çıkmakta olan bu kaynaklarda, örneğin minör metallerde (nadir toprak oksitlerin metalleri) arz potansiyeli bakımından zengin bir varlığa sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle de ileride doğal kaynaklar bakımından ortaya çıkacak yeni alanlarda gelecek vaat eden ülkeler kategorisinde yer alacağını söylemek yerinde bir değerlendirme olacaktır.
Halen gaz ve sıvı taşıl (fosil) yakıt olan petrol varlıkları yönü ile fakir düzeyde olmamıza karşın katı taşıl yakıt olan kömür rezervlerimizin Ülke ihtiyacını uzun yıllar karşılayabilecek bir kapasiteye sahip olduğunu biliyoruz. Ancak iklimsel ısınma şeklindeki tehditkar çevre etmeni dikkate alındığında enerji ihtiyacı için bu yakıt tipinin doğrudan kullanımı riskli olduğundan uygun teknolojilerle kimyasal likidasyon sonucu elde edilecek suni sıvı ve gaz yakıt şekilleri üzerinden kullanılması gerekmektedir. Bu durumda halen enerji hammaddeleri ithali nedeni ile oluşmuş olan kara delik düzeyindeki cari açığın kapatabileceğini ön görmek olanaklıdır. Ancak bu durumun iklimsel ısınmanın baş sorumlusu olan sera gazı salım düzeyinde Türkiye için çok ciddi çevresel olumsuzlukları da birlikte getireceğini hiç akıldan çıkarmamak gerekir. Bu konuda ilerisi için öngörülecek yatırım kompozisyonunu, çevre ve cari açık şeklindeki iki sosyo-ekonomik etmen arasında oluşturulacak akılcı bir dengeleme ile belirlenmesi gerektiği apaçık ortadadır.
Bor rezervlerimizin dünyada mevcut olanın üçte ikisinden de fazla olduğu neredeyse herkesin malumu bir husustur. Bu nedenle gücümüzü halen büyük miktarlarda üretilmekte olan beş temel bor türevinin devamını getirecek uç bor ürünlerinin üretimine yöneltmemiz gayet yerinde bir davranış olacaktır. Ancak, ayrıca bu ürünlerin dünya çapında daha ileri düzeyde kullanımı için gerekecek olan post- endüstriyel akademik «araştırma-geliştirme” çalışmalarına da yönelmemiz kaçınılmazdır.
Diğer yandan, bor minerallerinde olduğu gibi Yurdumuzu dünya çapındaki rezervler bakımından ön sıralara yerleştiren, ancak az bilinen toryum rezervlerimize de en az bor kadar acilen önem vermemiz yerinde bir yaklaşım olacaktır. İleri endüstriyel toplumların temel göstergesi olan yüksek düzeyde elektrik enerjisi tüketimine erişme halinde dahi Ülkemizin üç yüz yıllık toplam her tür enerji ihtiyacını tümden karşılamaya muktedir bir rezerv potansiyeline sahip olduğumuz toryum cevheri yataklarının «yeşil” nükleer enerji kaynağı olduğunun da artık bilincine varmamız gereklidir.
Bütünsel bir bakıştan da ifade edersek, nükleer silah üretimine izin vermeyen, çevreyi neredeyse hiç kirletmeyen, iklimsel ısınmaya kesinlikle yol açmayan ve ucuz temel yük elektrik arzı için en iyi alternatif olan toryum, 21. Yüzyıl’ın ikinci çeyreğinden itibaren enerji sektörünün muhtemelen başat bir oyuncusu haline gelecektir. Çünkü belirtildiği gibi, söz konusu edilen yüksek tüketim koşullarında toryum erkesi (enerjisi) talep edilen birincil mahiyetli temel yük elektrik enerjisi ihtiyacını küresel olarak karşılamaya yönelik ilk ve tek doğal kaynak arzı olmaya en yakın aday olma görünümündedir.
Bu bakımdan, toryum erkesi konusunda temel ve teknolojik araştırmalar ile birlikte uygulamaya yönelik olan endüstriyel ar-ge çalışmalarının da en yakın zamanda, yurt çapında, çeşitli akademik-sınaî boyutlarda başlatılması endüstrileşmeye bağlı olan gelecek kalkınmamızın enerjetik bakımdan teminat altına alınması için bir kaçınılmazlık olarak karşımızda durmaktadır.
En genel ifade ile maden ve enerji kaynaklarının arzı tarafında, güvenliğin sağlanması için çeşitlenme yapmak, cari açığı düzeltmek için hızla yerlileşmeyi gerçekleştirmek ve doğanın, dolayısıyla da insanın korunması için de sürdürebilirlik olgusunun toplumca en önemli sosyal sorumluluk olarak benimsenmesini sağlanmak, bu alandaki temel stratejiler olmalıdır.