Anketler Üzerine Genel Bir Eleştiri

Kadir Has Üniversitesi tarafından her yıl yapılan “Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması”nın 2013 yılı sonuçlarına göre ankete katılanların yüzde 39,2’si “Kendinizi siyasi açıdan nasıl tanımlarsınız?” sorusuna “Muhafazakar” olarak yanıt verirken, yüzde 19,2’si “Cumhuriyetçi-Kemalist” olduğunu belirtti. Soruya yanıt verenlerin yüzde 17,8’i ise kendisini “Milliyetçi” olarak tanımladı.
Siyasal eğilimler ve Türkiye´nin somut sorunları
Yukarıda başvurulan ankette ve diğerlerinde çoğu zaman siyasal tutumları belirlemede seçilen tanımlamalar ülkenin somut koşullarından bağımsız olarak belirlenmektedir. Bu seçimleri belirleyen etkenin önceki dönemin siyasal tanımlamalarına başvuru alışkanlığı olduğu söylenebilir. Bu alışkanlık ise mevcut siyasal hareketliliği ve siyasal çözümlemeleri hali hazırda egemen olan ideolojik hegemonyanın gücüne dayanmaktadır. Demek ki egemenlere göre “Kemalistler”le “milliyetçi”ler ayrılmalıdır. İdeoloji ve hayat görüşü anlamında zaten pek çok akım ve aynı akım içerisindeki pek çok kişi birbiriyle ayrılmaktadır. Ancak söz konusu ayrımlar, somut siyasal sorunlar özelinde bir ayırt edicilik taşımadıklarında, mevcut bir cepheyi bozmak dışında bir işe yaramazlar.
Ankete katılanların kendilerine uygun tanımlamaları için sunulan seçenekler, anket düzenleyicilerinin ideolojisinin yansıdığı alanı oluşturur. Cumhuriyetçi-Kemalist kimliğiyle Milliyetçi kimliğinin arasındaki ayrımlar kristalize edilmeden söz konusu tanımlamalar tümüyle anlamsızdır. Ancak gevşek de olsa söz konusu ayrımın yapılabileceğini varsaydığımızda da bu ayrımların Türkiye´nin somut sorunlarında nasıl işlediği sorunu gündeme gelmektedir. Örneğin, “Kürt Açılımı” (diğer adlarını da anmak gerekirse “Barış Açılımı”, “Milli Birlik Açılımı”, “Demokrasi Açılımı” vb.) söz konusu olduğunda bu tanımlamaları kendilerine yakıştıran yurttaşlarımızın tutumları farklılaşıyor mu? Ya da “Türk Milleti” kavramının anayasadan çıkarılırken herhangi bir farklılık söz konusu mu? Bunlar birbirleriyle ilgili konular olarak görünüyor. Aynı soruyu “17 Aralık Operasyonu” ile ilgili sorduğumuzda bu tanımlamaya uyanların kanaatleri farklılaşmakta mıdır? Ya da Ergenekon ve Balyoz Davaları´nda bu kişiler farklı cephelerde mi yer almaktadır? Türkiye tarihinin en önemli davaları denen Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk davalarının yanı sıra 17 Aralık Operasyonuyla tutuklanan kişiler hakkında ortaya atılan iddialar hakkında Cumhuriyetçi-Kemalist kimlikle Milliyetçi kimlik sahibi yurttaşlar arasında bir farklılık bulunuyor mu?
Tartışmayı daha somut bir düzeye indirmeye çalışalım. Konsensus Araştırma ve Danışmanlık şirketinin araştırma sonuçlarına göre:
1- Ergenekon Davasında verilen cezaları adil bulanların oranı % 37.3 iken adil bulmayanların oranı % 47.1 ve bilmiyorum seçeneğini seçenlerin oranı % 15.6´dır.
2- Soru davanın haklılığına yönelik sorulduğunda haklı bulmayanların oranı % 50 ile % 66 arasında değişim gösterirken (değişimler her ay yinelenen anket sonuçlarına gönderme yapmaktadır) haklı bulanların oranı ise % 34 ile % 50 arasında değişim göstermektedir.
3- Toplumsal olaylarda polisin biber gazı kullanımını onaylayanlar % 28.5 iken onaylamayanlar % 71.5´tir.
4- Gezi Parkı´nda yaşananlarla başlayan ve ülkeye yayılan protestoları destekleyenler % 54 iken desteklemeyenler % 46´dır.
Yukarıdaki dört soruda hükümet karşıtı seçenekleri benimseyenlerin oranlarının % 50 ile % 70 arası değiştiği görülmektedir. Böylesi bir orana ulaşılması ve bu çoğunluğu oluşturan bileşenlerin anlaşılması için Kemalist-Milliyetçi karşıtlığından ve/veya özdeşliğinden daha incelikli ayrımlara gereksinim vardır.
Seçmenden korkmamanın temelinde seçmene yön verebilme gücü var!
Bu sonuçlara bakıldığında iktidarın ayakta kalması ve iktidar partisi dışındaki partilerden destek bulması mantıksız ve olanaksız görünmektedir. Ancak bu mantıksızlığa ve olanaksızlığa karşın anketlere ve kamuoyu araştırmalarına yansıyan sonuçların aksi bir çoğunluk temsiliyle karşı karşıyayız. Dolayısıyla, bu temsili sağlayan öğeleri saptamak gereklidir. Şayet söz konusu araştırma şirketlerinin elde ettiği sonuçlar gizli olsaydı, iktidar partisi dışındaki partilerin mensuplarının yürütülmekte olan süreçlere katılımı anlaşılabilirdi. Ancak demokraside seçmen eğilimlerinin takip edilmesi ve dikkate alınması gerektiği varsayımı kabul edildiğinde söz konusu katılım gizemli bir hal alıyor. Söz konusu varsayımın doğru olması durumunda geriye temsil gücü ve halkın kanaatini değiştirme gücü yüksek bir organa gözler çevrilmektedir. Bu organ medyadır. Yakınlarda ortaya saçılan telefon kayıtlarında medyanın başındaki kişilerin araştırma sonuçlarını bilinçli ve programlı olarak değiştirdikleri herkesin malumudur. Başa dönersek sözü edilen olanaksızlık medyanın iktidar tarafından doğrudan ve dolaylı olarak kullanılmasıyla olanaklı hale gelmektedir.
Yaratılan olanağı arttıran hiç kuşku yok ki seçmenlere sunulan ayrımların Türkiye´nin hakim siyasal denklemlerine uygun hale getirilmesidir. Örneğin, Kemalist-Cumhuriyetçi tanımlamasının CHP´ye, Milliyetçi tanımlamasının da MHP´ye karşılık düşünüldüğü açıktır. Dolayısıyla, seçmenin siyasal yönelimi mevcut partilerin alanına indirgenmektedir. Böylelikle de gerçeğin ortaya çıkarılmasından çok seçmene bir dayatması ile karşı karşıya kalınmaktadır. Seçmenin siyasal eğilimlerine ipotek konduğu gibi ortaya sunulan seçeneklerle bu eğilimler biçimlendirilmektedir. Oldukça “nesnel” görünümlü araştırma esasında mevcut siyasal denklemin sağlamasını yapmaktan öteye gitmemektedir.

Kadir Has Üniversitesi tarafından her yıl yapılan “Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması”nın 2013 yılı sonuçlarına göre ankete katılanların yüzde 39,2’si “Kendinizi siyasi açıdan nasıl tanımlarsınız?” sorusuna “Muhafazakar” olarak yanıt verirken, yüzde 19,2’si “Cumhuriyetçi-Kemalist” olduğunu belirtti. Soruya yanıt verenlerin yüzde 17,8’i ise kendisini “Milliyetçi” olarak tanımladı.

Siyasal eğilimler ve Türkiye´nin somut sorunları

Yukarıda başvurulan ankette ve diğerlerinde çoğu zaman siyasal tutumları belirlemede seçilen tanımlamalar ülkenin somut koşullarından bağımsız olarak belirlenmektedir. Bu seçimleri belirleyen etkenin önceki dönemin siyasal tanımlamalarına başvuru alışkanlığı olduğu söylenebilir. Bu alışkanlık ise mevcut siyasal hareketliliği ve siyasal çözümlemeleri hali hazırda egemen olan ideolojik hegemonyanın gücüne dayanmaktadır. Demek ki egemenlere göre “Kemalistler”le “milliyetçi”ler ayrılmalıdır. İdeoloji ve hayat görüşü anlamında zaten pek çok akım ve aynı akım içerisindeki pek çok kişi birbiriyle ayrılmaktadır. Ancak söz konusu ayrımlar, somut siyasal sorunlar özelinde bir ayırt edicilik taşımadıklarında, mevcut bir cepheyi bozmak dışında bir işe yaramazlar.

Ankete katılanların kendilerine uygun tanımlamaları için sunulan seçenekler, anket düzenleyicilerinin ideolojisinin yansıdığı alanı oluşturur. Cumhuriyetçi-Kemalist kimliğiyle Milliyetçi kimliğinin arasındaki ayrımlar kristalize edilmeden söz konusu tanımlamalar tümüyle anlamsızdır. Ancak gevşek de olsa söz konusu ayrımın yapılabileceğini varsaydığımızda da bu ayrımların Türkiye´nin somut sorunlarında nasıl işlediği sorunu gündeme gelmektedir. Örneğin, “Kürt Açılımı” (diğer adlarını da anmak gerekirse “Barış Açılımı”, “Milli Birlik Açılımı”, “Demokrasi Açılımı” vb.) söz konusu olduğunda bu tanımlamaları kendilerine yakıştıran yurttaşlarımızın tutumları farklılaşıyor mu? Ya da “Türk Milleti” kavramının anayasadan çıkarılırken herhangi bir farklılık söz konusu mu? Bunlar birbirleriyle ilgili konular olarak görünüyor. Aynı soruyu “17 Aralık Operasyonu” ile ilgili sorduğumuzda bu tanımlamaya uyanların kanaatleri farklılaşmakta mıdır? Ya da Ergenekon ve Balyoz Davaları´nda bu kişiler farklı cephelerde mi yer almaktadır? Türkiye tarihinin en önemli davaları denen Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk davalarının yanı sıra 17 Aralık Operasyonuyla tutuklanan kişiler hakkında ortaya atılan iddialar hakkında Cumhuriyetçi-Kemalist kimlikle Milliyetçi kimlik sahibi yurttaşlar arasında bir farklılık bulunuyor mu?

Tartışmayı daha somut bir düzeye indirmeye çalışalım. Konsensus Araştırma ve Danışmanlık şirketinin araştırma sonuçlarına göre:

1- Ergenekon Davasında verilen cezaları adil bulanların oranı % 37.3 iken adil bulmayanların oranı % 47.1 ve bilmiyorum seçeneğini seçenlerin oranı % 15.6´dır.

2- Soru davanın haklılığına yönelik sorulduğunda haklı bulmayanların oranı % 50 ile % 66 arasında değişim gösterirken (değişimler her ay yinelenen anket sonuçlarına gönderme yapmaktadır) haklı bulanların oranı ise % 34 ile % 50 arasında değişim göstermektedir.

3- Toplumsal olaylarda polisin biber gazı kullanımını onaylayanlar % 28.5 iken onaylamayanlar % 71.5´tir.

4- Gezi Parkı´nda yaşananlarla başlayan ve ülkeye yayılan protestoları destekleyenler % 54 iken desteklemeyenler % 46´dır.

Yukarıdaki dört soruda hükümet karşıtı seçenekleri benimseyenlerin oranlarının % 50 ile % 70 arası değiştiği görülmektedir. Böylesi bir orana ulaşılması ve bu çoğunluğu oluşturan bileşenlerin anlaşılması için Kemalist-Milliyetçi karşıtlığından ve/veya özdeşliğinden daha incelikli ayrımlara gereksinim vardır.

Seçmenden korkmamanın temelinde seçmene yön verebilme gücü var!

Bu sonuçlara bakıldığında iktidarın ayakta kalması ve iktidar partisi dışındaki partilerden destek bulması mantıksız ve olanaksız görünmektedir. Ancak bu mantıksızlığa ve olanaksızlığa karşın anketlere ve kamuoyu araştırmalarına yansıyan sonuçların aksi bir çoğunluk temsiliyle karşı karşıyayız. Dolayısıyla, bu temsili sağlayan öğeleri saptamak gereklidir. Şayet söz konusu araştırma şirketlerinin elde ettiği sonuçlar gizli olsaydı, iktidar partisi dışındaki partilerin mensuplarının yürütülmekte olan süreçlere katılımı anlaşılabilirdi. Ancak demokraside seçmen eğilimlerinin takip edilmesi ve dikkate alınması gerektiği varsayımı kabul edildiğinde söz konusu katılım gizemli bir hal alıyor. Söz konusu varsayımın doğru olması durumunda geriye temsil gücü ve halkın kanaatini değiştirme gücü yüksek bir organa gözler çevrilmektedir. Bu organ medyadır. Yakınlarda ortaya saçılan telefon kayıtlarında medyanın başındaki kişilerin araştırma sonuçlarını bilinçli ve programlı olarak değiştirdikleri herkesin malumudur. Başa dönersek sözü edilen olanaksızlık medyanın iktidar tarafından doğrudan ve dolaylı olarak kullanılmasıyla olanaklı hale gelmektedir.

Yaratılan olanağı arttıran hiç kuşku yok ki seçmenlere sunulan ayrımların Türkiye´nin hakim siyasal denklemlerine uygun hale getirilmesidir. Örneğin, Kemalist-Cumhuriyetçi tanımlamasının CHP´ye, Milliyetçi tanımlamasının da MHP´ye karşılık düşünüldüğü açıktır. Dolayısıyla, seçmenin siyasal yönelimi mevcut partilerin alanına indirgenmektedir. Böylelikle de gerçeğin ortaya çıkarılmasından çok seçmene bir dayatması ile karşı karşıya kalınmaktadır. Seçmenin siyasal eğilimlerine ipotek konduğu gibi ortaya sunulan seçeneklerle bu eğilimler biçimlendirilmektedir. Oldukça “nesnel” görünümlü araştırma esasında mevcut siyasal denklemin sağlamasını yapmaktan öteye gitmemektedir.


[1] http://www.khas.edu.tr/news/970/455/Khas-2013-Tuerkiye-Sosyal-Siyasal-Egilimler-Arastirmasi-Sonuclari-Aciklandi.html

Bunları da sevebilirsiniz