İki Arada Bir Derede: Ukrayna

Kuzey komşumuz Ukrayna bir süredir karmaşık bir dönem geçiriyor. Ukrayna’da olanlar, yalnızca Karadeniz’den komşumuz olan ve Kırım üzerinden tarihsel bağlarımızın bulunduğu bir ülkenin istikrarsızlaşması bağlamında önemli değil. Yazımızda da inceleyeceğimiz ve savunacağımız üzere Ukrayna aslında, güncel uluslararası politikanın temel niteliği olan «mevzi savaşının”, Kuzey’de açılan ve etkileri açısından mevzi savaşını yönlendirme potansiyeli hayli yüksek bir cephesi konumunda değerlendirilmeli. Ukrayna’daki gelişmelerin bahsi geçen «mevzi savaşı” açısından ne ifade ettiği ve nasıl çözümlenmesi gerektiğine yönelik yaklaşımımızı sunmadan önce Ukrayna’nın iç özelliklerine odaklanmak ve ardından Ukrayna’da olanlara hızla göz atmak yerinde olacaktır.

Avrasya anakarasının ortasında konumlanan Ukrayna, 48 milyon civarı nüfusu ile Avrupa devletleri ortalamasına bakıldığında, oldukça kalabalık bir ülkedir. Ülkede nüfusun yaklaşık %25’i kendisini Ukraynalı olarak tanımlarken, yaklaşık %25’i Ukrayna dilini hiç kullanmamaktadır. (Rusça yaygın kullanılmaktadır.) Sovyetler Birliği (SSCB) döneminde, Rusya ile birlikte Ukrayna’nın devletin belkemiğini oluşturduğunu söylemek yerinde olacaktır. SSCB’nin askeri ve nükleer teknolojisinin önemli bir kısmı Ukrayna topraklarındaydı. Örneğin, SSCB’nin askeri sanayisinin %30’u Ukrayna’da kurulu idi. Benzer şekilde Ukrayna’nın Karadeniz’deki konumu ülkenin ticaret açısından da önemli bir konumu olması sonucunu doğurdu. Tüm bu etkenler, SSCB çözüldükten sonra Ukrayna üzerinde olumlu etki yaratabilecek potansiyele sahip olduğu şeklinde yorumlanabilecekken, Ukrayna’nın bugünkü durumu böyle bir yorum yapmayı olanaklı kılmıyor.

Ukrayna, bağımsız oluşundan sonra sanayi üretim iki kata kadar düşüş göstermiş, Avrupa’nın en yoksul ülkelerinden birisi haline gelmiştir. Esasında askeri üretim olanaklarına sahip olduğu halde mevcut üretimi ihtiyacının ancak %5’i civarını karşılayabilmektedir. Askeri üretimden vazgeçmesi Ukrayna ekonomisi üzerinde oldukça büyük yaralar açmıştır. SSCB döneminde yaklaşık 1.5 milyon insanı istihdam eden sektör bugün tükenmiş durumdadır. Batı yardımları beklenen şekilde ülkeye gelmemiş, gelen yardımlar da ülkenin kalkınmasına olanak tanımamıştır. Bunlara ek olarak, petrol ve doğalgaz açısından Rusya’ya bağımlı olması aslında ekonominin de Rusya’ya bağımlı olması anlamına gelmektedir. Avrupa ile Rusya arasında enerji koridoru oluşturması nedeniyle, hem AB hem de Rusya açısından Ukrayna’nın jeostratejik önemi yüksektir. Ancak bu önemli konumun, Ukrayna’ya yararı kadar zararı da dokunmaktadır. AB ve Rusya arasında bir «tampon enerji bölgesi” olan Ukrayna ile geçtiğimiz senelerde Rusya arasındaki sorunun Avrupa’yı soğukta bıraktığı için Ukrayna’yı çift taraflı zora soktuğu hafızalarımızda hala taze. Tüm bunların dışında, Ukrayna, 90’ların başlarından hakim ideolojik iklimden etkilenerek «nükleer devlet” olma statüsünden de vazgeçmiştir.

Ukrayna tarihsel olarak Avrupa’nın, Rusya’nın ve Osmanlı Devleti’nin etkisi altında kalmıştır. Esasında, benzer bir etkinin «modernleşmiş” halinin bugün de mevcut olduğunu söylemek mümkün. Ülkede kendi aralarında bile özdeş olmayan Katolikler, Ortodokslar ve özellikle Kırım bölgesinde Müslümanlar yaşıyor. Ülkeyi farklı ölçütler çerçevesinde, etno-kültürel bölgelere ayırmak olanaklı olsa da, özellikle, siyasi gerilimi arttıran temel iki ayrımın olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu ise ülke siyasi eğilimini belirleyen, hatta araştırmacıların ülkenin bölünmesi olasılığına sıklıkla dikkat çektiği Batı-Doğu gerilimi.

Ukrayna’nın batısı ve kıyı şeridi, ülkenin ekonomik açıdan en geri kalmış, işsizlik oranlarının en yüksek olduğu bölgesi. Çok da modern olduğu iddia edilemeyecek, tarıma dayalı bir ekonomisi var. Bu bölgede sanayi kuruluşları bulunsa da; üretim, iç pazara yönelik ve «küreselleşme” sürecinde rekabet olasılığı olmayan nitelik ve nicelik olarak yetersiz bir sanayi üretim olduğu söylenebilir. Bu bölgede, Grek-Roma Katolikleri meskun. Radikal Ukrayna milliyetçiliğinin ve Rus fobisinin de merkezi olan bölge, 1960’lara kadar anti Sovyet silahlı direnişin de adresi olmuştur. Ülkenin doğusunda ise, batısındakinden oldukça farklı bir tablo hüküm sürmektedir. Bu bölgenin nüfusu, ülke nüfusunun ve seçmenlerinin çoğunu oluşturmaktadır. Kitle üzerinde ise Ortodoksluğun ve Rusya’nın etkili olduğu görülmektedir. Burada, teknolojileri eskimiş olsa da, ülkenin dış ticarete yönelik sanayi merkezlerinin bulunduğu, bölgenin ayrıca, kömür ve demir madenciliği açısından da önemli olduğu belirtilmelidir.

Ukrayna’nın yukarıda anlatılmaya çalışılan karmaşık durumu nedeniyle sık sık gerilimlere sahne olduğu yakın geçmişimizde de deneyimlenmiştir. 1990 sonrasında Ukrayna’nın, çoğu eski Sovyet devleti gibi, Batı ile bütünleşme yoluna girdiği ancak Ukrayna’nın bu «tercih”ten çok da yararlanamadığı görülmektedir. Ekonomik, siyasi, kültürel, askeri ölçütler çerçevesinde Ukrayna’nın durumu «renkli devrimlerin”, maruz kalanları renklendirmeye yetmediğini kanıtlamaktadır adeta.

Özetlemeye çalıştığımız genel tablodan sonra, günümüz Ukrayna sorununun ne ifade ettiği daha rahat anlaşılabilecektir. Ukrayna’da bugünkü gerilimin başlangıç noktasını oluşturduğu iddia edilebilecek ilk gösteriler geçtiğimiz Kasım ayında, Devlet Başkanı Yanukoviç’in, Avrupa Birliği (AB) ile imzalanacak ekonomik işbirliği anlaşmasını imzalamaktan son anda vazgeçmesi üzerine başlamıştı. Kriz başarı ile yönetil(e)medi. Gösteriler «muhalif” barışçıl gösteriler olmaktan hızlıca uzaklaştı ve silahlı, örgütlü kişilerin (Neo-nazilerin) konuya dahliyle birçok can kaybı yaşandı. Muhalefet ve Ukrayna yönetimi ateşkes ve erken seçim üzerinde anlaşmıştı ki, Neo-naziler ateşkesi bozdu. Yanukoviç bir darbe ile yönetimden uzaklaştırıldı. Bazı kaynaklar, Kırım’a gittiğini bazıları ise yurtdışına kaçtığını iddia ediyor.

Tüm bu süreçte, sembolik öneme sahip ve aslında olayların iç yüzünün anlaşılmasına yardımcı olabilecek bazı gelişmeler akıllarda kaldı. Bunların başında şüphesiz, Kiev’deki Lenin heykellerinin yıkılması ve Sovyet Dönemi sembollerinin tahrip edilmesi geliyor. Sürece eşlik eden diğer bir gelişme ise Rusya ve ABD arasındaki gerilim. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, çetelerin parlamento işgaline destek verdiğini açıklarken, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Susan Rice, (Gürcistan’ı ima ederek) Rusya’nın, Ukrayna’ya tank göndermesinin, «büyük bir hata” olacağı uyarısında bulundu. Rusya Dışişleri Bakanlığı kaynakları ise ABD’nin dünya üzerinde yürüttüğü tankları hatırlatacak zekice bir ima ile Rice’ın «tecrübelerine” önem verdiklerini söyledi ve Rice’ın aynı uyarıyı ABD’ye de yapmasını umut ettiklerini belirtti. Soğuk Savaş dönemini hatırlatan, bu atışmaların ardından Putin’in Ukrayna sınırında askeri tatbikat emri verdiği haberleri hızla duyuldu.

ABD-Rusya geriliminin dışında, stratejik önemi olan başka haberler de var. Bunlara göre, Fransa Ukrayna ve Rusya basını daha önce MİT ve CIA işbirliği ile Esad’a karşı savaşmak için Suriye’ye gönderilen Kırımlı Tatarlar’ın Ukrayna’ya gönderildiğini duyurdu. (Aydınlık, 11 Aralık 2013) Ayrıca, Suriye Ulusal Konseyi, Ukrayna’daki çetelere «bize umut oldunuz” şeklinde destek mesajı gönderdi. (Mehmet Ali Güller, Aydınlık, 24 Şubat 2014)

Tüm bunların yalnızca «Ukrayna” konusu ile ilgili olduğunu düşünmenin bir hayli kafa karıştırıcı olacağı ortada. O halde, birbirinden farklı gibi gözüken bunca değişkeni daha detaylı incelememiz gerekiyor. Ancak öncelikle, bu gelişmelerin Ukrayna açısından ne ifade ettiğine bakalım. Ukrayna’da kendisini Batı’da konumlandıran, Batı’nın bir parçası olduğunu düşünen ya da olmak isteyen bir toplumsal muhalefet olduğu ortada. Bu «Batı” algısının bileşenlerinin çözümlenmesi ise konunun anlaşılması açısından oldukça önemli. «Batı” algısının bileşenleri konusunda biraz akıl yürütelim. Batı ile bütünleşme (burada AB tarafından soğurulma) yandaşları seçenek olarak karşısında, coğrafi, tarihi ve toplumsal yapı nedeniyle iki temel yol görüyor. Bu seçeneklerden ilki «geçmişi” sembolize ediyor. Bu geçmiş ekonomik geri kalmışlığın nedeni olarak komünizmi, SSCB yönetiminin son döneminin temel özellikleri olan, kaba ve yozlaşmış bürokrasiyi, kimilerinin iddia ettiği üzere «kapalı toplumu” çağrıştırıyor. Esasına bakacak olursak, Ukraynalılar açısından, belli sebeplerle gayet akla yatkın olan bu şemalaştırmanın SSCB’yi dağılmaya sürükleyen ABD propagandasının Ukrayna’ya kopyalanmış bir uzantısı olduğunu söylemek mümkün. Ama sonuç olarak, geçmişten kurtulmanın alternatifi olarak – bazı diğer eski Sovyet ülkesinin de acı-tatlı deneyimlediği gibi- yüzünü Batı’ya dönmek görülüyor. İşte «Batı” algısının bileşenleri, aslında hakim ideolojik iklime koşut olarak «geçmiş” karşıtlığı üzerinden tanımlanarak refah, demokrasi, «açık toplum” şeklinde kendisini gösteriyor. Burada, bu algının içine Ortodoksluğa karşı Katolikliğin de önemli bir bileşen olduğunu eklemek gerek.

Ukraynalılar’ın diğer bütün halklar gibi refah ve barış içinde, demokratik bir ülkede yaşama hakkı olduğunu belirtmeye gerek bile yok. Ancak, SSCB’yi temsil eden Rusya’dan «bağımsızlaşmanın” alternatifi olarak AB üyeliğini hedef olarak ortaya koymak Ukrayna’nın ne derece çıkarına hizmet ediyor? 1990 sonrası Batıcı dış politikanın ülkeyi sürüklediği konuma bakarsak, durumun Ukrayna açısından çok da iç açıcı olmadığı ortada. Sanayi üretim tükenme noktasına gelmiş, üretilen ürünler Avrupa pazarında rekabet edebilmenin çok gerisinde. İşsizlik artmış. AB’nin, daha Polonya, Romanya, Bulgaristan gibi «üvey” «yaramaz” çocukları hazmedemediği ve İspanya, İtalya ve Yunanistan gibi «öz” «yaramaz”lar ile uğraşıp durduğu da dikkate alınırsa, Avrupa’dan ekonomik bir refah beklentisi, oyalanmaktan başka bir şey olmayacaktır. Kaldı ki Avrasyacı bir dış politika, sağlam temellere oturtulursa, ne SSCB içindeki Ukrayna’ya ne de AB tarafından soğurul(a)mamış bir Ukrayna’ya benzeyecektir.

AB demokrasisine bakacak olursak ortaya daha da üzücü bir tablo çıkıyor. Avrupa, tarihin henüz hiç de tozlanmamış sayfalarından pek ders almamış olacak ki, ülkeyi kana bulayan Hitler özentilerini Ukrayna’nın başına musallat etmekten, onları desteklemekten bir de çakma başarılarını, demokrasi adına hem de, desteklemekten hiç geri durmuyorlar. Unutkan Avrupalar’ın arkasında ABD olduğuna hiç kuşku yok… Son bir iki yılda, demokrasi savaşçılarının mantar gibi bitmesinin bir anlamı olmalı… Suriye, Mısır ve şimdi de Venezüella ve Ukrayna… Suriyeli «muhalifler”in Ukrayna’ya selam çakması bundandır. Aynı değirmenin sucusu, aynı yolun yolcusu… ABD’nin her ülkeye özel reçetesi mevcut. Ukrayna’ya faşizm vitamini… Çünkü ABD hatırlıyor. SSCB’yi alt etme sevdası uğruna Hitler’i nasıl desteklediklerini, iktidara taşıdıklarını, bütün Avrupa helak olduktan sonra da nasıl dünyanın tahtına oturduğunu hatırlıyor…

İşte, Ukrayna neden mevzilerin kuzey cephesi sorusunun yanıtını verme zamanı geldi. Ukrayna jeopolitikçilerin dünyanın kalbi dediği Avrasya’nın ortasında bulunmaktadır. Rusya’nın komşusudur. Komşusu olmanın yanı sıra ekonomik, askeri, siyasi ve özellikle kültürel olarak etkisinin yoğun olduğu bir yerdir. Yaklaşık 300 yıldır Rusya’nın ezici üstünlüğünün olduğu Karadeniz’e hakim konumdadır. Rusya’nın yumuşak karnıdır Ukrayna. Bizim yazmaktan, okumaktan sıkıldığımız; onların yüzyıllardır uygulamaktan sıkılmadığı stratejik hesaplamalardır bunlar. Evet ABD, Rusya’nın yumuşak karnına zarar vererek, NATO gemilerini Karadeniz kıyılarına çekerek, beslemesi AB’nin bayrağını karşı kıyıda dalgalandırarak onu moral olarak, çökertmek istemektedir.

Peki ne oldu da epeydir durgun olan Avrupa’ya geri döndü klasik «böl yönet”çi emperyalist namlular? Yanıt basit aslında. Ortadoğu politikaları çıkmaza girdi. Rusya, Ortadoğu’da ABD egemenliğinin yayılmasına izin vermiyor. Ortadoğu halkları ABD’ye karşı direniyor. Suriye’de, Mısır’da, Tunus’ta ABD kuklaları sıfırı tüketti. ABD zaten artık akıllı uçaklarıyla, tanklarıyla, paralı askerleriyle giremiyor canının istediği yere. Son çare olarak, arka bahçesi Latin Amerika’da ve yazlık evi Avrupa’da karışıklık çıkartmak peşinde. Venezuela halkı Bolivar’ın da Chavez’in de mirasına sahip çıktı, onu yüceltti. Fakat, AB’ci toplumsal eğilimlerin varlığı ve stratejik önemi nedeniyle ABD’nin yeni hedefinde Ukrayna olması gayet anlaşılır.

Dünya giderek daha da belirgin biçimde cepheleşiyor. Ukrayna gibi, safını tam belirleyemeyenler eziliyor.. Cephenin bir ucunda eski egemenler. Kaybettikleri kanı emperyal zihinlerinin sanrılarıyla tatmin etmek peşinde. Cephenin diğer ucunda savunanlar. Savundukları, yalnız kendi çıkarları değildir. Savundukları toprakları, insanları ve geleceğimizdir. Bizi emperyalizmin korkunç kıskacına sıkışmaktan alıkoyan her adım bugün değerlidir. Cephenin bu ucu, gelişmekte, güzelleşmektedir. Eksiği çoktur, öğreneceği çoktur yapacağı çoktur… Yapmak da yıkmak kadar insandandır çünkü…

Bunları da sevebilirsiniz