Dünya kısa sayılamayacak bir süredir bir virüsün yapıp ettikleriyle cebelleşirken pek çok şey geldi geçti başımızdan. Pek çoklarımız evlerimizde kaldığımız sürede yeni şeyler keşfettik; kendimizi tanıdık; yeni beceriler edindik, var olanları geliştirdik. Düşündük. Düşündük mü cidden? Düşünenlerimiz oldu en azından. Şimdilerde hızla yokuşa sürüklenmekte olan bir ülkedeki önlemsizlikler, evde kalıp düşünmek için daha çokça vaktimiz olacağının habercisi gibi.
Tarih boyunca, yaşam koşulları toplumsal hayatı, davranışları ve alışkanlıkları belirlemede hayli etkili oldu. Öyle ki bazen tarihsel uğraklar yüzyıllarca sürecek yaşam biçimlerinin oluşmasını beraberinde getirdi. Dünyadaki önemli dönemeçler, toplumsal mekânlarımızı, özel alanlarımızı, yiyip içtiklerimizi değiştirip dönüştürdü çoğu zaman. İnsanlık için yeni ihtiyaçlar belirdikçe, yeni düşün biçimleri hatta yeni hayal biçimleri oluşmasına neden oldu. Yeni ile eski arasındaki mücadele de böylece tarih sahnesinin hiç eksilmeyen bir öğesi olmaya devam etti.
Wolfgang Schivelbusch tarafından kaleme alınan ve Türkiye’de de hayli satılan Keyif Verici Maddelerin Tarihi adlı kitap, alışkanlıklar ve yaşam biçimleri ile önemli tarihsel dönemeçler, toplumsal fay hatları arasındaki ilişkiyi çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Kitapta, keyif verici maddelerin tarihi üzerinden Doğu ile Batı ilişkisinden Avrupa’daki aristokrasi ve burjuva mücadelesine kadar pek çok önemli olgunun izini sürmek mümkün oluyor. Baharat yolundan kahve çekirdeğine; üzüm bağlarından sıcak çikolataya uzanan keyifli bir yolculuk kitabın bizi çıkardığı. Ancak, okumakta geç kaldığım bu zamansız kitabın bana düşündürdüğü en önemli şeylerden birisi, korona günlerinin insanlığı, alışkanlıklarımızı, düşünce biçimimizi nasıl değiştireceği oldu. Değil mi ki kara veba Avrupa’yı evlerine hapsetti, insanlığı sudan soğuttu. Korona da daha şimdiden bizi dönüştürmeye başlamadı mı?
Korona Virüsün Araladığı Kapı
Çin’den başlayıp neredeyse tüm dünyaya yayılan bu virüs ve hastalık insanlık olarak pek çok şeyi sorgulamamız için bir kapı araladı. Aralanan bu kapı, ağır bedelleri olan ve önlemler sıkılaştırılmazsa bedellerin ağırlaşacağı bir geleceğe açılıyor. Tüketim alışkanlıklarımız ve doğa ile olan ilişkilerimiz sürecin bize sorgutlattıkları arasında başı çekiyor hiç kuşkusuz. Bu dönemde, dünyadaki her şeyin nasıl da birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunu, bu karmaşık ağın içerisindeki küçük ve önemsiz yerimizi, yine de tüm ağa hükmetme hırsımızın bizi nasıl tükettiğini daha iyi duyumsadık. Bizler, evlerinde otururken düşünenlerimiz…
Bu hastalığa karşı güvenle kullanılabilecek etkili bir aşının ne zaman geliştirilebileceği bilinmezliğini koruyor. Virüsün etkisini en az iki yıl daha sürdüreceği tahmin ediliyor. Ayrıca, önümüzdeki yıllarda korona gibi başka virüslerin ya da biyolojik felaketlerin insanlığı tehdit edebileceği karanlık komplo teorileri olmaktan çıkıp ciddi bilim çevrelerinde de tartışılır olmaya başladı. Bu koşullarda, insanlığın dönüşüm sürecinin önemli bir uğrağında olduğunu düşünmemek elde değil. Yani artık yeni çalışma biçimleri, yeni bir insan ilişkisi biçimi, yeni sorumluluklar, yeni iletişim yöntemleri ve yepyeni keyifler, keyif verici yepyeni uğraşlar bizi bekliyor.
Kalabalıkta Yalnızlık
En yakın dostumuza bir daha ne zaman sarılabileceğimizi kestirmek zor. Konuk ağırlayacağız diye allayıp pulladığımız, dayayıp döşediğimiz evlerimizde bir daha ne zaman eş dost için sofralar donatacağımız belirsiz. İnsanların tanıştığı kaynaştığı; kavga edip barıştığı, dertleşip efkarlandığı kafe ve barların, meyhanelerin bir daha ne zaman güvenli limanlar olacağını hangimiz biliyor? Büyük prodüksiyonlu filmler belki de uzun zaman beyaz perdeden izlenemeyecek; o heyecan, tanımadığımız salon dolusu insanla paylaşılamayacak. Filmlerimizi dijital platformlardan ev halkıyla kara kutudan izleyeceğiz artık. Ya da belki arabalı açık hava sinemaları yeniden popülerleşecek. Betona gömülmüş büyük şehirlerimizde geniş alanlar bulunabilirse tabi… Belki de bir süre çekilmeyecek bile büyük prodüksiyonlu filmler daha alternatif yapımların popülerleşmesi olanağı olacak belki de ilk defa. Biz seyirciler sahne tozundan tiyatrocularımız ömürlerini adadıkları alkışlardan uzak kalacak. Canım oyunlar da kara kutuya hapsedilecek. Ama belki de böylelikle, tiyatro (artık ne kadar tiyatroysa) geniş kitlelere mal olabilecek.
Kendine Dönüş!
Belki de artık en büyük keyfimiz kendimizi keşfetmek olacak. Doğa ile ilişkimizi baştan tanımlayacağız. Doğanın parçası olduğumuzu unutup ona hükmetmeye çalışmaktan vazgeçeceğiz. Onunla geçinmenin daha yapıcı bir yolunu bulacağız. Dostlarımızı parklarda bahçelerde göreceğiz. Daha çok oksijen alacağız. Şehirlerimizi daha yeşil kılmak zorunda kalacağız. Daha az tüketip daha çok üreteceğiz. Üretmek zorunda kalacağız. Kendimize az olsa yetebilmeyi deneyeceğiz. Söz gelimi ekmeğimizi kendimiz yapacağız. Saçımızı kesmeyi öğreneceğiz. Üretmek, öğrenmek ve keşfetmekten keyif alacağız.
Korona ve diğer felaketler bizi değişmeye zorlayacak o kuşkusuz. Peki biz ders alacak mıyız? Orası muamma.