Çiller Hükümeti´nden bu yana Türkiye´de «derin devlet” tartışmaları sürmektedir. Onun öncesinde de 1970´li yıllarda Kontrgerilla ve Gladyo adlarıyla NATO´ya bağlı bir yapılanmadan söz edilebilir.
Bu iki dönemin yapılanmalarının karakteristik özelliği, «devlet adabına” ve «geleneklerimize” yakışmayan işlerin üstesinden gelme yetenekleriydi. Daha açık söylersek, bu dönemin yapılanmaları devlet ve/veya devletin başındakilerin politikaları uğruna cinayetler dahi işleyebilen, uyuşturucu satan, haraç toplayan ve işletme basan, dahası işkencehane kuran ve yürümekte olan bir soruşturma için ifade alabilen bir suç örgütü niteliğindeydi. Yazılı olmayan işlere bulaşan, dolayısıyla yetki ve icraatleri devlet otoritesince açıktan tanınmayan işbitiriciler söz konusuydu.
17 Aralık Operasyonu AKP iktidarı ve ABD emperyalizmi ile mücadele edenler için malumun ilanıydı. Ortaya çıkan sonuçları özetleyelim:
1- AKP´nin tek parti iktidarı esasında bir koalisyondur.
2- Bu koalisyonun bileşenleri AKP, Cemaat ve liberallerdir. AKP içerisinde ise cemaatle doğrudan veya dolaylı ilişki içerisinde olan bir grup ile Abdullah Gül etrafındakiler ve Erdoğan´ın kadroları bulunmaktadır.
3- Bu koalisyon, devletin çeşitli erklerini ele geçirmiş Cemaat´in ve resmen Türkiye´nin başında oturan AKP iktidarının gücünden korkan bir sermaye çevresinin güvenoyunu almıştır.
4- Söz konusu güvenoyunun en etkili göstergesi medyanın tek bir merkezden kontrol edilmesidir.
5- İktidarın tekelinde bulunduğu düşünülen teknolojik imkanlar (ortam dinleme, telefon dinleme türünden teknik takip ve belge imalat araçları) bu koalisyonun tüm bileşenlerince sahip olunabilmiştir. 6- İktidar içerisindeki paylarını arttırmaya çalışan koalisyon unsurları bu imkanları birbirilerine karşı kullanmıştır.
7- AKP ve Cemaat´in birlikteliğinin çimentosunu ABD´nin bölgemizdeki politikaları, fiili varlığı ve Türkiye dahilindeki yeni ekonomik ilişkiler oluşturmuştur.
8- Bu yeni ekonomik ilişkilerin yayıldığı sektörleri inşaat, medya ve hizmet sektörü oluşturmuştur.
AKP, medyanın yıllardır başvurduğu siyasal meşruiyet argümanlarına dayanarak eski dostunu «paralel devlet” olarak adlandırmıştır. Dolayısıyla, eskinin «derin devleti”nin yerini «milli iradeyi sakatlayan” yeni bir özne olarak paralel devlet almıştır. Gözden kaçan gerçek, bu paralel devletin esasında eski derin devletin karaya oturmuş hali olmasıdır.
Yeni Durumun Yeni Çelişmeleri
Bu yeni olgu, derin devletin karaya oturması, Türkiye´deki siyasal karşıtlıkları yeni bir zeminde yeniden kurmuştur. Zeminin köşe taşlarını şu temalar oluşturmaktadır:
1- Yolsuzluk operasyonu
2- AKP´nin meşruiyeti
3- Cemaatin yasal durumu ve maddi gücü
4- Ergenekon ve Balyoz tutuklularının hukuki durumu
5- «Demokratik açılımın” sahibinin kim olduğu
6- HSYK, Emniyet Teşkilatı ve İdari Birimlerdeki görevlendirmeler
AKP-Cemaat cephesinde bu temaların tümünde bir karşıtlık olduğu görülmektedir. Bu karşıtlıklarda mücadele sürdüğünden özellikle 5. maddede keskin çıkışlar bu cephe içerisinde görülememektedir. BDP-PKK-HDP cephesi söz konusu mücadelenin kazananını bekliyor olduğundan henüz net bir tavır alamamaktadır. Erdoğan´ın, Cemaat ve ABD karşısında iktidarını korumak için müttefik aradığını düşündüklerinden bu cephenin önderleri, Erdoğan´a «seni Gezi´de biz kurtarmıştık” sözleriyle el uzatmaktadırlar. Öte yandan, Cemaat´in gücünün farkında olduklarından söylemsel bir zeminde «AKP karşıtlığını” elden bırakmamaya çalışmaktadırlar.
Türkiye solunda üçlü bir konumlanma gözlenmektedir:
Birinci madde söz konusu olduğunda CHP-TKP-Halkevleri yolsuzluğa odaklanmakta ve seçimler yoluyla AKP´yi alaşağı etme stratejisini gütmektedirler. Özellikle CHP, bu safhada Cemaat ve ABD ile karşı karşıya gelmemeye çalışmaktadır. Bu nedenle, CHP yönetimi 3. madde konusunda susmaktadırlar. DSP iktidarının ilk dönemlerinde Ecevit´in «Tarik yol demektir. Tarikat kötü bir şey değildir” türünden açıklamaları akla gelmektedir. Zamanında DSP´nin, CHP´den ayrılmak için türettiği «inançlara saygılı laiklik” söylemi, şimdilerde CHP yönetimince ulusalcı CHP´li ve İşçi Partililere karşı dillendirilmektedir. CHP yönetiminin bu yeni konumlanışı o denli keskindir ki Türkiye Barolar Birliği Başkanı´nın önerisine karşı MHP lideri Bahçeli, BDP-PKK cephesi ve Cemaat´in sözcüleriyle ağız birliği edercesine yeniden yargılamanın önünü tıkamaya çalışmaktadır.
Roller yeniden dağıtılmakta, söylemler ağız değiştirmektedir. CHP lideri Kılıçdaroğlu, Erdoğan´ın Cemaat´e yönelik «darbecilik” suçlamalarına karşı «darbeyi sen yaptın” diyebilmektedir. Düne kadar Türkiye´nin meşru hükümeti olarak gördükleri AKP´yi darbeci yapan CHP yönetimi sivil toplumun bir unsuru olarak gördükleri Cemaat´e zeytin dalı uzatmaktadır. Barış süreci karşılıklıdır. Cemaat de yayın organlarında CHP liderinin demeçlerine geniş yer vermektedir. Cemaat´in başvurduğu yolları gözlerden saklamak adına, CHP-Cemaat-Liberaller koalisyonunun 2. maddede belirtilen meşruiyet tartışmasını açtıklarını ve AKP´yi gayrimeşru ilan ettiklerini görmekteyiz.
Haziran ayaklanmasıyla birlikte ulusalcı kitle üzerinde saygınlık kazanan TKP ise yerleştiği mevzileri genişletmek için İşçi Partisi´nin Cemaat-AKP çelişmesine vuran yayınlarını AKP yandaşı olarak göstermektedir. CHP-TKP-Halkevleri-Liberaller, Balyoz ve Ergenekon tutuklularının serbest kalmasını AKP karşıtı güçler arasındaki ayrılığı derinleştirecek bir hamle olarak gördüklerinden bu konuda «hukukun üstünlüğü” söyleminin ötesinde bir demeç vermemeye çalışıyor gibiler.
İhaleler ve Yayınlarla Bedduası Tutan Önder
Beddua kişinin vicdanında Tanrı´ya yakarmasıdır. Genellikle, toplumumuzda hoş karşılanmaz. Hele bir de bu bedduada bulunan kişi bedduasında andığı dilekleri hayata geçirebilecek güçteyse, bu beddua hepten şekil değiştirmektedir. O halde beddua Tanrı´ya bir yakarış değil, Tanrı´nın eli ayağı olduğuna inanan birilerine talimat olarak görülmelidir. Beddua yoluyla talimat verilmiştir. AKP´nin üstüne gidilecek, «yuvalar yıkılacaktır”. Bu önder bazı çevrelerde çoktandır «hocaefendi” sıfatıyla bilinmektedir. İlginç olan Türkiye solunun «Enver Hoca”dan sonra kendine yeni bir «hoca” edinmesidir. «Hocaefendi” efendiliğini bırakıp AKP´yi yıkmakta bir müttefik oluvermiştir.
Kılıçdaroğlu, AKP´nin «darbe yaptığını” söylemektedir. Ancak, AKP darbesinin ortaklarından söz etmemektedir. Acaba, AKP darbesini seçmen mi yapmıştır? Yoksa, seçmeni yönlendiren belli başlı unsurlar mı bulunmaktadır? Bugün bu unsurların adresleri belli midir? AKP´yi iktidara getirenlerle anlaşanlar AKP´nin sonunu paylaşacaklardır. Tarihin öğrettiği budur. Ancak, ne yazık ki, CHP lideri tarihten öğrenmek yerine ampirik yollara başvurmaktadır.
CHP´de Kılıçdaroğlu´nun başarısızlığını bekleyerek liderlik koltuğunu beklemeye kalkanlar Kılıçdaroğlu´nun başvurduğu ampirik yolların vardığı hezimeti paylaşacaklardır. Kariyerlerini CHP´nin liderlik koltuğuna endeksleyenler, Türkiye´yi CHP’siz bırakma yolundadırlar.
Konsensus Fetişizmi
İktidara gelişin birbirine zıt iki teorisi vardır:
1- Liberal Teori: İktidar sivil toplumdaki uzlaşıyla belirlenir. Bunun somut göstergesi demokratik seçimlerdir.
2- Gerçekçi Teori: İktidar sivil toplumdaki uzlaşıyı belirleyen güç ilişkilerinin eseri ve onun somut göstergesidir.
Birinci teorinin pratiği mevcut güç ilişkilerine dokunmadan yeni bir uzlaşı adına bu güç sahiplerden icazet alarak iktidara ilerlemektir. İkinci teorinin pratiği ise uzlaşının bozulması sayesinde ortaya çıkan yeni çelişmelerden yararlanarak güçlerini büyüterek iktidara ilerlemektir.
CHP´nin yeni liderlerinin birinci teoriyi benimsemesi olağandır, zaten kendileri de liberal olduklarını göğüslerini gere gere söylemektedirler. Dolayısıyla, onların pratiği, ABD´ye «yes we can” diyerek seninleyiz demek ve Cemaat´e «Elhamdülillah biz de müslümanız” diyerek göz kırpmaktır.
Burada ilginç olan TKP´nin ve müttefikten yoksun «Sol Cephesi”nin tuttuğu yoldur. Mevcut güç sahiplerinden herhangi bir icazet alma yolu bulunmayan TKP´nin AKP´yi topa tutup hiçbir somut çelişmede taraf olmaması ne kafalarında yer alan sosyalist devrime ne de eylemliliklerine yansıyan ama kafalarında inkar edilen milli demokratik devrime uygundur.
Ahmet Hakan´ın CNNTürk´te yayımlanan Tarafsız Bölge programında sorduğu soruları bile soramayan «muhalefet”in pratiği işte günümüzün mevcut güç ilişkilerinden icazet alma stratejisi içinde kalmaktır.
«Gezi Ruhu”ndan «çok şeyler” anladığını iddia edenlerin TOMA´ların, gazların üstüne yürüyen insanlardan öğrendikleri bu mudur? Haziran Ayaklanması´nın fedailerine layık olan «muhalefet” bu mudur?