2014´e girerken Türkiye Aklını Arıyor!

2014 arifesinde Halk´ın durumu

«Halktan adam olmaz” diyenlere inat halk ayakta olduğunu gösterdi. Önce Cumhuriyet mitingleri sonra TEKEL direnişi sonra yeniden Cumhuriyet mitingleri ve her defasında daha emekçi daha kararlı…

2013 Haziran´ında Türkiye´nin sokaklarında gerçek bir bahar yaşandı. Sokaklarda alabildiğine özgürlük, özgürlüğün tadına varan bir halk, doya doya konuşan, polisten, ölümden korkmayan, birbirine sıkı sıkı sarılan bir halk bahar yaşattı ülkemize. «Ahmak ıslatmaya” çalışanlara rağmen «ahmak” olmadığını gösterdi halk.

1980 sonrası örgütsüzlük methiyelerine, son on yılda yüksek perdeden dile getirilen «kimlik”, «cinsiyet”, «çevre” soslu, eksik kısaltmalı haliyle «neo-sol” (eksik, çünkü tire işaretinin olduğunu yerde «liberal” ifadesi gizli) akımın «haklı” eleştirilerine rağmen halk «ben buradayım! Kurtuluş Savaşı´nı yapan, 15-16 Haziran´da İstanbul´u kuşatan, Zonguldak’tan Ankara´ya yürüyen, Susurluk Çetesiyle ortaya dökülen kirli ilişkilere karşı ışık kapatma eylemleri yapan, kısacası yıkan da yaratan da benim” dedi.

Halka «adam olmaz” diyen «adam” olmayanlar

Düşmanın gelişini Polatlı´ya kadar göremeyenlerin torunları bugün Cemaat´in bir sivil toplum örgütü olmadığını, devleti ele geçirdiğini yeni yeni öğreniyorlar. Halkı ekranlardan, gazete sayfalarından hipnotize etmeye kalkanlar görünen o ki kendi yalanlarına inanmışlar. Hocaefendileriyle Büyük Hatipleri kavgaya tutuşunca ne yapacaklarını bilemediler. «Adam olmaz” diyenler fena yakalandılar. «Yargı bağımsızlığı”, «masumiyet karinesi”, «gerçek demokrasi”, «derin devlet” edebiyatı yeniden türedi.

CHP´nin ve Liberallerin Aklı?

2014´e girerken adamsız değiliz, ama ne yazık ki kafasız, akılsız giriyoruz. «Örgütsüzlük”, «ideolojisizlik” in, Hocaefendisizlik, ABDsizlik out!

Türkiye siyasetinin alternatifi diye sunulan CHP´nin durumu işte tam da bu. Hem de kendileri ilan ediyorlar. Muharrem İnce, Aykırı Sorular programında durumu halka kanıksatma görevini yürüttü.

Operasyonların doğal bir sonucu olarak Türkiye siyasetinin yeni, verili ve değişmez bileşenleri varmış gibi sunuluyor:

1- ABD ile görüşeceksiniz.

2- Cemaat ile anlaşacaksınız.

3- PKK ile masaya oturacaksınız.

Türkiye kamuoyunun asli bileşenleri bundan böyle bu üç unsur olacakmış. Tabii, bunları açık açık söylemiyorlar. Daha ziyade şöyle bir yol izliyorlar:

1- ABD ile görüşmenin nesi yanlış ki? Sonuçta Tayip Erdoğan da görüşüyordu.

2- Cemaat ile görüşmenin nesi yanlış ki? Sonuçta Cemaat sivil toplumun bir parçası.

3- PKK ile görüşmenin nesi yanlış ki? Sonuçta Devlet yıllardan beri PKK ile görüşüyor.

Bunların da geri planında şöyle bir düşünce var:

1- ABD çok güçlü, onsuz olmaz.

2- Cemaat devletin birçok kurumunu yönetiyor, en azından köprüyü geçene kadar «hacı´ya hoca” demek gerek.

3- Kürtleri büyük oranda PKK temsil ediyor, PKK´siz bir siyaset mümkün değil.

Bu düşüncelerin belirli bir oranda doğruluk payı taşıdığını kabul etmek mümkün. Ancak sorun başından beri bu doğruluk payının değişmesi değil mi zaten?

Verili olanın kabulü ve verili olana göre siyaset

Elbette, reel siyasette mevcut olan dikkate alınmalıdır. Ancak bu mevcudun verili ve değişmez olduğu anlamına gelmemelidir. Aksi takdirde kabileden tarım toplumuna, tarım toplumundan kent toplumuna, ümmetten millete, monarşiden cumhuriyete geçiş olanaksız olurdu. Verili olan değişecektir. Mesele verili olanda gizlenen ve kendini ancak elinden tutulduğunda belli eden kuvveti keşfetmektir.

Cemaat ve ABD, görünen o ki, CHP´nin ve liberallerin bir türlü göremediği halk gücünü görmüş. Gezi direnişini Haziran ayaklanmasına dönüştüren, Yeni Anayasa girişimlerini boşa çıkaran, Yatağan´da TEKEL´de ayağa kalkan halkı devrim saflarına vermemek için kitle çizgisi izleyen ABD ve onun acentası Cemaat, CHP´yi dönüştüre dönüştüre devrim saflarını tüketme çabasında.

Verili olanın ötesine geçme çabasını bir kenara atanlar verili olanın kurbanı olurlar. Gelecek ideali olmayan, bu ideali gerçekleştirmek için örgütlenmeyen ve güç toplamayan CHP´nin tek başarısı AKP´nin boşalan donunu giymek olacaktır.

O halde cemaatin gördüğü kuvveti fiile çeviren yeni bir özneye ihtiyaç vardır. Bu özne, yükselen halk hareketinin içerisinde yetişen nitelikli liderleri siyasete taşıyıp gerçekleştirilebilir bir program temelinde halkın özlemlerine yakınsamayı hedeflemelidir.

Ancak söz konusu öznenin de sorunları vardır.

Direnişin Aklı?

Direnişte kendini serimleyen küçük burjuva radikalizmi, değişimi tek bir günde tamamlama arzusu imkansızlığın doktrini ile birleştiğinde CHP´ye yedeklenen neosolcu kimi zaman da korumacı arzularının coşmasıyla MHP´ye yedeklenen şöven tutumları üretiyor.

Türkiye gerçeğinden hareket etmeyen, halk hareketinin kısa-orta-uzun vadelerini hesaplamayan, kitle inisiyatifini serimlemek adına kitlenin dağılmasına neden olan bir örgütsüzlüğe saplanan bu akıl, sistemin başını okşamasıyla kendinden geçiyor. Revaçta olan akıl işte bu örgütsüz, ideolojisiz, «yaramaz”, «uçarı”, «aşırı”, «maceracı”, köksüz ve idealsiz iklimin çocuğudur. Maceraları kentin arka sokaklarında olduğu, iktidarın göz koymadığı alanları hedeflediği sürece söz konusu «maceracılar” uysal birer oportünist oluveriyorlar.

Köksüzlük ise geçmişin günahlarından azade olma çabasının bir sonucu. Gericilikle mücadele günlerinin günahlarını üstlenmeme arzusu iktidarsız, partisiz, tarihsiz, mirassız, kimsesiz şımarık bir küçük burjuva radikalizmini besliyor.

«Sosyalizmi idealleştirme” türünden düşüncelere kapılarak ve giderek Troçkizmin de çemberinden geçerek anarşizme varan «aşırılık” Bilgi Üniversitesi salonlarında soluklanıyor, steril devrimcilik oynanıyor. 1 Mayıslarda karalar giyiliyor, maskeler takılıyor, tehlikesiz eylemlerle «tehlikeliyiz, öfkeliyiz” tripleri atan ergenler gibi tatmin olunuyor.

Örgütsüzlük, ideolojisizlik, tarafsızlık kisveleriyle halkların mücadeleleri anlaşma masalarında bitmiş gibi davranılıyor. Bu akla göre «Esad´ın da canı cehenneme”dir. Esad, Erdoğan, Atatürk, Lenin, Lincoln, Che, Kaddafi vb. hepsi de katildir, hepsi de diktatördür.

Kavramsız ya da sahte kavramı bol bu ortamda «her şey”, «hepsi”, «herkes” aynı oluveriyor. Hal böyle olunca Stalin´le Hitler arasındaki «şahsi münasebetleri” çok önemli bulan kafasız milyonlar birbirlerini öldürüyor, Padişah yerine Kemal´i seçen Etrak-ı Bi-idrak aval aval bakıyor, İngiliz yerine savaş vurguncularını seçen Türk köylüsü boşuna ölüyor… Bunlara göre topraktan şüheda değil enayi fışkırıyor.

İmkansızı değil İmkanı arayan akıl!

İmkansızlığı, iktidarsızlığı değil de kurtuluşu, kurtuluşa giden yolu arayan aklı arıyoruz. Ne köksüz ne geleceksiz, ne halk dalkavuğu ne kimsesiz, ne aklı bir karış havada ne gerçeklik adına var olan her şeye eyvallah diyen bir akıl arıyoruz. Aradığımız halk hareketine yaraşır, Türkçe´ye, Türkiye´ye yaraşır bir akıl. Geleceğe bulunduğu yerden bakarken bulunduğu yere nasıl gelindiğini unutmayan bir akıl aradığımız.

Önümüzdeki yılların görevi var olanla yetinmeyen ve tarihsellikten bihaber olmayan bu güzel aklı işletip Türkiye´nin geleceğini Türkiye´den kurmaktır.

Bunları da sevebilirsiniz