Fidandan Ağaca

‘İnsanın kendi geleceğinin denetimini elinde tutamadığında özgürlükten söz edilebilir mi?’ (Engin Geçtan, İnsan Olmak, s.27.)

Foucault’un ‘İktidar her yerdedir, direniş de’ sözünü sıkça akla getiren birkaç ayı tamamladık. Haziran ve Temmuz’u geride bırakırken parkların, bahçelerin, ağaçların ve kitapların yakın zamanda olmadığı kadar siyasi direniş araçları olarak kullanıldıklarını gördük.

‘Haydi barikata; ekmek, adalet ve özgürlük için’ diye çağrılarda bulunulurken bir yandan ‘biberine, gazına, copuna, sopasına eyvallah’ şarkılarının söylendiği; önce ‘İzmir’in dağlarında çiçekler açar’ diye marşlar çalınırken ardından Zazaca türkülerin söylendiği, üstüne de ‘yaşasın halkların kardeşliği’ sloganlarının atıldığı sahnelerin bir kenarında durduk.

Kimisi ‘orantısız zeka’dan bahsetti, kimi medyayı suçladı, kimi bugüne dek apolitikliğinden şikayet ettiği gençlerin direniş yöntemlerini benimseyerek bir nevi günah çıkardı. Sanki haksızlıklar karşısında, zor karşısında daha cesur ve dayanıklı olduk.

Direniş marş, şarkılar söylerken vücut buldu, farklı protesto yöntemleri ile daha önce de kendini göstermişti; ama bu kez sosyal medyanın kullanılması ile tüm bu yöntemler daha fazla görünür hale geldi. Meydanlara çıkamayan-çıkmayan ama kendini okuyarak yazarak ifade etmeye çalışan bir kitlenin de kendini daha kolay ifade edebildiği bir alan ortaya çıktı. Sokak kütüphaneleri de bunlardan biri oldu.

Taksim’de Gezi Parkı’nda ilk örneği olan pek çok şehirde de benzerleri kurulan-serilen kütüphanelerden biri Alsancak’taydı. Hep buluşmaların, yürüyüşlerin yeri olan Sevinç Pastanesi’nin karşı köşesi bu kez kitap okuma alanıydı. Bu kütüphanelerden ücretsiz olarak kitap edinmek ve tabii ki istenilen kitabın bağışlanması mümkündü. Benim payıma düşen Engin Geçtan’ın ‘İnsan Olmak’ kitabı oldu. Daha önce Hayat ve Zamane’yi okumuştum, bu kez İnsan Olmak’ı seçtim.

‘İnsan Olmak’

Okudum. Elimden geldiğince anlatıyorum:

Kitap on üç bölümden oluşuyor. Bunlardan bazıları: birey ve toplum, ana-baba ve çocuk, insanlardan korkmak, öfke ve düşmanlık, yalnızlık, ortak yaşam ilişkisi, yaşam ve ölüm, kendini yaşamak isimleriyle karşımıza çıkıyor.

Geçtan, Haziran 1983’te kitaba yazdığı önsözde kitabın amacından bahsediyor. ‘…bu kitap, öncelikle insanın kendisindeki ve çevresindeki bilinmeyenlerinin sayısını azaltmayı amaçlamaktadır. Kendimizi ve çevremizi anlayamamanın getirdiği ürküntü dış dünyanın tehlikeli bir alan olarak algılanmasına neden olur. Böyle bir durum, davranışımızı tehlikelere karşı savunmaya yönelik bir biçimde düzenlememize ve enerjimizin çoğunu bu doğrultuda tüketmemize neden olacağından, gerçeklerimizi algılamamızı ve kendimizi yaşayabilmemizi engeller.’(s.8) diyor.

Bu, aslında pek çok konuda tarafların birbirini dinleyememesinin ve dolayısıyla anlayamamasının bir açıklaması olarak değerlendirilebilir. Birbirini dinlemeyen ve kendi duygularından ve olumsuz düşüncelerinden yola çıkan kimi tarafların; yapıcı olmayan politikalar üretmelerinin ve toplumda farklı yönelimlerdeki grupların bu yöndeki korkularını beslemelerinin ve böylece tam olarak neden korktuğunu bilmemesine rağmen, kendisi ve benzerleri dışında tüm çevreyi bir tehdit unsuru olarak algılama davranışını seçen kimselerin ortaya çıkması davranışı buna bir örnek olabilir.

Geçtan ‘İnsanlardan korkmak’ bölümünde ise, herkesin karşısındakini kendi gibi bilmesi olarak sıkça ifade edilen duyguyu anlatıyor. ‘İnsanlardan korkmak, kızgınlık ve kızgınlığın yarattığı düşmanca duyguların dıştan fark edilmesi tehlikesinin doğal bir sonucudur. Ne var ki, tehlike kişinin kendi içinden değil de dıştan gelecekmişçesine algılanır. Dolayısıyla, diğer insanlardan olumsuz davranışlar geleceğini düşünen kişi, aslında kendi olumsuz duygularından korktuğunu göremez.’(s.51) diyerek bu durumu ifade ediyor.

Günümüzde pek çok insanın yanlış tehdit algılamaları nedeniyle çevresine olumlu tepkiler vermekten kaçınması; asık suratlılık, hoşgörüsüzlük gibi, tahammülsüzlük gibi halleri benimsemelerinin altında yatan nedenlerden biri olma ihtimalini beraberinde getiriyor bu durum. Oysa ki, iletişim ve paylaşımın daha fazla olduğu ve artmasının teşvik edildiği; karşılıklı saygı ve tartışmanın, farklı fikirlerin bir arada yaşamasının desteklendiği ortamlarda yetişen bireylerin bu gibi yanlış algılamalar içerisine girmesi daha zor oluyor. Hatta yazar, olumsuz ortamda yetişen bir bireyin olumsuz özellikler benimsemesinin, olumlu özellikler benimsemesinden daha güçlü bir ihtimal olarak ifade ediyor. ‘Destek ve dayanışma ortamında yetişen bir insanda olumlu ve yapıcı duygular, kendini gerçekleştirme yollarını engelleyen bir ortamda büyüyen bir insandaysa bencil ve yıkıcı eğilimler etkinlik kazanır.’(s.187) diyor.

Tüm bu toplumsal tartışmalara ve çatışmalara nasıl bir son verileceğini düşünenler içinse yine yazardan bir alıntıyı aktarmakta fayda var: ‘İnsan doğası yalnızca belirli bir zaman kesiti içinde nasıl değerlendirilemezse, toplumlar da geçmişlerini özümseyemedikleri sürece kendilerini gereğince anlayamazlar. Şimdiki zamanın geleceği ve geçmişi de içerdiğini görmezlikten gelen toplumların bireyleri ise evrensel olma niteliğine ulaşamazlar!’(s.191)

‘Benim de Kürt arkadaşlarım var’dan ‘İyi eylemciler, kötü eylemciler’ ayrımına

Tüm bu satırları okuduğumda aklıma Kürt sorunu ve çözüm süreci geliyor; bugünkü çatışmalar ve toplumsal ayrışmalar geliyor. Aslında her birimizin olaylara kendi çerçevesinden bakması ve bu çerçeveyi ne kadar genişletir isek çözüm bulmanın o denli kolay olacağı yönünde bir kez daha düşünmek gerektiğini söylemek gerekiyor.

Örneğin, bugüne kadar farklı pek çok mecrada duyduğum ‘benim de Kürt arkadaşlarım var, onlar böyle değil’ ; Gezi olaylarındaki eylemcilerden söz ederken ‘bazı eylemciler iyi, bazı eylemciler kötü’ ; gibi tek taraflı bakış açısı bu noktada anlam kazanıyor. ‘Benim baktığım, benim değerlendirmem, benim sınıflandırmam’ demek istiyoruz aslında. Kendi normlarımızı belirleyip dışında kalanları anormal ilan ediyoruz. Tabii tüm bunları fark etmek, fark etsek de uygulamak kolay mı oluyor? Hayır. Tam da bu noktada Geçtan, bu kitabı okumanın insanı bir anda değiştirmeyeceğini; zira kişinin ancak kendi algılamak istediklerini algıladığını ve dolayısıyla olaylara alıştığı-bildiği bakış açısından bakmayı tercih ettiğini dile getiriyor.

Sorduğu sorular ve benim şimdiye dek çokça düşünmediğim konularda verdiği cevaplarla kitap bir başucu kitabı olması gerekenlerden. Farklı yayınevlerinden pek çok kez basılan kitabın Metis Yayınları’ndan 2012 baskısı ile en son haline ulaşmak mümkün; ancak alıntılardaki sayfaların doğru aktarılması bakımından ve belki kitabın benden önceki sahibi de bir şekilde bu satırları okur diye elimdeki baskının künyesini aktarayım.

Asılan ve kesilen tüm fidanlara selamla…

İnsan Olmak

Engin Geçtan

Remzi Kitabevi

13.Basım

191 s.

Bunları da sevebilirsiniz