Görsel Bir Şölendir Ayvalık

Ege Bölgesi’nin ne yanına gidilse, binlerce yıllık geçmişin bakışlarını üzerinde hisseder insan.

Zeytin ağacının gövdesinde gizli olan gözler, binlerce yılın oluşturduğu kıvrımlar içinden bakarlar yanından geçip gidenlere.

«Şu ağacı görüyor musun, ne görkemli! ” diyen birini görünce de sevgiyle oynaşır zeytin ağacının yaprakları.

«Demek değerimi anlayanlar da varmış” diye düşünerek keyiflenirler.

****

Ayvalık, zeytin ağacının hem en mutlu ve hem de en mutsuz olduğu yöre olmalı.

Mutluluğunun nedeni onu seven Ayvalık insanıdır ve onu besleyen Ayvalık toprağıdır.

Orada toprak, bir annenin yavrusunu beslercesine nesi var nesi yok sunar zeytin ağacının köklerine…

İnsanıysa, -var yılı yok yılı demeden- sevgisini emeğine katarak okşar zeytin ağacının toprağını, gövdesini, yaprağını, dalını…

Peki öyleyse neden mutsuz olsun ki Ayvalığın zeytin ağacı. Hem de böyle el bebek, gül bebek yaşarken…

Olur, olur işte. Hem de yılda en az iki kez yanar Ayvalık’taki zeytin ağacının yüreği.

Biri, Ayvalığa gelen gidenlerin kendisini fark etmeden yanından geçip gitmesidir.

Nasıl üzülmesin ki zeytin ağacı, göremediği ilgiye…

Yüzlerce değil belki binlerce yılın görkemiyle dikileceksin Ayvalığın her yanına, yolların sağına soluna…

«Ben bu toprağa kök salmaya başladığımda, ne Ayvalık, ne Kidonya, ne bilmem Osmanlı vardı,” diye kendinle gurur duyacaksın…

Ama İzmir’den, özellikle de İstanbul’dan Ayvalığa koşanlar, senin yanından geçip gidecekler, seni görmeyecekler, yok sayacaklar…

Nasıl katlansın bu ilgisizliğe zeytin ağacı?

Az çok alışmıştır bu duruma da onun hiç alışamadığı, yüreğinin yaralandığı bir başka durum daha vardır.

Hasat mevsiminde zeytin toplamaya gelenlerdir onun canını yakan…

Binlerce yıl zeytiniyle yağıyla insanları mutlu etmeye çalışmış, kimi zaman onları varsıl yapmıştır da, her yıl dallarına sarılan yoksul zeytin toplayıcılarına yararı olamamıştır bir türlü…

Bu nedenle, zeytin toplarken söyledikleri yanık türküler ve her biri yoksulluğu anlatan öyküler, her hasat mevsimi üzüntü verir zeytin ağacına…

Ayvalıklı Şair Sami Gök, zeytin ağacının bu mutsuzluğunu iyi anlamış olacak ki, onun kimliğine bürünüyor ve zeytin toplamak için dağların ötesinden gelenleri şöyle anlatıyor «Şimdi Zeytin Zamanı” adlı şiirinde;

****

Dalga dalga geldiler yine/ traktörlerle, kamyonlarla/ yalın yapıldak/ Doldurdular tüm körfezin dağlarını…

Gelenler zeytin toplayıcıları…

Kiminin yüreğinde büyük umutlar/ kiminin sevda fışkırıyor gözlerinden/ fakat hepsi de İç Ege’nin yoksul köylerinden…

Sürüldüler renkli örtülerle/ uçsuz bucaksız zeytinliklere/şimdi zeytin toplama zamanı dediler…

Deniz zamanı değil/sıcak kumların üstünde/ aşk zamanı hiç değil…

Bilmeseler de aşkı ve dünyayı/ Ölesiye bilirler kara sevdayı…

****

Ayvalık sadece zeytin ağacı değil elbette. Yoksa İstanbul böylesine çöker miydi Ayvalığın iki yakasına, ‘Cunda benimdir’ dercesine…

Turizmin ‘her şey dahil’cileri gibi bal vermeyen arı olur muydu, Ayvalık’a gelip evlerine kapanan İstanbul zenginleri…

Ve elbette bir de entelektüel kategoriye postu atıp Ayvalık’tan nasiplenenler var. Onlar da işin başka bir boyutu…

****

Siz bakmayın benim zeytin ağacından ve onunla bütünleşmiş olan zeytinciden yana oluşuma.

Ayvalık’ta, zeytin ağacı ve zeytinci ile İstanbul’un Archipelago’cuları* bir denge içinde yaşayıp giderler birbirleriyle uyum içinde. Hem de belki birbirlerini hiç görmeden, sadece varlıklarını hissederek.

Ayvalık, zeytin uygarlığının kendisine sağladığı ayrıcalıkla İstanbulluların midesini ve özgürlük duygularını beslerken, denizindeki 22 adadan oluşan Archipelago’nun yarattığı güzellikle de görsel bir şölen sunar onu görmeye gelenlere…

Ve bir de…

Bütün çelişkilerine karşın Ayvalık, ülkemizin en aydın yörelerinden biri olarak, aydınlıktan korkanlara muzipçe göz kırpar, dalga geçercesine…

Bunları da sevebilirsiniz