Analiz 41

Dünya ekonomisi 2008’deki küresel krizden bir türlü çıkamıyor. Merkez kapitalist ülkelerdeki durgunluk parasal genişlemeye rağmen sürüyor. Bu durumun daha ne kadar süreceği ve önümüzdeki süreçte dünya ekonomisini nelerin beklediği ise kocaman bir muamma.

Dünya ekonomisinde değişen hem çok şey var, hem hiçbir şey yok. Değişen çok şey var derken, kriz derinleşti. 2008’deki kriz sadece ABD’nin durgunluğa girmesi nedeniyle dolaylı olarak dünyayı sarsmıştı. Bu esas deprem dalgası değilmiş, öncü imiş. Zaman geçtikçe bunu anlıyoruz. Olumlu yönde düzelme veya kalıcı çözüm yönünde bir gelişme ve düzelme yok.

Ama değişme var. Japonya, AB, ABD gibi tüm gelişmiş ülkeler içinden çıkamayacakları bir durgunluğa girdiler. Para basarak durgunluğun derinleşmesini önlemeye çalışıyorlar.

Yaşam standartlarını çok aşağı çekmeden gelir açıklarını kapatmak için anormal bir sermaye hareketi gelişmekte olan ülkelere akmaya devam etti. Gelinen noktada gelişmekte olanların da potansiyeli büyük ölçüde tüketilmiş durumdadır. Şimdi sıra gerçekleşme olasılığı daha da artan ana finansal depreme gelmiştir. Gelişmekte olan ülkelerin durgunlaşması diğerleri durgunluktayken çok daha sert geçişlerin olabileceğini düşündürüyor.

2008’den bu yana ABD’den sonra AB’nin durumu daha da dramatikleşti, buna Japonya da eklendi. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın da kaotik bir sürece doğru hızla ilerlediği gözleniyor. Paranın son on yılda gittiği gelişmekte olan ekonomiler durgunlaşıyor. Bir şeyler artık eskisi gibi olmayacak. Olası genişleme paketleri ve varlık alımlarıyla da bir düzelme gerçekleşmeyecek.

Avrupa’da büyüme yolunu açık tutalım denilerek durumu kolaylaştırmak mümkün değil. Yani gelişmişlerin son beş yılda yaşadıklarını gelişmekte olan ülkeler yaşamaya doğru gidiyor. Ama bu ekonomiler, gelişmiş ekonomiler kadar esnek değil. Parasal genişlemeye gidemezler. Zor koşullara dayanma güçleri daha zayıf. Maalesef yönetimlerin günü kurtarmaktan başka bir şey yapmadıklarını, insanlara güven vermek için hayal tacirliği yaptıklarını görüyoruz. Şu an dünyada dürüst konuşan siyasi bir irade yok.

Türkiye de günü kurtarmaya çalışıyor. Türkiye ekonomisi durgunlaşıyor. Belki iki yıl önce biraz tedbirli gitme olasılığı vardı. Şu an tedbirli gitme olasılığı kalmamış, geçen yıl %2.2 büyüme denilirken, bu yılın ilk çeyreğinde o bile kalmamıştır.

Türkiye için maceralara atılmak büyük risklere girmek bir çözüm olarak görülmektedir.

Mayıs ayı içerisinde IMF ile imzalanan son stand-by anlaşması uyarınca kullanılan kredinin son taksiti ödendi. IMF’ye olan borcun, dış borcun tamamı olarak gösteren AKP Hükümeti ve medya bunu bir başarı olarak halka yansıttı. Türkiye’nin 340 milyar dolara yaklaşan toplam dış borcu içerisinde IMF borcu çok küçük bir kısmını kapsamaktadır. Son on yılda katlanarak artan dış borç yükünün altında ise, başta bankalar olmak üzere özel sektör bulunuyor. Toplam dış borcun 105 milyar doları kamuya ait dış borçtur.

Geçen on yılda Türkiye’nin dış borcu 2.5 kat artarak 340 milyar dolara yaklaşmıştır. Alacaklılar ise JP Morgan, Citibank, Bank of America, Deutsche Bank, yani yabancı bankalardır.

Türkiye, IMF borçlarının büyük kısmını 2001 krizinden sonra almıştır. Alınan borçların tutarı 20 milyar dolar civarındaydı. Bu daha sonra bütçeden hem belli harcamalar kısılarak, hem de karlı ve stratejik birçok KİT’ler yok pahasına yabancılara satılarak ÖZELLEŞTİRMELERDEN elde edilen gelirler kullanılarak peyderpey ödenmiştir. İşin aslı budur.

AKP Türkiye’sinin geldiği noktada acımasızlık ve ahlaki çürüme dudak uçuklatıyor.

Aydınlık bir ay dileklerimle,

Bunları da sevebilirsiniz