Kitap

Yaşı kemale ermiş olanlar bilir, lisede okuduğumuz 1960’ların ilk yarısında, ikinci sınıftan itibaren öğrenim edebiyat ve fen kolu diye ikiye ayrılır, fen bölümünde olsanız da ciddi bir düzeyde edebiyat dersleri görürdünüz. Milli Eğitim, herhalde, fen kolu öğrencilerinin dilde de gelişim göstermesi gerektiğini düşünmüş olmalı ki fen kolu müfredatına edebiyatı da koymuştu.

Türkçe dersinden ortaokulda borçluya kalacak kadar dertli olduğumdan lisede bilerek fen kolunu seçmiştim. Ama sözel müfredat gene de peşimi bırakmamıştı. Üstüne üstlük bir de bayan olan Edebiyatçı mesleğini titizlik derecesinde önemsediğinden o derse karşı olan tedirginliğimi daha da artırmıştı.

Edebiyat dersi müfredatı muhtemelen kompozisyon başlığını içermiş olduğundan dersin bir yazılı yoklamasında kitap hakkında kompozisyon yazılmasını istedi. İlkin fena halde panikledim. Ama sonra bir ders saati boyunca kitaplar hakkında içimden geldiğince bana göre yazılabilecek her şeyi anlatmaya çalışan bir yazılımda bulundum.

Aradan geçen bir-iki ders sonrasında yazılı sonuçları okunmaya başlandı. İlk benim adımı okuyunca işlerin kötü olduğunu düşünerekten sıkıntıyla ayağa kalktım. Oysa Edebiyatçı beni yazmış olduğum kompozisyondan dolayı övüp en yüksek not olan on numara verdiğini söyledi.

Öğrenim kariyerim için hiç de önemli olmayan ama beni çok mutlu eden anlardan biri olarak hala derin bir duygusallıkla anımsamakta olduğum bu durumun arkasındaki nedeni pek çok kez düşünmüşümdür. Sonunda bunun, üç bini aşan sayıda kitaba sahip olmamın altındaki bilgilenme arzusunun etkisi ile bilinç dışı olarak kitaba verdiğim önem nedeni ile olduğuna karar verdim.

***

Çeşitli kentlerde yapılagelen kitap haftalarının perakende kitap satışlarında oldukça önemli rol oynadığı bir ülkede yaşadığımızı hatırlatmak isterim. Ama bu aynı zamanda bizim kitap okuma konusunda çok olumsuz bir düzeyde olduğumuzu da göstermektedir. Biliyoruz ki Japonya, Rusya, Almanya gibi ülkelerde bize göre sayı bazında yaklaşık olarak kişi başına yüz kat daha fazla kitap okunmaktadır. Demek onların kitap alışverişi yılın bir haftasına hapsolmak yerine her haftasında gerçekleşen olağan bir şey durumundaki sıradan bir faaliyettir.

Dileğim bu ülkede ekmek satış fuarının olmadığı gibi kitap satış fuarının da olmaması; böylece de kitabın yılda sadece bir hafta içinde nadirattan satın alınmakta olan özel bir meta olması yerine her gün aranan harcıâlem bir piyasa ürünü olmasıdır.

Bu durum gerçekleşirse, 21.yy uygar toplumunun mutlak egemeni olacağı ifade edilen entelektüel insan zihninin bizim için de oluşmakta olduğunun açık bir göstergesi olacaktır.

Bunları da sevebilirsiniz