Akıl, Akil ve Hurafe

Yeni Düşman: Akıl ve Bilim

Zamanında sosyalistleri bastırmayı kendine görev edinmiş bir devlet yetkilisi «iyi bir şey olsa, biz getiririz” demişti. Şimdilerde devlet yetkilileri her bir şeyi getiriyor.

Yasak olan, yasakladıkları, hapse atmaya çalıştıkları, sansürledikleri ve daha nicelerini yaptıkları ne varsa şimdi yeni içeriklerle yeni ambalajlarla kullanıma sokuluyor. Son 10 yılda dolaşıma giren eski yasaklılara bir bakılsa bu hemencecik görülecektir: «İleri Demokrasi”, «Barış”, «Demokrasi”, «Tarihle Yüzleşmek”, «Darbecileri Yargılamak”, «Askeri Vesayetten Kurtulmak”…

Bazı biliminsanlarımız söz konusu ürünlerin ortaya çıkmasını «soğuk savaş”ın bitmesine bağlıyor. Soğuk savaş bitmiş, böylelikle demokrasi ve demokratik mücadele önündeki kısıtlar kalkmış. Tehlikesini yitiren «sosyalizm”, «komünizm” bayrakları dalgalanmakta, «milliyetçilik ayaklar altına alınmakta”dır.

Artık Rousseau, Robespierre, Kant, Descartes gibi akılcılar, aydınlanmacılar çoğu zaman Marx’tan daha fazla ya da en azından onun kadar tehlikelidir. Akıl herkeste ortaktır, insan gerçekliği bilebilir ve onu değiştirebilir diyenlere karşı «kandan”, «gelenekten”, «eskilerden” vb. kaynaklardan beslenen hakim zihniyet «yaşa”, «çoğunluğun rızasına”, uydurulmuş belgelere güvenmeyi dayatıyor hepimize.

O halde yeni karşıtlık ortaya çıkmaktadır: Mali sermaye egemenliğine, mafya-gladyo-tarikat rejimine karşı milli, kamucu ekonomi-politik; tarihin ve gerçekliğin göreliliğine karşı tarihsel materyalizm ve gerçekçilik; akillerin sahte aklına karşı aydınlanmanın gerçek aklı; hurafelere karşı bilim.

Yukarıda özetlenen karşıtlıkların ikinci cephesi açısında bakıldığında ABD’li Rice’ın «Bugünün Marx’ı İran’dır.” sözü anlamlı görünmektedir. Bu sözle birlikte sorunun özünün din-bilim, milli-enternasyonalizm, liberal parlemanter demokrasi, demokrasi karşıtlığı olmadığı açık hale gelmiştir. Bugünün Marx’ı, Robespierre’i, Kant’ı, Descartes’ı ama en çok da Platon’u, Aristoteles’i, kısacası Sir Karl Popper’ın «Açık Toplumun düşmanı” ilan ettiği kişilerin temsilcileri İran, Çin, Venezüella, Filistin’de İsrail tank ve askerlerine taş atan çocuk, Suriye’de teröristlere karşı Esad’la birleşen Suriye Halkı, 13 Aralık ve 8 Nisan’da Silivri’de barikatları yıkanlardır. Cephenin bir tarafından bakıldığında diğer taraf «barış”, «açık toplum”, «sivil toplum”, «demokrasi” düşmanıdır. Öte taraftan berikine bakıldığında görünen akıl, bilim, demokrasi, aydınlanma ve halk düşmanlığıdır. Fakat yine de bu akıl düşmanı güruhun da bir aklı var.

Akıl-Mantık-Lisan

Akıl düşmanlarının aklı, aklın dışında bir yerlerden gelmelidir. O halde dayanaklarını akılda aramayacağız. Kullanılan sözcükler üzerine kısa bir anımsatma aramamız gereken yeri bulmamızda ve «akıl” kavramı üzerindeki tartışmayı yerli yerine oturtmamızda yardımcı olabilir.

Akıl, mantık, söz gibi sözcüklerin Batı dillerindeki kökeni logos sözcüğüdür. Bu sözcük, «söz”, «söylem”, «söylemek”, «mantık”, «akıl”, «düzen”, «sıra” gibi anlamları bünyesinde barındırmaktadır. Benzer bir kapsama sahip diğer bir sözcük Arapça’da kendini göstermektedir. Mantık (M.n.t.k.) sözcüğü de Arapça nutk (n.t.k.) sözcüğünden gelmektedir. Bu ilişki Osmanlıca ve İslami etki üzerinden dilimizde de yaşamaktadır. İntak cansız varlıkların konuşturulması biçimindeki söz sanatının adıdır. Atatürk’ün Söylevi’nin eski adı Nutuk’tur. Benzer şekilde edebiyatımızda çokça ilgi gören Attar’ın kaleme aldığı Mantıku’t- Tayr (Kuşların Lisanı) adlı eserde de dil ve mantık ilişkisi gözler önüne serilmektedir. Türkçemizde «bilgisayarın dilinden anca o anlar”, «sen şunun dilinden anlarsın” türünden ifadelerde örtük olarak «dil” sözcüğünde içerilen mantık anlamı üzerinde biraz düşünüldüğünde ortaya çıkmaktadır. Burada bilgisayarın dili ile bilgisayarın çalışma mantığı, yapılması gerekenler iç içe geçmiştir. Bu dilsel ilişkilerin bir hakikati de vardır elbet, söz olmadan mantık olmaz, dil olmadan akıl konuşamaz. Bunların biri diğerini öncelemez. Aksine söz, söylem, dil ve akıl ortak bir zemini paylaşırlar.

Yine de bir noktaya dikkat etmek gerekiyor. Bu dilsel yüklerin ve anlamsal ilişkilerin dışında söz konusu sözcükler ve gelişigüzel kullanımlar söze yansıyanla sözün kendi yapısına uymayan ya da akla uymayan arasındaki ayrımı gizleyebilmektedir. Görünüşler çoğu zaman gerçeği gizlemeye yaramaktadır. Gerçek sıklıkla yasakla ya da sessizlikle bastırılmaz. Gerçeği bastırmak için gerçek gibi görünenlere başvurulur. Sözün görünenleri simgeler ve imgelerdir. Yazının toplum hayatında bulunmasıyla birlikte etkili iletişim haline gelmesiyle görünenin mutlaklaştırılmasının simgesi olmuştur harf. Akla, bilime karşı olanın harfler anlamına gelen hurufi sıfatının köklerinden oluşan hurafe sözcüğüyle dile getirilmesi.

İşte bu görünüşlere dayanan düşünceler ile hakiki düşünceler (hakikate, akla dayanan düşünceler) arasında bir ayrım yapmıştır Platon. Birincilere doksa ikincilereyse bilgi anlamına gelen episteme adını vermiştir. Bu ayrım ileride Popper gibilerince elitizmle ve azınlık diktasını savunmakla suçlanmasına yol açmıştır. Platon’un haykırdığı gerçek şudur: Gerçeği kim söylerse söylesin gerçek gerçektir. Demokrasi adı verilen çoğunluğun türlü yollarla, görünüşlerin sürekli tekrarı yoluyla kandırılması biçimindeki şova karşı gerçeği savunanların aklı, dogmatizmle, elitizmle, vesayetle, açık toplum düşmanlığıyla, Jakobenizm etiketleriyle kötülenmeye çalışılmaktadır.

Akıl Yaşta Değil Baştadır ya da Akıl Düşmanlarının Aklı

Aklın düşmanlarına yakından bakalım. Akıl düşmanı olanlar Aydınlanma’ya, Fransız Devrimi’ne, İttihat Terakki’nin öncülük ettiği II. Meşrutiyet’e, Japonya’da Samurayları kaldıran Meiji Hanedanı’na, İtalya’da Medici’ye, İngiltere’de Cromwell Devrimi’ne, Almanya’da Bismarck’a, ABD’de Washington ve Lincoln’e kısacası tüm modernleşme hareketlerine savaş ilan etmiş durumdalar. Bunların karşısında konumlanan her kim varsa sahiplenen Akıl düşmanlarının aklına, kökenine ve arkasındaki maddiyata bakalım.

Akıl düşmanları aklı Batı’dan almıştır. Batı derken Rousseau, Goethe, Hegel, Marx, Locke, Leonardo gibi aydınları çıkaran Batı’yı kastetmiyoruz. Kastettiğimiz Batı’nın akilleri. Daha doğrusu Batı’nın Küresel Köyü’nün İhtiyar Heyeti. Esasında, bu ihtiyar yakıştırması bize ait değil. Kendileri kıvançla duyurmaktadırlar: http://www.theelders.org/

Akillerin Batı patentli orijinal adı olan Elder sözcüğünün anlamlarına bir göz atalım (Webster sözlüğünden yararlanıyoruz) :

1- Yaşça ve kıdemce diğerlerinden üstün olan

2- Diğerlerinden ya da diğerinden üstün olan

3- İhtiyar kimse

4- Bir ailenin, kabilenin yahut bir cemaatin ihtiyar ve etkili üyesi

«Sivil toplumun” cemaat olarak anlaşıldığı, modern kurum ve simgelerin yerle bir edilip Ortaçağ’ın hortlatıldığı bir iklimde kılavuzun bu ihtiyar kimseler olması kaçınılmazdır. Yaş ve kıdem üzerinden üstünlük, cemaatin, ailenin yahut cemaatin üzerinde etkili olma gibi vasıflar modern bir toplumda etkisinin zayıflaması gereken Ortaçağ «vasıfları”dır.

Akillerin patenti Batı’dır ve açıkça söyleyelim «akil” sözcüğüyle örtülen gerçek bunların cemaate etki etmesi beklenen hurafe savunucularının kıdemli memurları olmalarıdır. Akillerin kökeni işte bu elders kavramıdır. Bu kavram Mandela için toplanmış bir propaganda örgütüne aittir. Söz konusu örgütün üyeleri arasında cemaat liderlerinden ABD Başkanlarına kadar Yeni Dünya Düzenine ayak uydurmayı akletmiş çok cin fikirli insanlar var.

Türk insanı Atatürk’e atfedilen «Sağlam Kafa Sağlam Vücutta Bulunur” sözünü duymuştur. Sözün aslı Seneca adlı Romalı düşünüre aittir: Sanus in Mens, Sanus in Soma. Demek bu akillerin zihin sağlamlığı vücuda bağlıdır. Oysa o vücut kan kaybetmektedir. Kafayı sırtlayamayan bir bedenin bu savaşı sürdürme şansı yoktu. Savaştırmak yerine kılıçlara Kur’an Sayfası giydiren Muaviye misali barışsever insanlara, barışı arzulayan halklara içireceği acı ilacı «Barış” yazılı afyonlara bulamak zorunda kalmıştır. Oysa bu halkların vücudu sağlamdır. Sağlam kafa vücudunu bulacaktır. Sağlam kafa sorularını sormaya, sözünü söylemeye başladı. Şimdi bedenine hükmedip masaya yumruğu vurmanın arifesindedir. Vücutları kan kaybettikçe kılıçlarını saran Kur’an sayfaları yırtılıyor, kılıç iz bırakıyor tutan ellerde. Borç kriziyle çırpınanlar faturayı bölge halklarına kesemeyecek. Kim ne derse desin gerçek gerçektir ve Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği gibi:

«Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir, Fendir.”

Bunları da sevebilirsiniz