Veysel’in Anısına ve Bir de Bahara Merhaba…

Uzun uzadıya uzanan uzun yollar

İçi dolmadan boynu eğilmiş başakların arasından

Filozoflarını kurak bozkırlarda yetiştiren

Anadolu’nun sesiydi

Han iki kapılı, yol uzun ve inceydi

Hayali yakın, yâri uzak, gündüzü geceydi

Karanlık gündüzünden seslenen

Asya’nın bütün harsını arkasına alıp

Tozunu rüzgâra, ekini toprağa karmış

Bir bilge kişiydi, Aşık Veysel.

Anadolu aydınlanmasının emektarı, sazını ve sözünü ırk, din ve mezhep ayırımı yapmaksızın, insanların eşitliğine ve kardeşliğine olan inancıyla barışın ve dostluğun duygularıyla dillendirmiş, insan sevgisiyle dolu hümanist bir yol eridir Veysel.

Yokluğun, yoksulluğun, savaşın ve acıların bu topraklar üzerinde belki de en şiddetle kendini gösterdiği yıllarda yaşadı. Kendi acısıyla ortak olabildi, ancak kurduğu «küçük dünya”sında ve özlemini içinde saklayarak. Gözünde güzelliğini sakladığı yâri gibi.

Bağbozumunu erken yaşadığı ömür bahçesinde, karanlığını delip geçen sazı babasının kendisine getirdiği bir çiçekti adeta.

Talih çile kadar sözü bir etmiş

her nereye gitsem gezer peşimde

Bir yanda sazı, diğer yanda köyüne gelip giden ozan, aşık ve dedelerin bin yıllık avazı, karanlık dünyasının ışıltılı renkleri oluyordu.

Sazındaki ustalığı şiirinin gücüyle birleşince, telli turna misali türküleri göğe yükselivermeye başladı. Müziği ve sözü yeni bir anlamı dile getiriyordu; baharın, toprağın, insanın ve türlü türlü renklerin içindeki.

Uzun ve meşakkatli bir zamanın ardından aydınlığa erişen genç Türkiye Cumhuriyeti’ne, çok istediği halde savaş meydanında katkı koyamasa da, ilk şiirini onuncu yılda gazi hazretlerine yazacak kadar yurt ve Atatürk sevgisi doluydu. Ömrünün sonuna kadar da, gerçek bir Atatürkçü olarak kaldı.

Devrimlerin tanınması ve yaygınlaştırılmasında emeği yadsınmayacak kadar çoktur. Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli ve Akpınar köy enstitülerinde saz öğretmenliği yapar, bu dönemde kendi sazı ve diliyle ülkenin harcını karan genç eğitimcilere halk kültürünün en güzel örneklerini verir.

Gün gelir karanlık dünyasına bir umut ışığı belirir, gözleri için tedaviyi teklif edenlere verdiği cevap oldukça anlamlıdır;

gerçek şair olamazdım çiçek gözüm almasaydı

gözüm açık olsaydı, aşık da olamazdım

sözleriyle «hayır, istemem… şimdiye kadar ben kafamda bir dünya kurmuşum, gözlerim açılırsa yeni bir dünya kurmama imkan yok…” diyerek,

«süslü giyimini, saltanatını ve Arap atını” bir kenara koyduğu dünyayı, kendi «küçük dünyam” diye nitelediği mütevazı yaşamına yeğ tutar. Kim bilir belki de içindeki aydınlığı kaybedeceğinden korkusuyla.

Yüreğindeki tanrı, en güzeli, en adili, en doğruyu temsil eden bir sevgidir. İnsanın içindeki bir sevgi, bir ışıktır, evrenin her yanında, yağan yağmurda, akan suda, kara toprakta bu tanrıdan balkımalar görür.

Kadın erkek birlikteliğini savunur, memleketini kutsal bir toprak gibi sever, bilime, çalışmaya, beraberliğe ve teknik ilerlemeye tutkundur. Onun kişiliğinde kavganın adına bile yer yoktur[1][i]

Acı ve çileyle doldurduğu ömrünü «bu kadarı bana yeter…” diyecek kadar tevazu ile tamamlarken, tam da doğduğu yere, sadık yârinin en sevgili kucağına sarılmasını vasiyet eder.

ben nerede doğmuşsam,

annem beni hangi yoldan yürüyerek evimize getirmişse

öldüğüm zaman da beni aynı yoldan götürerek

o doğduğum yerde toprağa verin

gözlerimi açtığım yerde toprağa karışıp gideyim

ölünce mezarımın üstüne taş koymayın

ben öldükten sonra üzerimde

otlar bitsin

çiçekler açsın

orada biten otlardan

koyun yesin et olsun

kuzu yesin süt olsun

arı götürsün bal olsun

benim toprağım da

milletime hizmet etsin[2]

ondan mıdır acaba gidişine seçtiği baharın ilk gününü.

Sözleriyle yaşam felsefesini açıkça özetlemeye çalışır aslında «kara toprağında” yazdığını. Kazma ile karnını yardığı, tırnağı ile yüzünü yırttığı ama yine de kendisini gül ile karşılayan toprak onun en sadık yâridir, son nefesinde de söylediği gibi.

Çünkü emeğin en somut biçimde yansıdığı ve kendi anlamını bulduğu, varlığın ve yokluğun en derin haliyle duyumsandığı yerdedir toprak.

Veysel,

Anadolu toprağında

Tohumu bin yıl öncesinden atılmış

Meyveleri bin yıl sonra da tat verecek

Bir elinde saz, bir elinde tuz

Saz ile avlayıp tuz ile sesleyen

Tabiata aşık

Aşksız güzelliğin on par’etmediği

Gönül köşkünde

Gündüzü gece bir yolda

uzun ve ince

hali bilinmez iki kapı arasında

bir aşık, şair ve saz ustası

yüce gönüllü Anadolu bilgesi

Yirmi bir mart, Aşığın uzun ince yolunun son günüydü.

kış bahara dönerken şiirlerini evrenin bir başka köşesinde yankılamak için çoktan yola koyulmuştu Aşık Veysel.

Ne demeli ki,

Anlatmak için Veysel’i

Herhalde

Daha çok dönmeli

İnsanın dili

Kara toprak durdukça söylenecek türkülerin

Yolun açık, gecen gündüz, gittiğin yer yıldızlar kadar ışıltılı olsun…



[1] Prof. Dr. İlhan BAŞGÖZ, «18-23 Mart 2001 Aşık Veysel Haftası Konuşması” Dost Dost Dergisi, Aşık Veysel Kültür Derneği Yayın Organı, Sayı 17, Mart-Nisan 2001, s. 14-19.



2 H.Mehmet Duranoğlu, (Yazan ve Yöneten) «Küçük Dünyam” Belgeseli. Aşık Veysel’in 1973 yılında Erdoğan Alkan ile TRT’de yaptığı söyleşiden.

Bunları da sevebilirsiniz